I
Örtü, elbise, giyinme tarihin
başlangıcından itibaren şerefin, namusun, statünün simgesi olmuştur. Adem
kıssasında “cennet yapraklarıyla örtünmeye çalıştı” ifadesi aynı zamanda Maslow‘un keşfettiği ihtiyaç
piramidine de bir atıftır. Giyinme, bizim en temel ihtiyacımız, süsümüz,
göstergemiz.
Toplumlar, zihinlerini ve
hayallerini elbiselerinin, çadırlarının boyalarına nakış olarak kodlamış.
Onları giyinerek muhataplarına mesaj yollamışlar. Alyansın “ben evliyim bana
göz kestirme” manasına gelmesi kadim kodların bugündeki yansıması.
Kur’an, Mekke’ye gelip
insanlara peygamberin dilinden hitap ettiğinde onların alışık olduğu bir tarz,
gündem vardı. Örtünme Kur’an’la gündem olmadı. Başa örtü almak, başı açık
gezmek tıpkı bizim alyans gibi bir mesaj içeriyordu. Cariyeler ve fahişeler
başlarını örtemezdi. Örtü yalnız toplumca kabul edilmiş meşru nikahlı asil
kadınların giysisiydi. Mekkeli bir erkek yolda yürürken kime alıcı gözle
bakamayacağını buradan anlayabiliyordu.
Fahişeler ve cariyeler aynı
kastın elemanlarıydı. Aralarındaki fark, cariyeler özel fahişelerdi. Sahibinden
başkasının yatağına gitmeme hakkı vardı. Cariyenin sahibi isterse onu yapmak da
zorundaydı. Köleler insan değil maldı. İnsanların köleleşmesine neden olan en
büyük sektör de hac ve kabile savaşlarıydı.
Mekke’nin tek bankası Amr
b. Hişam (Ebu Cehil) insanlara verdiği yüzde
yüz faizli ve vade geçtikçe artan borçları ödeyemeyenlerin kızına, karısına,
kendisine el koyuyor, borca mahsuben Ebu Cehil’in malı oluyordu. (Borçlular
kızlarına haciz gelmesin diye küçük yaşta gömüyorlardı. O…u olacağına ölsün
daha iyi diyorlardı)
Böyle bir toplumda örtünün
emrinin ne anlama geldiği gayet açık. “Bütün kadınlar asildir,
başlarını örtme hakkı vardır. Köle dahi olsa onlar fahişe gibi davranılmama
hakları vardır. Herkes Allah’ın kulu. Öyleyse hepiniz aynı derecede eşitsiniz
ve herkesin örtünme hakkı vardır. Kimsenin örtünmesine engel olamazsınız.”
Örtünme emri hitap ettiği
toplumda bir özgürlük ve asalet devrimi idi. İnsanlar örtünmek istiyordu, taciz
edilmek istemiyordu. Köleysem bile bir kişinin kölesi olayım, sokakta her gelen
bana asılsın istemiyorum demek istiyordu. Örtünün emri o insanları ferahlattı,
rahatlattı. Sonrasında işler değişti elbette.
Fakihler, bu emri tarihinden
ve bağlamından ayırıp mutlak bir kural olarak yorumladılar. Kadının
özgürlüğünün, özgünlüğünün, asaletinin, şahsiyetinin simgesi olan örtü,
fetihlerin devraldığı kör bilinçlerin dine müdahalesiyle “kadının
gizlenmesi gereken bir hazine” olması ve “erkeğe
hizmetle yükümlü varlık” algısının tefsirlerle
yerleşen İsrailiyyat algılarının Kur’an yorumu diye İslam’a boca edilmesiyle o
özgürlük emri kadın üzerinde toplumun baskı ve yönetim unsuru olmaya başladı ve
bugünlere geldi.
Bugün her şeye farklı
bakabiliyoruz. Kur’an ayetlerini tefsirlerden değil antropolojinin,
arkeolojinin, tarihin ilk eserlerinin söylemlerinden yorumlayabiliyoruz.
