Varlıkların Hak’tan gelişini ve O’na dönüşünü açıklayan tasavvufî bir görüş.
Varlığı ve
nesneleri sudûr ve tecellî esasına göre açıklayan mutasavvıflara göre mutlak
varlıktan tecellî suretiyle ayrılan bir nesne, çeşitli değişim safhalarından
geçtikten sonra varlıkların en süflîsi olan madde mertebesine kadar iner. Sonra
yükselmeye başlayarak yine çeşitli merhalelerden geçtikten sonra geldiği
noktaya ulaşır.
Mutlak varlıktan
ayrıldıktan sonra inişe geçen ve alçalan bir nesne (umumi feyiz, vücûd-ı sârî,
mevcud, ilâhî nur) sırayla küllî akıl, dokuz akıl, dokuz nefis, dokuz felek,
dört tabiat ve dört unsur seviyesine kadar düştükten sonra yükselişe geçerek
yine sırayla madde, maden, bitki, hayvan, insan ve kâmil insan seviyesine kadar
çıkar. Devir adı verilen bu yolculukta bütün merhalelerin oluşturduğu seyir
çizgisi bir daire şeklinde düşünülür. İnişte katedilen yarım daireye “kavs-i
nüzûl” ve “mebde”, çıkışta katedilen diğer yarım daireye de “kavs-i
urûc”, “kavs-ı suûd”, “rücû” ve “meâd” gibi isimler
verilir.
Vücûd-ı mutlaktan
ayrılan kâmil bir varlık ya hiçbir engelle karşılaşmaz veya karşılaştığı
engelleri çabuk aşar, devrini ve seyrini süratle tamamlayarak Hakk’a vâsıl olur. Fakat kâmil
olmayan varlıklar çeşitli engellerle karşılaştıklarından iniş ve çıkıştaki
seyirlerini çok yavaş gerçekleştirir, birçoğu yolda kalır.
Devir
nazariyesinin ortaya çıkışında, İslâm dünyasında muhtemelen ilk defa İhvân-ı
Safâ’nın başlattığı (bk. Resâʾil, III, 224-230) ve İbn Miskeveyh’in
devam ettirdiği (bk. Tehẕîbü’l-aḫlâḳ, s. 62-63, 75-81) bir tür tekâmül
görüşünün etkisi olmuştur.
Devir nazariyesi
ilk bakışta tenâsüh inancını çağrıştırmaktadır. Ancak tenâsüh akîdesinde
insanın tekrar tekrar dünyaya geldiğine, hatta insan ruhunun hayvanlara
geçtiğine inanılırken devir nazariyesini benimseyenlerde böyle bir anlayışa
rastlanmamaktadır.
Ayrıca devir görüşüne sahip olan mutasavvıflar bunun tenâsühle ilgisi
bulunmadığını özellikle belirtmişlerdir (bk. Gölpınarlı, Gülşen-i Râz Şerhi, s.
31). Bununla beraber Bektaşîler başta olmak üzere bazı mutasavvıflar
tenâsühe de inandıklarından bu iki görüşü birleştirmişlerdir.
Muhyiddin
İbnü’l-Arabî, Sadreddin Konevî, Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî, Nâsır-ı Hüsrev,
Feyzî-i Hindî ve Yûnus Emre başta olmak üzere pek çok mutasavvıf tarafından
benimsenen ve güçlü bir şekilde ifade edilen devir nazariyesi, “Biz Allah’a
aidiz, yine O’na döneceğiz” (Bakara 2/156) meâlindeki âyetin ışığı altında
açıklanmaya çalışılmıştır. “Her şey aslına rücû eder”; “İş O’ndan
başladı, yine O’na döner” ifadeleri devir nazariyesini özetler.
Bir mutasavvıfa, “Ben
madde idim, bitki idim, yer idim, gök idim...” deme imkânını veren devir
inancı şair sûfîlerin ilham ve heyecan kaynağı olmuş, hatta “devriyye”
adıyla anılan, şairane hayallerle süslü manzumeler yazılmasına yol açmıştır.
Büyük bir edebî değeri haiz olan bu devriyyeler daha çok İran ve Türk tasavvuf
edebiyatında geniş yer tutar
Dünyayı dolaştım hep kara batak
Görmedim bir karar
bilmedim durak
Üstümü kaç örtü bu
kara toprak
Kaç serildim kaç dirildim kimbilir
Gûfranî
Kırklar
Meydanı´nda erkâna girdim
Şah-i Velayet´ten
Kemerbest oldum
Selman-i Pak ile
yoldaş idim ben
Şu fena mülküne
çok gedim gittim
Yağmur olup yağdim
ot olup bittim
Urum diyarini ben
irşat ettim
Horasan’dan gelen
Bektaş idim ben
Şiri
Göklerden süzüldüm
tertemiz indim
Yere indim yedi
renge boyandım
Boz bulanık bir
sel oldum yürüdüm
Çeşit çeşit türlü
renge boyandım
Aşık Veysel ŞATIROĞLU
“Kemteriyem
yeryüzünde bittikçe
Çok kalıp eskittim
gelip gittikçe.”
Kemter Baba
Ölürse tenler ölür
Canlar ölesi değil
Yunus Emre
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorum yazarak, düşüncelerinizi benimle paylaşabilirsiniz.