İslamcılık, 19. yüzyılın sonları ile 20.
yüzyılın başlarında Osmanlı İmparatorluğu’nu inkırazdan kurtarma çabası olarak
zuhur eden ve bu çerçevede İslam’ı geleneksel anlayış ve kavrayıştan farklı
şekilde yeniden anlayıp yorumlayarak genel izmihlal ve inkıraz halinden
kurtulmanın mümkün olduğu yönünde zengin tahayyüller içeren bir ideolojidir.
Ancak zikri geçen dönemlerden bugüne değin
İslamcılık ciddi bir evrimsel süreç geçirmiş, başlangıçta geleneksel din
(İslam) anlayışına karşı mesafeli, yenilikçi, değişimci, eleştirel, tatminsiz
ve deyim yerindeyse az çok solcu bir duruş sergilerken, özellikle son yılların
Türkiye’sinde gitgide sıkı muhafazakâr, sağcı, sağlamcı ve sığ bir karaktere bürünür
hale gelmiştir. En son “İstanbul sözleşmesi”yle ilgili tartışmalarda da
kendini gösteren bu dramatik değişim/dönüşüm “1990’lı yıllarda İslamcılar daha
az kültürel ve eğitsel sermayeye sahip olmalarına rağmen etkili organik
aydınlar üretebilmişken, ardından gelen nesil akademik ve ekonomik olarak çok
daha yetkin ve başarılı olmasına rağmen neden yeni bir çizgi üretmedi? Neden
İslamcı zihin bir yerde durdu kaldı, açıkça ifade edilmiş, belirgin yeni
açılımlar tarihsel bir hikâye kurmaya imkân verecek diyalektik ilerlemelere yol
açmadı?” gibi kritik sorular üzerine kafa yormayı gerektirmiştir.
Bu bağlamda Hüseyin Padır’ın Birikim
Güncel’de yazdığı “İslamcı Zihinsel Tıkanmanın Kültürel Kökenleri Üzerine Bir
Deneme” başlıklı makalesi söz konusu soruların cevaplarına dair önemli
analizler içermektedir. “Bu soruların cevapları (eleştirel, analizci, bireyci,
kendine dönük, ilerlemeci) yazılı kültür ile (canlı, kümeleyici, sohbetçi, dışa
dönük, hatip-kişi kültü olan) sözlü kültür arasındaki ayrımda bulunabilir”
diyen Padır, dikkat çekici analizlerine şöyle devam etmektedir: Sohbetçi kültür
grup psikolojisini, hayran olunacak ideal konuşmacı-önderi merkeze koyar.
Sözlü-sohbetçi kültür analizden ziyade
kelime oyununu, retoriği, hazırcevaplığı tercih eder. Bireysel üretimden ziyade
kolektif kimliği önemser. Düşünceden ziyade duygusal anlatıyı önceler. Bu
kültürde (maddi ve düşünsel) kaynaklar açıkça belirtilmez, lütuf ya da ihsan
olarak görülür. Emeğin yerini gayret alır. Bu kültür, düşünceleri ile kendini ortaya
koyan birey-yazarı değil, okuyan gayretli kardeşleri üretir. Nihayetinde bu
kültürde yetişmiş insanlar Türkiye’nin en iyi üniversitelerinde okuyup ABD’de
doktora yaptıklarında dahi kültüre esaslı bir ekleme yapamazlar. Sohbetçi
kültür Weberci geleneksel otoritenin tahakkümü altında, eskilerin hiç
devrilmediği gerontokratik bir kültürdür. Eskiler devrilmediğinden ölülerin
gölgesi yaşayanların üzerine çökmektedir. Bu durum kendini açıkça ifade eden
bireylerden ziyade çekingen, kamusal söz söylemek yerine güvenli kariyer
yapmaya odaklı, agorafobik bir kimlik üretmektedir... Sohbetçi-sözlü kültür,
Padır’a göre İslamcılığın zihinsel tıkanıklığına sebep olan epistemolojik
engeldir. Şöyle ki İslamcılık maddi kültür, ekonomik şartlar ve kurumsal
imkânlar bakımından çok ilerlemiş olmasına rağmen sohbetçi kültür İslâmcılığın
kendini kavramasına engel olur. Bu tıkanıklık nedeniyle camianın içerisindeki
gençler ya kültür âşığı olmalarına rağmen entelektüel bir aydına dönüşmemekte
ya da geçmiş kuşaklarla bağ kuramayarak flanör (aylak), bohem (gamsız,
tasasız), kariyerist tiplere dönüşmektedir.
