Muhafazakârlık, ilmî ve akademik araştırmalarda, Fransız İhtilali ve Sanayi Devrimi gibi süreçlerin sosyal kurumlar, kavramlar ve değerler üzerinde yarattığı köklü değişim ve dönüşümleri tahribat/yıkım olarak değerlendiren ve buna koşut olarak radikal kapitalist modernleşmeyi hayra alamet görmeyen, özellikle devrimci hareket ve ilerleyişle eşgüdüm halinde yürütülen toplum mühendisliği projesini reddeden defansif bir duruş ve düşünsel bir tavır olarak ele alınır. Tanıl Bora’ya göre muhafazakârlık kapitalist modernleşme süreci karşısında, bu sürecin çözdüğü siyasal, toplumsal ve kültürel yapıların ve söz konusu yapılara yüklenen anlam ve değerlerin sürekliliği adına gösterilen tepkiye dayanır. Bu tepki yeni olanın mutlak reddi anlamına gelmez; eski ve yerleşik olanın, geleneksel ve kutsalın sürekliliğini modern koşullarda sağlamaya çalışmayı hedefler.
Muhafazakârlık farklı kültürler ve
sosyolojilerde birtakım ortak parametreleri içerse de kendini dışa vurma şekli
bakımından farklı modellerde ortaya çıkmakta, dolayısıyla farklı anlayışlar ve
fikrî tutumları bünyesinde barındırmaktadır. Ancak bizim burada mevzu bahis
edeceğimiz husus, muhafazakârlığın genel karakteristiği, Avrupa’daki hikâyesi
veya son dönem Osmanlı’daki Jön Türkler ve modernleşme hareketlerinin devrimci
yanına karşı sergilenen muhalefetin korumacı refleksleri değil, Türkiye
Cumhuriyeti’nin yaklaşık son yirmi yılına damgasını vuran siyasi hareketle
özdeşleşmiş “muhafazakâr demokrat” kimlikle alakalıdır.
Bu bağlamda ilk olarak “muhafazakâr
demokrat” kimliğin “demokrat” kısmından geriye pek bir şey
kalmadığını, dolayısıyla söz konusu kimliğe ilişik demokratlığın artık adı var
kendi yok hükmünde olduğunu söylemek gerekir. Bunun böyle olduğu artık bedihi,
yani delil aramaya ihtiyaç duyulmaksızın olanca çıplaklığıyla kendini gösteren
bir gerçekliktir. Haliyle bu konuda “yok öyleydi, yok böyleydi” diye
sarf edilecek her söz, kanımca laf-ı güzaftan ibarettir. “Muhafazakâr
demokrat” kimliğin “muhafazakâr” kısmına gelince, günümüz
Türkiye’sindeki siyasi vasatta “muhafazakârlık” denince, kıymet-i
harbiyesi çok yüksek bir şeyden söz edilmiş olduğu zannedilir. Oysa bugünkü
muhafazakârlık mevcut siyasi pozisyonunu koruma dışında neleri ya da hangi
değerleri muhafaza etmesi gerektiğini bile unutmuş, şimdiki durum algısı ve
mukteza-i hâli okuma kılavuzu çoktan şaşmış, özgüven denen şey ise epeydir
sırra kadem basmış, (Not: Bu noktada kimilerine göre bir özgüven patlamasından
da söz edilebilir; fakat kişisel gözlemlerime göre burada özgüven gibi görünen
şey, aşırı korku sebebiyle mezarlıktan geçerken ıslık çalmak gibi bir şeydir)
vaziyette huysuz ve huzursuz bir muhafazakârlık olarak arz-ı endam ediyor.
Günümüz Türkiye’sinde “muhafazakâr
demokrat” diye tanımlanan kimlik, özellikle son yıllardaki yapıp
ettikleriyle kendini hızla tasfiye ediyor. “Yapıp ettikleri” tabirinden
kastım, söz konusu kimliğe ilişik “demokrat” vasfına adeta ihanet
edercesine tatbik mevkiine konulan, yani çok önemli bir kısmı “Ben buyurdum
oldu” tarzında uygulanan, diğer bir kısmı da devletin yargı ve güvenlik
güçleri marifetiyle uygulamaya sokulan otoriter/totaliter icraatlar ve tasarruflardır.