İsrailiyyata ve onun haberlerini ilim diye bize kusan hoca(!)lara mecbur
değiliz.
Bugünlerde bu tipleri akil
adam sıfatıyla topluma ittirmeye çalışanları toplum yemiyor. Çünkü bilgiye
ulaşım kolay ve herkes istediğini istediği gibi kısmen de olsa ifade
edebiliyor. (Bazen sonuçları ağır olabiliyor kabul)
II
Örtünmenin Türkiye’deki Tarihi
Türkiye’de kadınların
giysileri Osmanlı zamanında sorun değildi. Hatunlar evlerinin padişahı,
erkekler de dışişleri temsilcisiydi. Evde başları açıktı zaten, dışarı çıkarken
de örtülerini alıp gidiyorlardı. Ne padişahın ne de berikinin umuruydu. Yahudi
ve Hristiyanlar da örtülüydü o zamanlar elbette. En azından şimdiki gibi mini
etek giyenine rastlamak mümkün değildi. En fazla başı örtülü değildi. Anadolu
kadınının örtü sorunu neredeyse hiçbir zaman olmadı diyebiliriz. Orta Asya’dan
gelen haberler kadınların başlarının örtülü olmadığını bildiriyor. Göçebe bir
toplumda kadınlara elleşmenin sonuçlarına katlanabilecek kadar cesur erkek
yoktu zaten. Obalar belli kabilenin elindeydi. Evlilik de ayrılık da töre’ye
göre yapılıyordu. Fahişe ve cariyenin olmadığı bir toplumda kadın elbette orta
malı değildi ve Mekke’deki gibi bir algının Orta Asya toplumlarında olmasını
beklemek de mümkün değildi. Orta Asya kadınları bugünün bazı tiplerinden çok
daha tesettürlü, edepli, iffetli, asil kadınlardı. Toplumun erkekleri de bu
algıyı destekliyor, kadını bir nesne olarak gören Arap kültürünün tam zıddına,
evlilikte ve ayrılıkta kadına söz veriyorlar, kadın erkeğin hizmetçisi değildi
ama erkek evinin eriydi. “Sen ne bilirsin karı” gibi bir cümle dökülmezdi erkeğin ağzından.
Bu kadim töre, İkinci el İslam
yorumlarının ve fıkıh hükümlerinin etkisiyle ezildi, büzüldü, bitirildi.
Arapların erkek-egemen, kabileci, köleci kültürünün ürettiği fıkıh, Türk
yurduna giydirildi. Osmanlı’da bu minvalde bir kültür krizi oluştuğuna dair benim
bilgim yok. Bunun en büyük sebebi yerleşim yerlerinin küçük, evin avlulu
olması. Kadınlar zaten serbest, ihtiyaçları da karşılanıyor. Bir eli yağda bir
eli balda. Osmanlı fıkhındaki erkek egemen dile rağmen kadın-erkek krizinin
olmamasını şehir mimarisine ve estetiğine bağlıyorum şahsen. Ve tabii ki halk
arasında halen cari olan törelere, sosyal ilişkilerin genel bir kabule
dayanmasına.
III
Örtünmenin Tarihi
Cumhuriyet elbette bize gökten
inmedi. Sanayi devrimi, modernleşme, ilmiye sınıfının çürümesi, rüşvet, torpil
vb. birçok neden toplumu çürüttü, ilerlemeyi durdurdu. Biz dururken millet
ilerliyordu ve o ilerleme geldi sınırımıza dayandı. Osmanlı padişahlarının
niyeti halisaneydi ya da değildi bilemem ama vaka o ki çürüme her yerdeydi.
Bilim, kültür, sanayi durduğunda ekonomi de durur. Kazanılmayan paranın vergisi
de alınamadığına göre geliri olmayan şirketler gibi devletler de çökecekti.
Çöktü.
Yeni devletin değer ve
ilkeleri evrensel olmak zorundaydı. İslam’ı yalnız Arapların dini gibi
algılayan, hutbeyi dahi halkın diliyle, Türkçe okutmayan bir din algısının yeni
dönem için sahih ve sağlam bir dil oluşturmasını bekleyemezdik ki öyle oldu.