“Türkiye’de sağ siyasetlerin solda
hiç anlamadığı ve mütemadiyen müstehzi yaklaştığı husus solun sürekli bölünüyor
olmasıdır”
diyen Padır’ın tespitine göre soldaki yol ayrımlarının yerini İslamcılarda
birleşen yollar alır. Solda ideolojik bağlılıklar bireysel bağlılıkları
önceler. Oysa solun sürekli bölünmesiyle istihza eden İslamcı camia için temel
sorun mahallenin bölünmemesi, hâlâ “huzur sokağı” nostaljisinin devam
etmesidir. İslamcı-sohbetçi kültürü oluşturan grup bağları ve burs, himmet,
abilik gibi mahalli maddi organizasyon biçimleri fertleri sürekli bir mahalle,
cemaat (gemeinschaft) zihniyeti içinde kalmaya zorlamaktadır. Camiada yaşanan
ayrımlar kişisel bir düzlemde kalmakta ve abiler, büyükler, hatırlı kişilerle
tatlıya bağlanmanın yolları aranmaktadır. Daha çok kulaktan kulağa, açıkça
ifade edilmeden, sosyal medya trolleri üzerinden yürümektedir. Kamusal alanda
yaşanan ayrışmalar özelleştirilmekte, sohbetçi-cemaatçi bir tasavvurun
ifadesiyle “kol kırılır yen içinde kalır” mantığına indirgenmektedir.
Öte yandan, aynı şekilde kuşaklar arasında da açık ve net ayrımlar iradi olarak
inşa edilememekte, önceki kuşaklardan paradigmatik kopuşlar yaşanmamaktadır.
İslamcıların siyasal ve toplumsal alandaki bütün dönüm noktaları yoldan/sürüden
ayrılmamayı tembihleyen “yol kazaları” olarak deneyimlenir. Yol
kazalarına dayanan zihniyet kodu yeni kuşakların kopuşlarını, kendi yol
ayrımlarını kurmalarını engellemektedir.
Padır’ın İslamcı zihniyetin tıkanmasına
ilişkin bir diğer tespiti sözlü kültürün tutucu yapısı gereği kamusal tartışma
yapmanın önünü tıkadığı yönündedir. İslamcı camialarda organizasyon yapısı
hiçbir zaman açıkça belirlenmediği için, farklı fraksiyonlardaki kişiler neyi
neden yaptıklarının bilgisine, grubun hedeflerine, gelecek stratejilerine,
maddi ve manevi kaynaklarına dair yeterince bilgiye sahip olamazlar. Bu yüzden
de ortada kamusal olarak savunacakları rasyonel iddiaları ve amaçları yoktur.
İslamcı camianın içinde yetişmiş, siyasi kariyer basamaklarını hızlı tırmanmış
eğitimli kişilerin kamusal tartışmalarda oldukça zayıf fakat örgütlenme, siyasi
kayırma ve kaydırma, perde gerisinden manevra yapma konusunda çok mahir
oldukları fark edilebilir. Sözlü-sohbetçi mahalli kültürün zihin yapısındaki bu
insanlar kamusal alanda sadece polemikçi tarz ile gündeme gelmiş, grup içi
avantajları kullanarak hızla kariyer yapmışlardır. Agorayı sevmedikleri ölçüde
agoranın baskılanmasına da gayret etmişlerdir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorum yazarak, düşüncelerinizi benimle paylaşabilirsiniz.