Dinin insanı ahlaklı kılacağına ve din olmazsa insanların ahlasızlaşacağına dair bir söylem var.
Bana göre bu tam olarak bir efsaneden
ibaret.
Ahlakın ne olduğu ve ona neyin kaynaklık
ettiği tartışılabilir ama herkesin ortalama olarak anladığı şeyi bile baz alsak
insanların ahlaka uygun davranışında etkili olan çok sayıda faktör vardır. Din
ancak bunlardan birisidir.
Bu yüzden, insanlar dinden
uzaklaşırsa ahlaksızlaşır iddiası gerçeği yansıtmaz. Bu doğru olsaydı,
dünyadaki en ahlaksız kişilerin dinle hiç ilgisi olmayan insanların arasından
çıkması gerekirdi ki öyle olmadığı çok açıktır.
Hatta benim düşünceme göre dinle
beslenen bir ahlak gerçekten ahlak sayılır mı, tartışılmalıdır.
Çünkü bir dindarın ahlakı korku ve
ümitten beslenir. Cehennemde yanacağından korktuğu için veya cennette
kazanacağı büyük mükafatların -mesela hurilerin- hayaliyle ahlaklı davranan bir
dindar, gerçekten üstün bir erdeme sahip olduğu için, kamil bir insan vasfıyla,
doğruyla yanlışı tartıp iradesini iyiden yana kullandığından veya aklının ve
vicdanının tesiriyle değil çocuksu bir ceza korkusu veya ödül beklentisi ile
ahlaklı (!) davranmayı tercih etmektedir.
Dindarın ahlakına dinin tesiri vahşi bir
hayvanın etrafına saldırıp dehşet saçmasını engelleyen bir kafesin tesiri
gibidir. Din, korkutarak veya ödül vaadi ile dindarın vahşetini, kötülük
yapmasını engelleyen bir kafes gibidir. Açıktır ki, böylesi bir ahlak kişiyi
gerçek erdemle tanıştırmamakta, onu
olgunlaştırmamakta, doğru isler yapıp, yanlış işlerden kaçınmasında iradesini,
aklını ve vicdanını harekete geçirmemektedir.
Dindar insanların din ortadan kalkınca,
tepeden yuvarlanan teker gibi günah islerin, kötülüğün, kısacası ahlaksızlığın
içine düşeceğinden korkması veya herkesin buna dönüşeceğini farzetmesi bu
yüzdendir.
Ortada dogruyu ve yanlısı bilme ve tercih
etme çabası icinde bir birey yoktur çünkü. Doğru, yanlış, iyi, kötü, haram, helal
belirlenmistir, hazırdır zaten. Ona sadece bunlara uyarak cennetteki
mükafatlara erişmek kalmaktadır. Ama din ortadan kalkarsa veya cennet vaadinden
ümidini keser ve cehennem korkusundan kurtulursa; dogruyu yanlısı tartacak bir
akla, erdeme, olgunluğa, özgürlüğe, güçlü bir bireyselliğe, dürüstlüğe, karar
verme yetisine ve derin bir vicdana sahip olmadıgından veya bu ahlaki
nitelikleri gelismediginden, günaha ve kötülüğe bulaşmaktan, vahşileşip etrafa
saldırmaktan, gördüğü ilk güzel kadına tecavüz etmekten, ilk karşılaştığı
insana kazık atmaktan başka bir yol olamıyacağını düşünmektedir.
Bu yüzden çok değer verdiğim bir
arkadaşımın ifadesiyle, dindarın ahlakı aslında hastalıklı bir ahlaktır. Cünkü
dindar olmak demek 24 saatin dine göre, dışarıdan programlanması demektir. Bu
ise kişinin nasıl yaşayacağına, nasıl düsüneceğine, nasıl inanacağına dair
düşünmeye ve iradesi ile karar vermeye hiç bir özgür alanın bırakılmaması
anlamına gelmektedir.