Cumhuriyet kafir düzeni, devlet gavur devleti oldu uzun bir müddet.
Gerçek olma ihtimali nedir
kesin bilgim yok fakat görgü tanıklarının anlattığı Kur’anları yakma, tarlada
kadınların başını açma gibi durumların varlığı ve yaygınlaşması, halkı devlete
karşı biledi. Devlet okuluna giden komünist olur algısı, Müslüman halkı
esnaflık ve köylülük kastında bıraktı çoğunlukla.
Şehirlere göçle birlikte
şehirde yaşayan köylülere dönüşen Anadolu halkı, bu çelişkisini arabesk ile
hafifletmeye çalıştı. Cemaat ve tarikatlar da bu dönemde palazlanmaya,
örgütlenmeye başlamıştı. Köyün hocasıyla gece gündüz sohbet edebilen hacı emmi,
onun yarım hoca karısıyla sohbet eden hacı teyze şehirde yetimdi. Horantaların
karnı köyde doymayınca, şehirde zenginleşen marabalar ağalara omuz atmaya
başlayınca “benim ondan neyim eksik” algısı salgına dönüştü ve büyükşehirler
hınca hınç dolmaya başladı.
Şehirde doğan çocuklar okulda
öğretmenlerinden farklı şeyler duyuyor, öğreniyor, milli eğitim kendi tebaasını
yaratıyordu. Buna bir son vermek için cemaatler sohbet halkaları kurup ev
sohbetleri düzenlemeye başladı. Buraların temel mevzuu “Biz köylü müyüz,
şehirli mi” idi. Alenen bu dillendirilmese de
meselelerin mahiyeti bunu açıkça ortaya koyuyordu.
IV
Örtünmenin Tarihi
Müslüman kesim önce kızlarını
okula göndermeyerek sisteme tepkisini ortaya koydu. Peki iyi güzel de okula
giden erkeklerin yanındaki kızlar kimden? İş böyle olunca zengin Müslümanların
oğlanları, zengin modernlerin kızlarıyla tanışıp evlenmeye, evlenememeye
başladı. Bu kriz erkek ve kız ayrı imam hatiplerin açılmasıyla biraz olsun
aşıldı. Ama bu sefer TV ortaya çıkmıştı. Orada batının vitrine çıkardığı güzel
hatunlar arz-ı endam ediyor ve erkekler de buna bayılıyordu. Kadınlar bundan
haberi yokmuş gibi davranıyor ama içten içe de bu çelişkiyi, krizi
yaşıyorlardı. Bazı erkekler kadınları tam örtünmek için baskılıyor, kendileri
ise en güzel, alımlı hatunları elde etmek için yarışıyordu.
Toplumun gelişmesi,
Müslümanların devlette ve ekonomide yerler edinmesi cumhuriyetin İslam’a
düşmanlık yorumunu benimseyen kliklerce görüldü ve yok edilmeye karar verildi.
28 Şubat, devleti ele geçirmeye ahdetmiş, güvenli yollardan modernleşmeyi
keşfetmiş Müslümanları bir tercihe zorladı. Dininin en büyük görüntüsü olan
başörtüsünü açacak mısın yoksa bu yarışta geriye mi düşeceksin?
Başörtüsü İslam değildir,
fetvasını veren şahsın bu süreçten en kazançlı çıktığını biliyoruz. O ve
cemaati 28 şubat sonrasında İslam’ın Türkiye’deki görünen yüzü oldu. Okumuş
çocukları bursladı, okumayacakların parasını cemaatine hortumladı. Müslümanları
“Ya bendensin ya da hiçsin” cümlesini
kabul etmeye zorladı. Ben tek gücüm demek istedi.
Haksız değildi. En büyük güç
onlardı. En büyük partide o dönemde onlarla birlikteydi. İki bine geldiğimizde
dünya aya biz yayaydık. Herkesin gündemi teknoloji, ekonomi iken biz
başörtüsüne takılmıştık. Esas gündemin o olmadığı, 50 küsur milyar dolarlık
banka hortumlamasıyla gün yüzüne çıktı ve iktidar ekonomik krizle devrildi.
