Memleketin içinde bulunduğu durumu
tarif etmek için artık çok özel cümleler kurmaya gerek yok, zira halimiz
ortada.
Aylardır hepimize korkulu anlar yaşatan
Covid-19 salgını tehlikeli bir noktaya doğru gidiyor.
İşin başında doğru dürüst bir sokağa çıkma
yasağı uygulayamadığımız için, ülkenin her tarafından tehlike haberleri gelmeye
devam ediyor. Son günlerde vaka sayısındaki artış rakamları gizlenemez bir
noktaya geldi ve insanlar adeta bir panik hali yaşıyorlar. Şimdi geldiğimiz
noktadan bakınca insanlar doğal olarak “acaba bugüne kadar açıklanan vaka
sayıları ne kadar şeffaftı?” gibi sorular sormaya başlıyorlar.
Ayrıca ekonomideki kriz halinin
saklanamaz hale gelmesi, hepimizin hayatını derinden etkiliyor. Öyle ki
dövizdeki yangın söndürülemiyor ve şu günlerde Türk parası tarihinin en büyük
değer kaybını yaşıyor.
Hal böyleyken iktidar erki her gün farklı
bir hamaset dili üreterek, geniş toplum kesimlerini motive etmek için
memleketin sorunlarını çözmeye hiçbir katkısı olmayacak konuları köpürtmeye
devam ediyor. Covid-19’un ilk ortaya çıktığı günden bu yana konuştuğumuz,
uğraştığımız konuların kısaca bir dökümünü yaptığımızda nasıl bir çaresizlik ve
kifayetsizlik içinde olduğumuzu sanırım daha iyi anlarız.
-Pandemi sürecinde millete verecek paramız
yoktu ama, “dünya bize hayran” sloganlarını üretmekten geri kalmadık...
-Ekonomide giderek dibe vuruyorduk ama,
kağıt üzerinde “enflasyon düşüyor, işsizlik azalıyor, Türk ekonomisi uçuyor”
şarkıları söyledik...
-Bizi kıskanan dış güçlere nasıl büyük bir
devlet olduğumuzu göstermek için dünya aleme “Hasret bitmeli, zincirler
kırılmalı ve Ayasofya açılmalı” sloganlarıyla yeri göğü inlettik. Evet
Ayasofya açıldı, bizi çekemeyenler şimdi gıpta ile bakıyorlar...
-Bizi kıskanan dış güçlere ders vermek
için ürettiğimiz “Kadim medeniyetimizin dirilişi çok yakın, güçlü Türkiye’yi
kuruyoruz” sloganıyla milletin hayallerini taçlandırdık, ama bundan güç
alan birileri hilafet hayallerine kapıldı...
-Büyükşehirleri CHP’li başkanlar kazandı,
öyleyse milletin iradesini bypass ederek başkanların yetkilerini kısabilmek
için ince mühendislik hesaplarına heves ettik...
-“Corona mağdurlarına bedava ekmek
vermesinler, bu paralel devlet kurmak olur” diyerek tarihte kimseye nasip
olmayan başarılara imza attık!
-Son derece doğru bir kararla kadına,
çocuğa şiddeti yasaklayan İstanbul Sözleşmesi’ni övünerek kabul ettik, ama bazı
dini görünümlü kesimlerin itirazları üzerine oy kaybı endişesiyle sözleşmeyi
şeytanlaştırmaya karar verdik...
Evet Ayasofya’yı açtık, Covid-19’a,
ekonomik krize meydan okuyarak yüzbinlerce insanı Ayasofya’ya toplayarak “büyük
Türkiye” rüyaları gördük.
Ama artık rüya bitti, kelimenin tam
anlamıyla yolun sonundayız. Maalesef kağıt üzerinde çizdiğimiz pembe ekonomi
tabloları, “dış mihraklar”a meydan okumalar, Ayasofya’nın açılışıyla
görmeye başladığımız “diriliş rüyaları”, hilafet hayalleri, İstanbul
Sözleşmesi’ni şeytanlaştırma seansları ekonomik kriz gerçeğini ortadan
kaldıramadığı gibi Covid-19 salgınına da çare üretemiyor.
Geldiğimiz noktada iktidarın önünde iki
seçenek var; ya hukukun üstünlüğünü, liyakati, şeffaflığı, hesap
verilebilirliği ve ekonomik gerçeklikleri esas alan bir yönetim anlayışını
tercih ederek Türkiye’yi yeniden demokratik bir istikamete yöneltecek, ya da “Biz
bize yeteriz” vecizesiyle dünya gerçekliğinin dışında çıktığı yolda aynen
yürümeye devam edecek.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorum yazarak, düşüncelerinizi benimle paylaşabilirsiniz.