'Fıkıh hukuku' tabirini özellikle kullandım. Çünkü bugün İlâhiyat Fakültelerinde ders adı da olan “İslam hukuku” deyimiyle Müslümanlarda anlaşılageldiği şekliyle “Kur’an ve Sünnet kaynaklı hukuk”u kastediyorsak, bunun doğru olmadığını, okutulanın “fıkıh hukuku” yahut “fukaha hukuku” olduğunu söylüyorum. Çünkü:
***
İslam ümmetinin çok zamandır yaşadığı sorunların sebebi, fukahanın hukuki yöntemler, görüşler, hükümler üretmesi değildir. Elbette üreteceklerdi; mezhepler, ekoller oluşacaktı. Sorun, onların kendi beşerî ürünlerine kutsallık zırhı giydirerek hukuku dondurmalarıydı, halen de öyle; İlâhiyatlarda da “İslam hukuku” öyle okutuluyor. Halbuki fukaha, ürettikleri hukukun kendilerinin beşerî bilgi ve gayretlerinin ürünü olduğu gerçeğini kabul etselerdi, asırlardır yaşadığımız kilitlenme belki hiç yaşanmayacak, Kur’an ve Peygamber sünnetindeki belirttiğimiz olgu-hüküm ilişkisinin canlı uyumu her dönemdeki Müslüman toplumların kendi çağlarıyla uyumunu da sağlayacaktı. Ama öyle olmadı ve olguların kaçınılmaz dayatmalarıyla oluşan derin boşluklar önceleri “şer‘î hîleler” (!) ile, sonraları da onun yanında “telfik” ile yani içeriden dışarıdan toplamalarla, –J. Schacht’ın dediği gibi- “sınırlandırılmamış eklektizm”le kapatılmaya çalışıldı.
Neticede bir yandan hukuk teorisyenleri, kendi dogmatik dünyalarında, bazısı kurgusal olan meselelerin faydasız tartışmalarıyla “Allah adına” ahkâm üretti durdular. Siyaset bilimcilerin “patrimonyalizm” dedikleri keyfî yönetim sisteminin otoriterleri de kuralların kendilerini bağlamadığı sistemsizlikten memnunlardı. Öte yandan devlet bürokrasisi içinde bulunmanın yükünü taşıyan kadılar, ya velinimetleri olan otoriterlerin keyfi arzularına göre veya hukuk ve ahlak kurallarından bağımsız, irrasyonel önsezilerine göre değişen kararlar vermeye alıştılar. Bu keyfilik ortamında kuralsızlık, adam kayırmacılık, imtiyazcılık, öngörülemezlik gibi sorunlar kendi kendini kökleştirirken, devleti ve toplumu da çürüterek bugüne kadar sürdü. Bu sonucun doğmasında, hukuki kararları objektif kuralların belirlediği sistematik, rasyonel ve soyut hukuki düzenlemelerin (kodifikasyon) yapılamamış olmasının ciddi rolü olmalıdır.
Bizde ise “âlimler… sıradan
Müslümanların pratik ihtiyaçlarıyla alay edercesine, alakasız bir hukuk
geleneği benimsediler” (Bryan S. Turner). Sonuçta bu irrasyonel tutumun
dinimize de insanımıza da ne büyük zararlar doğurduğunu görüyoruz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorum yazarak, düşüncelerinizi benimle paylaşabilirsiniz.