V
Örtünmenin Tarihi
Yeni dönemde insanların
beklentisi ekonomi, Müslümanların beklentisi başörtüsüne özgürlüktü. O dönemde
ekonomik sıkıntıyı hissediyorduk ama ailem en çok dinin kaybolmasından endişe
ediyordu. 2002 seçimleri Türkiye’deki bütün kesimler için bir ferahlama olmuştu.
Herkes umduğunu bulmuş, hükümet tek başına iktidarın verdiği gücü halkın
refahına yansıtmaya, bu arada da Avrupa Birliği standardını öne koyarak batılı
statükoyu psikolojik savaşta alt etmeyi ve Türkiye’yi özgürlükler ülkesi
yapmayı başarmıştı. Hükümetin yalnız başına bu işin altından kalkma ihtimali
yoktu. Sivil toplumun en büyük temsilcisi de ondan yana gibiydi. Ta ki
hükümetten aldığı desteği yurt dışından aldığı gazla birleştirip “Ben bu
ülkenin efendisiyim” söylemine bırakana kadar.
Onunla beraber hareket edip
bütün yerleşik düşmanlarını alt eden hükümet, artık en büyük düşmanına göz
kestirip ondan da kurtulmayı kafasına koymuştu. Yolun sonu on beş temmuzda
bitti.
Bütün bunlar olup biterken
Türkiye gelişiyor, kentleşiyor, internet evlere giriyor, cep telefonları,
whatsapp, iletişim ve medyanın her türü insanların çocukların ceplerine
giriyordu. 90’da doğan bir çocuğun şu anda 31, iki binde doğanların 21 yaşında
olduğunu düşündüğümüzde iletişim neslinin nerelerde olabileceğini görmek zor
değil.
Kentte doğup kentte büyüyen,
okul, kafe, tv, medya, dizilerle kendini kültürleyen bu insanlar şu anda
kırkına yaklaşmış durumda. Erkekler kendilerine giydirilmeye çalışılan klasik
elbiseyi reddediyor. Hadis diye önüme koyduğunuz şey uydurma diyebiliyor. Kadınlar
açısından durum çok daha farklı.
Dini kurallara tamamen uyan
annesinin, zengin babası tarafından güzel ve alımlı bir hatunla aldatıldığını
gören çocuk, komşusunun farkına vardı. “Bu erkeklerin derdi din
değil, kendi keyfi. Madem öyle ben de nasıl istersem öyle olurum. Elin çirkin
bücür kadını süslenip püslenip benim kocamı elimden alacak ben de sizin gibi
erkeklerin ağzına bakıp kös kös oturacağım öyle mi?”
Bizim özgürlük diye yanıp
tutuştuğumuz ortam erkeklerin alt beyninin at koşturabileceği cinsel açılımları
kadınların da bu yarışta tek başınıza değilsiniz diyerek kendi güzelliğini,
değerini ortaya koyması için müsait ortamı oluşturdu. Erkeklerin yıllar boyu
ketledikleri cinsel açlıklarının toplumun her alanında karşılaştıkları örtülü,
örtüsüz kadınlar ile şaha kalkışı, din namına savundukları değerlerin tamamını
değersizleştirdi.
Onlar kendince haklıydı,
kadınlar da. İlahiyat bitiren kadınların başını açmalarındaki süreç böyle
işledi. Önce süslü eşarplar, sonra süslü saçlar. Başörtüsünü savunan mücahitlerin
ihale avcısı Rambo’ya dönüşmeleri din savunuculuğunun bir para hortumlama
servisi olduğu algısını yerleştirdi. Dini değerler maddileşti. Dinin maddeyi
lanetleyen genel algısı bu sefer kendini vurdu. Zengin hocaların, Müslümanların
anlattığı din, insanları dinden tiksindirdi. 90’larda dinin simgesi olan
başörtüsü, 2020’ye geldiğimizde “canım isterse takarım kimse karışamaz” nesnesi oluverdi.