21 Aralık 2020 Pazartesi

DİN VE AHLAK/Hamdi Tayfur

Dinin insanı ahlaklı kılacağına ve din olmazsa insanların ahlasızlaşacağına dair bir söylem var.

Bana göre bu tam olarak bir efsaneden ibaret.

Ahlakın ne olduğu ve ona neyin kaynaklık ettiği tartışılabilir ama herkesin ortalama olarak anladığı şeyi bile baz alsak insanların ahlaka uygun davranışında etkili olan çok sayıda faktör vardır. Din ancak bunlardan birisidir.

Bu yüzden, insanlar dinden uzaklaşırsa ahlaksızlaşır iddiası gerçeği yansıtmaz. Bu doğru olsaydı, dünyadaki en ahlaksız kişilerin dinle hiç ilgisi olmayan insanların arasından çıkması gerekirdi ki öyle olmadığı çok açıktır.

Hatta benim düşünceme göre dinle beslenen bir ahlak gerçekten ahlak sayılır mı, tartışılmalıdır.

Çünkü bir dindarın ahlakı korku ve ümitten beslenir. Cehennemde yanacağından korktuğu için veya cennette kazanacağı büyük mükafatların -mesela hurilerin- hayaliyle ahlaklı davranan bir dindar, gerçekten üstün bir erdeme sahip olduğu için, kamil bir insan vasfıyla, doğruyla yanlışı tartıp iradesini iyiden yana kullandığından veya aklının ve vicdanının tesiriyle değil çocuksu bir ceza korkusu veya ödül beklentisi ile ahlaklı (!) davranmayı tercih etmektedir.

Dindarın ahlakına dinin tesiri vahşi bir hayvanın etrafına saldırıp dehşet saçmasını engelleyen bir kafesin tesiri gibidir. Din, korkutarak veya ödül vaadi ile dindarın vahşetini, kötülük yapmasını engelleyen bir kafes gibidir. Açıktır ki, böylesi bir ahlak kişiyi gerçek erdemle  tanıştırmamakta, onu olgunlaştırmamakta, doğru isler yapıp, yanlış işlerden kaçınmasında iradesini, aklını ve vicdanını harekete geçirmemektedir.

Dindar insanların din ortadan kalkınca, tepeden yuvarlanan teker gibi günah islerin, kötülüğün, kısacası ahlaksızlığın içine düşeceğinden korkması veya herkesin buna dönüşeceğini farzetmesi bu yüzdendir.

Ortada dogruyu ve yanlısı bilme ve tercih etme çabası icinde bir birey yoktur çünkü. Doğru, yanlış, iyi, kötü, haram, helal belirlenmistir, hazırdır zaten. Ona sadece bunlara uyarak cennetteki mükafatlara erişmek kalmaktadır. Ama din ortadan kalkarsa veya cennet vaadinden ümidini keser ve cehennem korkusundan kurtulursa; dogruyu yanlısı tartacak bir akla, erdeme, olgunluğa, özgürlüğe, güçlü bir bireyselliğe, dürüstlüğe, karar verme yetisine ve derin bir vicdana sahip olmadıgından veya bu ahlaki nitelikleri gelismediginden, günaha ve kötülüğe bulaşmaktan, vahşileşip etrafa saldırmaktan, gördüğü ilk güzel kadına tecavüz etmekten, ilk karşılaştığı insana kazık atmaktan başka bir yol olamıyacağını düşünmektedir.

Bu yüzden çok değer verdiğim bir arkadaşımın ifadesiyle, dindarın ahlakı aslında hastalıklı bir ahlaktır. Cünkü dindar olmak demek 24 saatin dine göre, dışarıdan programlanması demektir. Bu ise kişinin nasıl yaşayacağına, nasıl düsüneceğine, nasıl inanacağına dair düşünmeye ve iradesi ile karar vermeye hiç bir özgür alanın bırakılmaması anlamına gelmektedir.

Dindarlık insanı kendi doğasına, aklına, iradesine, benligine yabancılaştırmaktadır. En iyi dindar aslında kendisine en cok yabancılaşan ve bu yabancılaşmanın sonunda benliginden olabildiğince uzaklastığı icin kendi kendisini kandıran ve en cok yalanı kendine söyleyen insandır. İnananabilmek için sürekli kendine yalanlar bulur ve bunlara şiddetle inanır dindar insanlar.

Kendine bile dürüst olamayan dindarın gerçekten ahlaklı olduğu söylenebilir mi?

Bunu söylemekle dindar olmayan insanların tümünün kendilerine karşı dürüst olduğunu  veya dindar insanlar içinde  dürüstlüğü tercih edenlerin hiç cıkmadığını söylemek istemiyorum.

Ama maalesef dindarlık insanın kendisine yabancılaşmasını ve kendine karşı dürüst olmaktan uzaklaşmasını pekiştirmekte ve hatta derinleştirmektedir. Dürüstlüğü tercih eden dindarlar ise bir süre sonra dindarlıktan vazgeçmektedir.

“Din ve Ahlak” başlığı ile bir yazı yazmış ve orada konuyu tam bitirememiştim. Şimdi devam ediyorum.

O yazıda, din olmazsa insanların ahlaksızlaşacağına dair iddianın tümüyle safsata olduğunu; dinle beslenen bir ahlakın, insani vicdandan kaynaklanan bir ahlak olmadığını; Tanrı korkusu ve cennet ümidiyle motive edilen bir ahlak biçiminin, içten gelen bireysel ve özgür iradeyle oluşmuş bir erdem olarak nitelenmesinin yanlışlığını ve bunun ancak hastalıklı bir ahlak çeşidi olabileceğini ifade etmiştim.