Dindarlık insanı kendi doğasına, aklına,
iradesine, benligine yabancılaştırmaktadır. En iyi dindar aslında kendisine en
cok yabancılaşan ve bu yabancılaşmanın sonunda benliginden olabildiğince
uzaklastığı icin kendi kendisini kandıran ve en cok yalanı kendine söyleyen
insandır. İnananabilmek için sürekli kendine yalanlar bulur ve bunlara şiddetle
inanır dindar insanlar.
Kendine bile dürüst olamayan dindarın
gerçekten ahlaklı olduğu söylenebilir mi?
Bunu söylemekle dindar olmayan insanların
tümünün kendilerine karşı dürüst olduğunu
veya dindar insanlar içinde
dürüstlüğü tercih edenlerin hiç cıkmadığını söylemek istemiyorum.
Ama maalesef dindarlık insanın kendisine
yabancılaşmasını ve kendine karşı dürüst olmaktan uzaklaşmasını pekiştirmekte
ve hatta derinleştirmektedir. Dürüstlüğü tercih eden dindarlar ise bir süre
sonra dindarlıktan vazgeçmektedir.
“Din ve Ahlak” başlığı ile bir
yazı yazmış ve orada konuyu tam bitirememiştim. Şimdi devam ediyorum.
O yazıda, din olmazsa insanların
ahlaksızlaşacağına dair iddianın tümüyle safsata olduğunu; dinle beslenen bir
ahlakın, insani vicdandan kaynaklanan bir ahlak olmadığını; Tanrı korkusu ve
cennet ümidiyle motive edilen bir ahlak biçiminin, içten gelen bireysel ve
özgür iradeyle oluşmuş bir erdem olarak nitelenmesinin yanlışlığını ve bunun
ancak hastalıklı bir ahlak çeşidi olabileceğini ifade etmiştim.
Vicdandan ama bizatihi humaniter/insani
vicdandan kaynaklanmayan ahlak, vasat düzeydeki dini ve toplumsal kabullere
dayalı normlara söz düzeyinde boyun eğmektir. Bu tarz bir eylem, doğru bir
eylem dahi olsa vicdani duygudan ve özgür iradeden kaynaklanmadığı, aksine ceza
ve mükafat gibi iki ayartıcı ve zorlayıcı nedene veya toplumun baskısına
dayandığı için ahlaki bir eylem sayılamaz. Olsa olsa riya olarak nitelenebilir.
Bu tür bir eylemin içsel bir kaynağı olsa da bu, insani vicdan değildir, ancak
otoriter vicdandır. Yani saf insani duygu ve iradeden değil, bir otoritenin
baskısı veya mükafat vaadi ile, dayatılmış bir öğretiye uyma ölçüsüne göre
açığa çıkmaktadır.
Bunun en tipik örneği, otoriter vicdan
sahibinin, kendi yandaşlarının veya dindaşlarının başına kötü bir şey
geldiğinde kişinin buna son derece üzülmesi ama aynı kötülük karşı taraftan
birinin başına gelince bırakın üzülmeyi sevinmesidir. Kendinden olana iyilik ve
yardım niyaz edilirken, karşı tarafa bela okunur. Toplu dualarda bu büyük bir
sevkle yapılır. “Onları helâk eyle, bugün ve yarın kısa zamanda belâlara
uğrat,” vs. gibi çok sayıda bela duası hiçbir vicdani rahatsızlık duyulmadan
okunur.
Ahlakı dini bir öğretiye indirgeme çabası,
vicdanın yükünden kurtulma ve bireysel sorumluluktan kaçma çabasıdır. İçinde
riya barındırır. İnsani vicdanına başvursa başka türlü davranacakken, ceza ve
mükafat duygularıyla yapılan eylemlerde vicdanın bu sesi bastırılır, eleştirel
bakış açısı ve her durum için iyi ve kötünün veya doğru ve yanlışın ne olduğunu
belirleme çabası ortadan kalkar.
