Şu çok bilinen ve çok etkili olan bir iktidar taktiğidir Türkiye’de: Dinî hassasiyetleri bahane ederek düşünce ve ifade özgürlüğünü kısıtlamak ya da ortadan kaldırmak. İlahiyatçı Mustafa Öztürk’e yönelik “örgütlü” linç kampanyası, son dönemde Türkiye’de sıklıkla tanık olduğumuz özgürlüklere yönelik saldırı durumunun bir örneği.
Bir
düşünce insanının, dinî konularda akademik bir bilgi birikimi içinde belli bir
yorum sunan bir ilahiyatçının susturulması ve emekliliğini istemek durumunda
bırakılması bir ülke için büyük bir ayıp. Tıpkı, siyasi görüşünden dolayı veya
sırf gerçekleri ifade ettiği için veya uydurulmuş başka başka nedenlerden
dolayı gazetecinin, yazarın, siyasetçinin ve iş adamının tutuklu olması ayıbı
gibi.
Mustafa
Öztürk’ün karşı karşıya kaldığı muamele ve yalnız bırakılması, bir ülkenin
siyasi dünyasının değil sadece kültürel-düşünsel uygarlaşma derecesinin de
alâmetifarikası.
İnançların
alay konusu edilmesi elbette hoş bir şey değil, insanların kutsal bildiği kişi
ya da sembollere hakaret edilmesi elbette hoş karşılanamaz; ama bu olayda
açıkça dinsel bahaneler ileri sürülerek siyasi kazançlar ve siyasi güç korunmak
isteniyor.
Üstelik
yeni değil, Öztürk’ün daha önce yaptığı bir konuşmadan, bir amaç doğrultusunda
kullanılacak bir kesit alınıp, servis ediliyor ve sosyal medyada
yaygınlaştırılıyor. Üstüne üstlük, Öztürk’ün belirttiği gibi, Diyanet TV’de de
kendisi hakkında bir program hazırlanıyor. Bunların hepsi tesadüf eseri,
birbirinden habersiz gerçekleşiyor, öyle mi?
Burada,
Mustafa Öztürk’ün kişiliğinde, onun gibi düşünenlere ve düşüncesini ifade etme
cesaretini gösterenlere bir gözdağı olduğu açık değil mi?
Siyasi
iktidarın ve onunla iç içe geçmiş tarikatların, cemaatlerin dine ilişkin
geliştirdikleri yorum, tek ve gerçek doğru yorum olarak görülüyor ve böyle
kabul ettirilmeye çalışılıyor.
Kurumsallaşmış
bir dine ilişkin farklı yorumlar olabilir; kutsal kitaplar da değişik yorumlar
içinde ele alınırlar. Ortaya çıktıkları tarihlerden itibaren kutsal metinler,
ilahiyatçılar ve hatta filozoflar tarafından farklı biçimlerde yorumlandılar.
Bir ilahiyatçı olarak Öztürk’ün Kur’ân’a yönelik bir yorum geliştirmesinden
daha doğal ne olabilir?
Gelgelelim,
teoloji ile siyaset birbirine o kadar bağlı ki… Bir siyasi iktidar, dine
ilişkin belli bir yorum sunuyorsa, artık gücünü bu yorumdan almaya başlar. Laik
devletlerde siyasi iktidarın, hâkim bir yorum sunma durumu olmaz, olamaz. Ne
var ki Türkiye’de artık laikliğin izinden bile söz etmek güç.
Siyasi
iktidarın sunduğu ve gücünü dayandırdığı “dogma”sını sarsacak en ufak farklı
bir görüş, düşmanca karşılanacaktır. Çünkü “teoloji siyasettir”; sarsılacak
olan sadece belli bir yorum değildir, aynı zamanda iktidardır.
Bu
nedenle siyasi gücü temsil eden terimler, kavramlar kullanılarak düşünce ve
ifade özgürlüğü bastırılır; ne adına: “Devletin bekası adına”.
Artık
belli bir dinsel yorum ile birleşmiş siyasi gücün şiddeti, yarattığı korku ile
başka yorumlara yer bırakmaz. Sadece devlet gücü değildir, özgür düşüncenin ve
farklı yorumların karşısına çıkan korkutucu tehdit. “Konunun uzmanı” geçinen
diğer ilahiyatçılardan, tarikatlardan ve siyasi güce entegre olmuş bilumum
tabakalardan oluşan bir kitle, en doğruyu kendileri biliyorlarmışçasına
saldırıya geçerler.
Modern
ya da çağdaş, hangisi olursa olsun, devletin en temel görevi ve varlık nedeni,
farklı yorum sahiplerini, özgür düşünceyi, böyle bir kitlenin linç girişiminden
korumak olmasına karşın, devlet ve böyle bir kitlenin birleştiği bir ülkede
yaşadığınızı düşünün artık.
Eğer
insan, düşünen ve konuşan bir varlık olarak, düşüncelerini ifade edemiyorsa,
insanı insan yapan, insanın doğasına özgü en temel nitelik bastırılmış
demektir. İnsandan koparılamayacak bu niteliğin yok edilmeye çalışılması,
insanın ortadan kaldırılması anlamına gelir.
Bu
nedenle de, ne kadar korku salınırsa salınsın, dogmatik yorumlar ne kadar
gerçek din olarak sunulursa sunulsun, eninde sonunda bu geçersiz hale
gelecektir. Yorum hakkını ve yetkisini kendisinde gören kesimin iktidarı geçici
olduğu gibi, farklı yorumlar da hiçbir zaman bastırılamayacaktır. Çünkü insanın
doğasına aykırıdır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorum yazarak, düşüncelerinizi benimle paylaşabilirsiniz.