Önemli ölçüde İslam’ın üçüncü-altıncı asırlarında üretilmiş olan dinî bilgi ulemamız için bütün zamanlarda, bütün toplumlarda ve bütün coğrafyalarda ortaya çıkan insanî sorunların çözümünü içeren yeterli kaynaktır. O zamanlardan beri ulemamız Müslüman toplumları buna şartlandırmıştır.
Halbuki –neyin dinî bilgi
olduğu sorusu bir tarafa- dinî bilgi işin bir tarafıdır; diğer tarafında beşerî
hayat var ve bu hayat, Kur’an’ın asla değişmeyeceğini bildirdiği
ilâhî yasa (sünnetullah) gereğince sürekli değişmektedir. Dinî bilgiye sahip
ulema ise zihnen ve fiilen kendilerini değişen toplumsal hayatın sorunlarına ve
ihtiyaçlarına kapatan bir geleneğe sahiptirler. Bu nedenle –hele de hayatın her
bir alanı için özel uzmanların yetiştirildiği çağımızda- insanın ve insanlığın
reel sorunlarını ve ihtiyaçlarını bilmezler. Nitekim anlı şanlı âlimlerimizin
bile zihinlerindeki bilgiyi toplum ve insanlık için işe yarar kılamadıklarını
görüyoruz.
Elbette Hz. Peygamber ve
Sahabesinin tecrübeleri bütün Müslümanlar için ihmal edilemez örnektir. Ne var
ki, Sünnîsi, Şiîsi, gelenekçisi, İslamcısı, Selefîsi, tasavvufçusu, cemaatçisi,
Kur’an’cısı, hadisçisi ve diğerleriyle ulemanın zihinlerinde Peygamber ve
Sahabe dönemi mitleştiriliştir. Ancak Peygamber sonrasındaki siyasal
ihtilafların da etkisiyle, mezheplerin teşekkül etmeye başladığı İslam’ın
üçüncü yüzyılından itibaren Sünnî ve Şiî dünyada birbiriyle uyuşmayan Asr-ı
saadet mitleri, dolayısıyla din ve dindarlık tasavvurları oluşmuş; zamanla
mezhep taassupları, siyasal hesaplar gibi faktörler yüzünden farklılıklar daha
da derinleşmiştir.
Mezheplerin ve tarikatların
dününe-bugününe bakarsak, Asr-ı saadet tasavvurları, din ve dindarlık
anlayışları farklı sayısız grupların oluştuğunu, herkesin kendini ve kendine
yakın olanları “fırka-i nâciye” (kurtuluşa ermiş kesim), diğerlerini “fırak-ı
dâlle” (sapkın kesimler) saydığını görürüz. İşin trajik tarafı, bu fırka ve
mezhep taassubu o kadar yerleşmiştir ki, bugün bile “Eskilerin söyledikleri
elbette değerlidir. Onların tecrübelerinden yararlanmalıyız. Ama biz artık
onların dünyasında değil kendi dünyamızda yaşıyoruz. Dolayısıyla şimdiki
sorunlarımıza yeni çözümler düşünmemiz gerekiyor. Yoksa –görüyoruz ki- tarihin
dışına düşüyoruz; zamanın şartları ve sorunları bizi ezip geçiyor” demek bile
cesaret istiyor; diyenler de türlü şekillerde aforoz ediliyor.
***
Tefsir ve Hadis ilimlerinin
Kelam ve Fıkıh ilimlerine yardımcı alanlar olduğunu düşünürsek ulemanın gözünde
insanın din ve dünya hayatını düzenleyen iki ilim vardır: Kelam ve Fıkıh. Fakat
Sünnî dünyada Fıkıh aşağı yukarı 3./9. yüzyıldan itibaren büyük ölçüde Şâfiî
ulemanın, Kelam da 5./11. yüzyıldan itibaren yine Şâfiîlik mensubu Eş‘arî
ulemanın hegemonyasında gelişmeye başladı. Katı muhafazakâr olan Şâfiîkik,
“muamelat” denilen hukuk, ekonomi, siyaset gibi uygulamalı alanlarda, Eş‘arîlik
de fikrî ve itikadî alanlarda diğer Sünnî mezhepleri de gittikçe yenilik ve
değişim karşıtlığına iterek bütün Müslüman toplumları kapanmışlık ve donukluğa
sürüklemiş ve İslam toplumları kapatıldıkları bu dogmatik kafesten günümüze
kadar çıkamamışlardır.
Elbette bireylerin ve
toplumların ruhsal ve ahlâki yönünü besleyen inanç ilkelerinin düzen vermediği,
başıboş bir insanlık olmaz. Benim okuduklarımdan çıkardıklarıma göre Kur’an’ın
Asr-ı saadet toplumuna kazandırdığı, birbiriyle güçlü irtibatları bulunan
başlıca İslam ilkeleri şunlardır:
1. Açık-gizli şirk şaibesinden
arınmış, şeksiz şüphesiz bir Allah inancı ve O’nunla ilişkimizde bize rehberlik
edecek bir peygamber inancı; 2. Bizi insana, eşyaya, mala ve makama kulluktan
kurtaran, Allah’a şükran ve tevazu bilinciyle ruhlara işleyip pratiğe yansıyan
ibadet sorumluluğu; 3. İnsana ve bütün mahlûkata saygı, sevgi, merhamet gibi
asil duygular içeren bir adalet hakkaniyet ve dürüstlük ahlakı.
Bahsettiğim donmuşluk ve
kapanmışlığı aşmanın yolu, İslam’ın Asr-ı saadete verdiği dinamik ruhu kazanmaktır
ki, o da İslam’ın bu üç ilkesinden güç alarak, hayatın şartlarına bağımlı ve
teslim olmuş nesneler değil, özgür özneler yetiştirmekle olacaktır. Unutmayalım
ki Allah insanoğlunu özgür özne olma yeteneği taşıyan tek yeryüzü varlığı
olarak yaratmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorum yazarak, düşüncelerinizi benimle paylaşabilirsiniz.