Davranış normları, Tanrı, kitap,
üstatların veya hoca efendilerin öğretileri üzerinden belirlenmeye
başlandığında, yani inanç veya iman her şeyin merkezine oturduğunda kişi
vicdanının kafiri olur. Başka türlüsü mümkün değildir. Normal şartlar altında
karıncayı dahi incitemeyecek insanlar, bir anda acımasız katillere dönüşürler.
Büyük bir heyecanla öldürmeye ve ölmeye koşarlar. Hayatlarında hiç yüz yüze
gelmedikleri insanları şeytanın çocukları ve kafirler ilan ederler, cehenneme
göndermekte, onlara lanet okumakta hiçbir bahis görmezler.
Normal şartlar altında yolda buldukları
beş kuruş paraya dahi dokunamayan insanlar, ehli küfrün veya kendi
cemaatlerinden olmayanların malını mülkünü, canını, karısını, kızını
kendilerine helal görürler. Mallarını gasp etmekten, topraklarına el koymaktan,
onları köleleştirmekten en ufak bir haya duymazlar. Onlarca yüzlerce kişinin
kafasını kesmekten en ufak bir üzüntü duymazlar. Kendine hak gördüğü birçok
şeyi eşine veya diğer kadınlara hak görmezler. Küfür devleti olarak gördükleri
devletin hazinesini talan etmekten hiç korkmaz, hatta bunun dava için
yaptıkları büyük bir cihat olduğunu düşünürler.
İlginçtir yavrusunun kılına bile
dokunulmasına razı olmayan bir baba, sırf Tanrı emrediyor diye onu kurban etmeye
kalkışır. Sırf kutsal kitapta geçiyor diye, günahsız bir çocuğun ilerde kötü
biri olması ihtimaline karşı öldürülmesini son derece hikmetlerle dolu bir
kıssa gibi okur ve savunur. Halbuki bu kıssalar vicdana vurulduğunda tam
anlamıyla birer fecaattir. Binlerce yıl
öncesinin hikmet diye yutturulan hezeyanları dindar kişinin ahlakının normu
oluverir.
Kısacası vicdandan kopuk, bir otoriteden
alınan ve ceza/mükafat motivasyonu ile oluşmuş normlara uymak kişiyi ahlaklı
yapmaz, tersine ahlaksızlaştırır.
İşin gerçeği dindarların ahlaka da
ihtiyacı yoktur çünkü onların neyi yapıp neyi yapmayacaklarını söyleyen dinleri
vardır. Neyi yapıp neyi yapmayacağınıza kendi vicdanınızla karar veremiyor ve
ahlaki buyrukların kaynağını bir otoriteye bağlıyorsanız, bu durum nasıl olur
da ahlaki bir durum olur ki!
Dindarlar için söylediğimi, törelere boyun
eğenler, vatanperverler, ideoloji mensupları, milliyetçiler için de
genişletebilirsiniz.
Ayrıca dindarların arasında gerçekten
vicdan sahibi olanların çıkması, dinden kaynaklanan bir durum değil, onların
dine rağmen vicdanlarının sesini dinlemelerindendir. İşte bu vicdanın sesi,
dinin pek çok buyruğunu sorgulamaya yol açmakta, en hafifinden bunları tevil
ederek değiştirme eğilimlerini çoğaltmaktadır. İmanından da vicdanından
vazgeçemeyenler, dindeki vicdanına uymayan hükümleri eğip bükerek vicdanına
uydurmaya çalışmaktadır.
Gerçek dindarlar ise, tüm
ahlaksızlıklarını kuşanarak bu türden çıkışların azına çoğuna, niteliğine
bakmadan gazaplarını üzerlerine kusmaktadır. Dindarlık böylece sadece
ahlaksızlık üretmektedir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorum yazarak, düşüncelerinizi benimle paylaşabilirsiniz.