İki deyimimiz var;
İş yapıyormuşsunuz
gibi yaparsınız ama gerçekte hiçbir iş yapmıyorsunuzdur. Ya da bir sorun vardır
da siz sorunu tespit etmek ve çözümlemek yerine işin sadece görüntü kurtulsun
noktasındasınızdır. Bu durumu “Dostlar iş başında görsün” ve “Zevahiri
kurtarmak” ifadeleri anlatır.
Malum reform
gündemi. Ekonomide, yargıda ve demokraside reform.
İki bakan, Hazine
ve Maliye Bakanı Lütfi Elvan ve Adalet Bakanı Abdülhamit Gül işe koyuldular.
İlk planda TÜSİAD ve TOBB heyetleri ile görüştüler. Ekonomi kuruluşları dışına
çıkarlar mı bilinmez ama başka görüşmelerinin olacağı da beklenebilir.
Hemen söyleyeyim,
bu temasları peşin peşin “Dostlar iş başında görsün” ya da “zevahiri
kurtarma” olarak tanımlıyor değilim. Ama bizde işlerin süratle oralara
gitme riski her zaman vardır. Onun için bazı rezervlere de işaret etmek
kaçınılmaz oluyor.
Öncelikle sorun
alanının bir boyutu ekonomiye yansıyor, bu da halkın canını yakıyor ama, yargı
ve demokratik standartlardaki savrulmanın ekonomiden çok daha geniş bir alanı
yakıp kavurduğu da bir gerçektir. Öncelikle iş çevreleriyle yapılacak
görüşmeler, fotoğrafı gerçek boyutlarıyla görebilmeyi sağlar mı sorusu
sorulmalıdır.
Bir diğer konu, bu
görüşmelerde sorunun gerçek boyutlarıyla hangi oranda seslendirildiğidir.
Hatırlanacaktır, iş dünyası, eski Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak’ın
toplantılarına da katılmışlar ve cilalı sözlere imza atmışlardır. Ya da
şöyle söyleyelim, “Bakan “Damatlık gücü” ile her şeyi belirliyor,
onunla ters düşmeye gelmez, konuşsak bile suya sabuna dokunmadan konuşalım”
üslubunun hâkim olduğu biliniyor.
Ne Elvan’ın ne de
Gül’ün öyle bir pozisyonu yok, hatta biraz “Damat Bey’in sorunlu pozisyonu”nun
peşinden geldiler, biraz reform gündeminin Cumhurbaşkanı dahil herkesi bürüdüğü
bir süreçte devreye girdiler, dolayısıyla zemini konuşmaya daha müsait
bulabilirler. Kaldı ki, TÜSİAD daha önce de çekingen bir üslupla olsa dahi,
sorunları ve çözüm önerilerini seslendirmekten geri kalmamıştı. İktidara yakın
duran TOBB için de konuşma zemininin daha müsait hale geldiği söylenebilir.
TOBB’u bilmem ama TÜSİAD’ın, hukuktaki problemlerin ekonomiyi nasıl
etkilediğini seslendirmesi beklenebilir.
İşin zor tarafı tabii
ki Bakanlar’la ilgilidir. Lütfi Elvan göreve yeni geldi ama Adalet Bakanı Gül
uzun süredir işin başında. Kaç zamandır yargıda reform çalışmaları yapıyor,
beyanatları da kimi zaman kuş dili niteliğinde olsa bile sıkıntıyı en derinden
bildiğini ortaya koyuyor. Uzun tutukluluk ya da AYM’nin kararlarının
bağlayıcılığı üzerine daha yeni uyarılarda bulundu. Hatta bunca çabaya rağmen
yargıdaki sancının devam ediyor olmasından derin üzüntü duyduğu bile tahmin
edilebilir. Peki niye olmuyor?
Ya da bundan sonra
nasıl olacak?
Meselenin önemli
hatta en önemli kısmının Cumhurbaşkanı’nın tayin edici konumu ile ilgili
olduğunu herkes biliyor. “Mevcut sistem mi bunu sağlıyor yoksa
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın mevcut sistemin sağladığı zeminle bütünleşen başat
kişiliği mi?” soruları üzerinde durulabilir ama, her halükârda ortada “Reformlar
konusunda Bakanlar ne kadar belirleyici olabilir?” sorusunun herkesin
zihninde olduğu bir gerçektir. Burada “Cumhurbaşkanı Erdoğan ne kadarına
izin verdi?” ya da “Cumhurbaşkanı Erdoğan reform çabalarının
hangi safhasında devreye girip süreci etkileyici bir tavır koyar?”
soruları hep saklı olacaktır.
Bunun yanında Yargı reformunun Cumhur İttifakı’nın çok etkili ortağı MHP’nin de hassas alanı olduğu biliniyor. Bahçeli’nin zehir zemberek üslubu ile kürsüye taşıdığı bir reform yönelişinin akıbeti herhalde hedefe yürüyecek güçte olmayacaktır. Affın üzerine “Çakıcı’ya af” gölgesinin düştüğü, ardından da etkili ortağın lideri ağzından Çakıcı’nın “dava arkadaşı” iltifatına mazhar olduğu, büyük ortağın da bütün katmanları ile kulağının üstüne yattığı bir siyasi zeminde yaşıyoruz.
Peki bütün bütün
ümitsiz mi olalım?
Hayır, mecburi
istikametler herkesi reel zemine getiriyor. Sonraki yalpalamalar siyasi kariyer
anlamında trajik nitelik kazanıyor. Yanlışlarda direnmek hem kişiliklere
kaybettiriyor, hem temsil ediyor görünülen değerlere, hem ülkeye. Sonra da
herkese “Neden şimdiye kadar harekete geçilmedi, neden itiraz edilmedi,
neden konuşulmadı, neden bu kadar yanlışa, zarara göz yumuldu?”
soruları soruluyor. Neden, neden, neden…. Bu soruların çok daha yüksek sesle
sorulacağı günlere gidiyoruz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorum yazarak, düşüncelerinizi benimle paylaşabilirsiniz.