Yolsuzluk mu daha kötüdür, yoksa yolsuzluğun bir felsefeye kavuşması mı?
Şüphesiz ikincisi… İlki yolsuzluk
yapanları, ikincisi ise toplulukları çürütür… İkincisinin tedavisi ilkine göre
çok daha zordur… Çünkü çeşitli aygıtlarla 'denetleme' görevi yapması
gereken kamuoyunun bir kısmı, artık yolsuzluğun tarafı hâline gelmiştir…
Yolsuzluk eylemi, onların gözünde suç olmaktan çıkmış, ya 'düşman iftirası'
gibi algılanır olmuş veya siyasî gerekçeye kavuşmuştur…
Böylelikle 'günah'ın gizli ve
sınırlı kalma mecburiyeti ortadan kalkmış, meşruiyet kazanması ve yüz
kızartmadan rahatlıkla yayılma potansiyeli mümkün olmuştur…
Şu klişeyi az duymadık değil mi:
"Çalıyor ama çalışıyor!.."
Ondan daha iğrenç olan şuydu:
"Şimdiye kadar hep başkaları iyiydi değil mi? Biraz da bizimkiler
götürsün!.."
Yolsuzluğun felsefeye kavuşması işte
buydu… Bizim yolsuz, yolsuzluk yaparsa bu yol doğru olabilir!.. Kendi hırsızlığını
öncekinin hırsızlığıyla açıklama, hatta ideolojik gerekçeler giydirerek üstün
kılma virüsü!..
***
Halbuki yolsuzluğun bizi/sizi, ideolojisi,
rengi olmaz… Kim, hangi gerekçeyle yaparsa alçaktır… Yetim hakkı yediği için 'dini
yok sayan'dır… Toplumun tamamıyla helalleşemeyeceği için kendisini Gayya
kuyusuna kendi eliyle atandır…
Yolsuzların ortak özellikleri, çok akıllı
olduklarını, iz bırakmadıklarını ve görülmediklerini zannetmeleridir… Oysa
istisnası yoktur, hep görülürler… Eğer bir düzende adalet mekanizması da
yolsuzluğun parçası hâline gelmemişse, o yolsuzların ifşa edilmeleri sadece
zamanlama meselesi olur…
Yolsuzluk yapan, sadece kendisine kötülük
etmez… Yuvarlandığı o rezil çukura, temsil ettiği değerleri, kurumsal yapıları
ve aynı karede göründükleri yol arkadaşlarını da çeker… Bulunduğu alanın
tamamını zehirler… Bugün ülkemizde dindarlığın değer kaybetmesinde bu anlayışın
büyük payı vardır…
***
Cumhuriyet'in İlk Yüzyılı'nda İlber
Ortaylı bu erozyonu ve bölgesini çok güzel tanımlıyor: "Birisi
birinin cebinden altın çalarsa o
hırsızlıktır, kötüdür. Böylesini asmaya kalksan tasdik edilir. Ama ortada
olan maldan hırsızlık yapana biraz söylenirler ve öyle kalır. Bu, bütün
Akdeniz dünyasının, Rusya dâhil Avrasya denen bölgenin hastalığıdır…"
'Ortada olan mal'… Yani devletin,
yani milletin, yani kamunun malı… Yedikçe iştahın açılacak, iştahın açıldıkça
daha çok yiyeceksin!.. Nasılsa direkt sahibi yok!.. Her türden asalaklar için
bulunmaz bir alan…
"İnsanlık"tan bir örnek
vermek gerekirse, Japonların %70'i ateist; 'geri kalanı da Budist, Şintoist ve
Hristiyan olmalarına rağmen, buluntu paralar hukuken bulana ait olduğu halde,
bir yılda 127 milyon yen, devlete iade edilmiş. Devletin, bulana ödül verme
teşebbüslerini, bulan kişilerin çoğu reddetmiş. Yolsuzluk durumlarında ilgili
kişi hemen istifa ediyor; bazen de intihar ediyor. Kaç tane "Müslüman"
bu "insanlığı" gösterebilir? Demem o ki: "Önce, insan olmak
gerekir". Müslümanlık, "insanlığa" dayanarak, ondan sonra gelen
daha üst-ince bir meseledir. İnsan olamamışlar, Müslüman olamaz…"
***
Yolsuzluk, iktidarları, toplulukları,
değerleri kemiren ağır bir problem… Para hırsı kadar, görülmeyeceğini, bilinmeyeceğini,
dokunulmayacağını veya güç sahibi olduğu için cezalandırılmayacağını zannetmek,
bu illetin gıdası…
William Shakespeare, Venedik Taciri'nde
"Gizlenemeyecek kötülük, örtülemeyecek yoksulluk var mı?" derken
tarihî bir yanılgıya düşmüştür… Nerede olursa olsun, hiçbir kötülük sonsuza dek
gizlenemez, hiçbir yolsuzluk örtülemez… Failin yaptığı her yerde görülür, fail
mutlaka deşifre olur… Tek fark, zamanlama farkıdır… Ahirete kalmadan!..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorum yazarak, düşüncelerinizi benimle paylaşabilirsiniz.