Vicdandan ama bizatihi humaniter/insani vicdandan kaynaklanmayan ahlak, vasat düzeydeki dini ve toplumsal kabullere dayalı normlara söz düzeyinde boyun eğmektir. Bu tarz bir eylem, doğru bir eylem dahi olsa vicdani duygudan ve özgür iradeden kaynaklanmadığı, aksine ceza ve mükafat gibi iki ayartıcı ve zorlayıcı nedene veya toplumun baskısına dayandığı için ahlaki bir eylem sayılamaz. Olsa olsa riya olarak nitelenebilir. Bu tür bir eylemin içsel bir kaynağı olsa da bu, insani vicdan değildir, ancak otoriter vicdandır. Yani saf insani duygu ve iradeden değil, bir otoritenin baskısı veya mükafat vaadi ile, dayatılmış bir öğretiye uyma ölçüsüne göre açığa çıkmaktadır.

Bunun en tipik örneği, otoriter vicdan sahibinin, kendi yandaşlarının veya dindaşlarının başına kötü bir şey geldiğinde kişinin buna son derece üzülmesi ama aynı kötülük karşı taraftan birinin başına gelince bırakın üzülmeyi sevinmesidir. Kendinden olana iyilik ve yardım niyaz edilirken, karşı tarafa bela okunur. Toplu dualarda bu büyük bir sevkle yapılır. “Onları helâk eyle, bugün ve yarın kısa zamanda belâlara uğrat,” vs. gibi çok sayıda bela duası hiçbir vicdani rahatsızlık duyulmadan okunur.

Ahlakı dini bir öğretiye indirgeme çabası, vicdanın yükünden kurtulma ve bireysel sorumluluktan kaçma çabasıdır. İçinde riya barındırır. İnsani vicdanına başvursa başka türlü davranacakken, ceza ve mükafat duygularıyla yapılan eylemlerde vicdanın bu sesi bastırılır, eleştirel bakış açısı ve her durum için iyi ve kötünün veya doğru ve yanlışın ne olduğunu belirleme çabası ortadan kalkar.

Davranış normları, Tanrı, kitap, üstatların veya hoca efendilerin öğretileri üzerinden belirlenmeye başlandığında, yani inanç veya iman her şeyin merkezine oturduğunda kişi vicdanının kafiri olur. Başka türlüsü mümkün değildir. Normal şartlar altında karıncayı dahi incitemeyecek insanlar, bir anda acımasız katillere dönüşürler. Büyük bir heyecanla öldürmeye ve ölmeye koşarlar. Hayatlarında hiç yüz yüze gelmedikleri insanları şeytanın çocukları ve kafirler ilan ederler, cehenneme göndermekte, onlara lanet okumakta hiçbir bahis görmezler.

Normal şartlar altında yolda buldukları beş kuruş paraya dahi dokunamayan insanlar, ehli küfrün veya kendi cemaatlerinden olmayanların malını mülkünü, canını, karısını, kızını kendilerine helal görürler. Mallarını gasp etmekten, topraklarına el koymaktan, onları köleleştirmekten en ufak bir haya duymazlar. Onlarca yüzlerce kişinin kafasını kesmekten en ufak bir üzüntü duymazlar. Kendine hak gördüğü birçok şeyi eşine veya diğer kadınlara hak görmezler. Küfür devleti olarak gördükleri devletin hazinesini talan etmekten hiç korkmaz, hatta bunun dava için yaptıkları büyük bir cihat olduğunu düşünürler.

İlginçtir yavrusunun kılına bile dokunulmasına razı olmayan bir baba, sırf Tanrı emrediyor diye onu kurban etmeye kalkışır. Sırf kutsal kitapta geçiyor diye, günahsız bir çocuğun ilerde kötü biri olması ihtimaline karşı öldürülmesini son derece hikmetlerle dolu bir kıssa gibi okur ve savunur. Halbuki bu kıssalar vicdana vurulduğunda tam anlamıyla birer fecaattir.  Binlerce yıl öncesinin hikmet diye yutturulan hezeyanları dindar kişinin ahlakının normu oluverir. 

Kısacası vicdandan kopuk, bir otoriteden alınan ve ceza/mükafat motivasyonu ile oluşmuş normlara uymak kişiyi ahlaklı yapmaz, tersine ahlaksızlaştırır.

İşin gerçeği dindarların ahlaka da ihtiyacı yoktur çünkü onların neyi yapıp neyi yapmayacaklarını söyleyen dinleri vardır. Neyi yapıp neyi yapmayacağınıza kendi vicdanınızla karar veremiyor ve ahlaki buyrukların kaynağını bir otoriteye bağlıyorsanız, bu durum nasıl olur da ahlaki bir durum olur ki!

Dindarlar için söylediğimi, törelere boyun eğenler, vatanperverler, ideoloji mensupları, milliyetçiler için de genişletebilirsiniz.

Ayrıca dindarların arasında gerçekten vicdan sahibi olanların çıkması, dinden kaynaklanan bir durum değil, onların dine rağmen vicdanlarının sesini dinlemelerindendir. İşte bu vicdanın sesi, dinin pek çok buyruğunu sorgulamaya yol açmakta, en hafifinden bunları tevil ederek değiştirme eğilimlerini çoğaltmaktadır. İmanından da vicdanından vazgeçemeyenler, dindeki vicdanına uymayan hükümleri eğip bükerek vicdanına uydurmaya çalışmaktadır.

Gerçek dindarlar ise, tüm ahlaksızlıklarını kuşanarak bu türden çıkışların azına çoğuna, niteliğine bakmadan gazaplarını üzerlerine kusmaktadır. Dindarlık böylece sadece ahlaksızlık üretmektedir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorum yazarak, düşüncelerinizi benimle paylaşabilirsiniz.