Özellikle salgın sürecinde bütün toplumdan harfiyen uyulması istenen korunma
tedbirleriyle toplumun aylardır nefes alamaz hale gelmesine mukabil binlerce
kişinin lebâleb doldurduğu salonlarda siyasi parti kongreleri düzenlemek bize
şunu gösterdi ki muhafazakâr demokratlık nezdinde kendi konumunu tahkim etmek
dışında muhafaza edilesi pek bir değer kalmamış gibidir. Haliyle, sosyal adalet
duygusunun ve/veya maşeri vicdanın yaralanması, dikkate değer bir mesele bile
değildir. Muhafaza edilmesi gereken en önemli şey, az önce de söylendiği üzere,
sadece ve sadece temsil edilen siyasi kimlik ve hareketin ulvi menfaatinden
ibarettir.
Bugün bunları yazmış olmam, birçok okur
tarafından siyasi olarak belli bir pozisyon aldığıma, yani iktidarın karşısında
durup muhalefetin yanında konumlandığıma hamledilecek ve eleştirilecektir.
Eleştirilmek dert değil, fakat şunu da çok kısa ve kestirme biçimde not etmem
gerekir: Günümüz Türkiye’sinde siyaset denen şey, iktidarıyla muhalefetiyle,
hiç umurumda değildir. Umurumda olan ve bu yüzden de “itirazım var” demem
gerektiğine inandığım şey, vakti zamanında kendini “muhafazakâr demokrat”
kimlikle tanıtan siyasi hareketi salt siyasi değil, aynı zamanda insani,
vicdani bir hareket olarak görmüş olmamla ilgilidir. Fakat yirmi yıla baliğ
olan zaman, özellikle de şu son birkaç yıllık zaman ayan beyan gösterdi ki
yanılmışım. Kim bilir belki de bugün “yanıldım” dediğim noktada ben
yanılmışımdır.
Nitekim on gün kadar önce babamla bir
taraftan salgın yasakları, diğer taraftan lebâleb dolu kongre salonları
meselesini tartışırken, babam “Bu kongreler yapılmak zorundaydı” deyince, ben
de “Babam, haklısın, yeter ki sen kendini iyi hisset” dedim ve konuyu
kapattım. Hoş, gerçi babam da kendince haklı olabilir; ama benim temel ahlaki
ilkem şu ki sosyal adalet denen şey nalıncı keseri gibi hep içe doğru yontacak
şekilde, hep bizim menfaatlerimize göre işleyen bir şey değildir. Kaldı ki “Ey
iman edenler! Bizzat kendinizin veya anne babanızın ve dahi akrabanızın
aleyhine de olsa adalet hususunda kılı kırk yarmaktan ödün vermeyin” mealindeki
Nisa 4/135. ayet, bizim gibi “modernist” diye yaftalanan müslümanlar bir
yana, kendilerini mıh gibi dindar gören muhafazakâr müslümanlar için herhalde
ciddi bir anlam ifade ediyor olsa gerektir.
Her neyse, siyaset bağlamında kendi adıma
konuşursam, bugün itibariyle herhangi bir siyasi partiye yönelik tercihim,
market rafındaki şu veya bu marka ayçiçek yağlarından hangisini satın almam
gerektiğine ilişkin ölçütümden daha önemli ve anlamlı değildir. Hele de salt
seçim sath-ı mailinde vatandaşlık vazifesini ifa saikiyle oy kullanma ve
politik bir tercihte bulunma durumu söz konusu olduğunda, bu durumda ideolojik
aidiyet duygusu, benim zihnimde ebediyen nesh edilmiş haldedir. Kimi ne kadar ilgilendirir bilemem, ama ben
yine de söyleyeyim: Hal-i hazırda hiçbir siyasi parti ve hareketle doğrudan
veya dolaylı irtibatım ve iltisakım yoktur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorum yazarak, düşüncelerinizi benimle paylaşabilirsiniz.