Cumhurbaşkanı ve AK Parti genel Başkanı Erdoğan’ın “yargıya emir ve talimat” yasağını hatırlatması iyi oldu.
Biliyorsunuz,
Bülent Arınç’ın sözlerine kızan Erdoğan, partisinin grup kürsüsünden yargıya
şöyle seslenmişti:
“Buradan yargıya
sesleniyorum. Diyorum ki, değerli yargı mensupları Anayasa’nın 138. maddesi
beni ne kadar muhatap alıyorsa, benim dışımdakileri de muhatap alıyor. 138.
maddeyi eze eze kullananlara karşı gereğini neden yapmıyorsunuz?.. Size
birilerinin talimat verme hakkı var mı?.. Benim ne kadar talimat verme hakkım
yoksa, ana muhalefettekilerin de yok. Bu talimatlar verilirken niçin gereğini
yapmıyorsunuz?.. Atılan adımlar karşısında yargının sessiz kalmasını ben
kabullenemiyorum.” (25 Kasım)
Bu Türkiye’deki en
yüksek ve en yetkili makamın, hakim ve savcılara hitabıydı.
NE FARK VAR?
Yargıyı ve mahkeme
kararlarını eleştirmek, “mahkeme şöyle karar vermeli’ diye fikir
açıklamak suç değildir. Suç olan, “emir ve talimat” vermektir.
O halde hukuki
sorun bellidir:
Kimin sözleri “talimat” niteliğindedir ve anayasaya aykırıdır? Kimin
sözleri fikir açıklama niteliğindedir?
Erdoğan “benim
ne kadar talimat verme hakkım yoksa, ana muhalefettekilerin de yok”
diyor, o halde soralım:
CHP lideri
Kılıçdaroğlu’nun adalet yürüyüşünü biliyoruz. İsimler vererek gazetecilerin,
politikacıların tahliye edilmesini isteyen ısrarlı konuşmalarını da biliyoruz.
Kılıçdaroğlu’nun “tutuklamayın”
ya da “tahliye edin” dediği bir kimse hakkında Erdoğan’ın “tutuklayın”
yahut “tutukluluğunu devam ettirin” demesi arasında hukuki fark
var mı?
Erdoğan
Cumhurbaşkanı olmasaydı hiçbir fark olmazdı.
Ama Erdoğan,
hukuki terimle “kamu otoritesi”dir, “kamu yetkilisi”dir,
yetki kullanan “kamu görevlisi”dir.
Bu kavramları AİHM
ve AYM kararlarından aldım.
‘KAMU GÖREVLİLERİ’
AİHM’ye göre
yargılanan bir kimse hakkında konuşan “kamu görevlileri” (public
officials) o kişiyi kamuoyuna “suçlu” diye gösteremezler, bu “masumiyet
karinesi”nin ihlali olur. Zira yargılanan kişi “şüpheli”dir, henüz “suçlu”
değil. (Case of Daktaras v. Lithuania, 20.10.2010)
Bizim Anayasa
Mahkemesi’ne göre:
“Hiç kimse
suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar yargılama makamları ve kamu otoriteleri
tarafından suçlu olarak nitelendirilemez ve suçlu muamelesine tâbi tutulamaz.”
(B. No: 2012/665, 13.6.2013)
Evet yine “kamu
otoriteleri” kavramı…
Bir gazetecinin,
hukukçunun, politikacının “görülmekte olan dava” hakkında şu veya bu
yönde konuşması mahkemeleri etkilemez. Çoğulcu bir toplumda aksi yönde
konuşanlar da olur zaten.
Ama CB sisteminde,
Cumhurbaşkanı HSK üyelerini atamaktadır, yüksek yargı üyelerini atamaktadır,
iktidar partisinin genel başkanı olarak bütün iktidar yetkilerine hakimdir.
Konuşmalarıyla
tutuklamalara etkili olduğu, AİHM kararlarında yazılıdır. (AİHM, Osman Kavala
Kararı, No. 28749/18)
Kılıçdaroğlu ya da
Arınç’ın böyle bir gücü olabilir mi?
YÜKSEK STANDART
Kılıçdaroğlu
hakimlerin yerini değiştirtebilir mi? Ama Kılıçdaroğlu aleyhine açılan Man
Adası davasında üç hakimin üçü de değiştirildi. Enis Berberoğlu davasında ve
siyasi hassasiyet gösterilen çeşitli davalarda hakimlerin âniden değiştirilmesi
dikkat çekicidir.
Böyle dikkat
çekici hakim atamaları artık hukuk fakültelerindeki pratik çalışmalarında etüt
ve sınav konusu olmaktadır.
Prof. Kemal
Gözler’in 10. Baskısı yeni yayınlanan “Türk Anayasa Hukuku, Pratik
Çalışmaları” adlı akademik kitabında böyle birçok örnek görebilirsiniz.
(Ekin Basın Dağım)
Bülent Arınç, “tahliye
edilmeliler” diyerek AİHM kararının tekrarı niteliğindeki görüşünü ifade
etti. Bu yüzden 138. Maddeyi ihlal etmiş olabilir mi?
İfadeye çağrılması
bile siyasi olur, hukuki olmaz.
Görülüyor ki “masumiyet
karinesi” ve 138. Madde öncelikle “kamu otoriteleri”nin uyması, özen
göstermesi gereken yüksek hukuk devleti normlarıdır.
Böylesine sık
dokuyup ince elemek mi lazım?!
Elbette lazım.
Gelişmiş toplum ve
demokratik hukuk devleti seviyesine yükselmenin başka yolu yok
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorum yazarak, düşüncelerinizi benimle paylaşabilirsiniz.