2020 Türkiye’sinde artık genel olarak sağdan mesafelenmiş bir İslamcı aydın tipolojisinin pek kalmadığını düşünüyorum. Bu ifadenin de bir genelleme olduğunu ve elbette istisnalar barındırdığını biliyorum. İslamcı aydın kategorisinin artık pek kalmadığından söz etmek bir zamanlar böyle bir kategorinin var olduğunu düşündüğüm anlamına da geliyor elbette. O zaman meseleyi şöyle de ele alabiliriz: Bir zamanlar Türkiye’de sağdan bağımsız bir İslamcı aydın kategorisi vardı ama bu kategori son dönemde müthiş bir hızla sağcılaştı. Bu yazının ironik başlığı altında işte bu konuyu ele almak istiyorum.
İslamcı aydın söyleminin sağcılaşması bir
anlamda ekonomik/dünyevi asabiyenin ağır basması şeklinde okunabilir basitçe.
Türkiye’nin modernleşme tarihini “anti-teist” özellikler taşıyan bir
girişim olarak değerlendiren İslamcılık aslında bu bilincin bir ideolojiye
dönüşmesi anlamına da geliyordu. Yani teolojinin ideoloji haline gelmesi. Ben
bu durumun ilişkisel bir süreç olduğunu düşünüyorum. Yani Türkiye’nin laik(çi)liği
ile İslamcılığı birbirlerini sistematik olarak ürettiler. Cumhuriyetin laik(çi)
filtreleri dindarlığı siyasal bir kimlik haline getirdi ve ona içi çok da dolu
olmayan bir muhalif karakter kazandırdı. İşte tam da bu nedenle yaklaşık 10
yıllık bir iktidar tecrübesi İslamcılığın sağcılaşması için yetti.
Toplumsal süreçleri ahlaki kriterlerle
yargılamak yerine, onları analiz etmenin daha doğru olduğunu düşünmüşümdür hep.
Bu bağlamda, hızlı toplumsal değişim süreçlerinin insanlar üzerinde felsefi, ahlaki
tahribat yapması da kaçınılmaz olabilir. Yaygın anlamda İslamcı okuryazarlığı
işte bu açıdan eleştirmek ise mubahtır. Bunun elbette istisnaları olabileceğini
tekrar ifade etmem gerek. Ancak bu yoğun sekülerleşme sürecinin sakilliğini
aslında bir maneviyat açığının bir sonucu olarak da değerlendirebilmek lazım.
Bir olgunun toplumsal, tarihsel olarak açıklanabilir, anlaşılabilir olması
ahlaki çözülmeleri meşrulaştırmaz. Tıpkı sebeplerinin olmasının günahı ve suçu
aklamayacağı gibi. Çalmak hem günahtır hem de suçtur. Çocuklarınızın rızkı için
çalmış olsanız bile.
İslamcılığın sağcılaşması aynı zamanda
uhrevi değerleri dünyevi olanla çok kolay değiş tokuş edebilmenin de tarihidir.
Bunun bir adı da sekülerleşmedir. Ancak sekülerleşmenin bile kendi içinde katmanları,
seviyeleri vardır. Aynı kuşak içinde takvadan “günah işleme özgürlüğü”ne
geçişin sakil gözükmemesi mümkün değildir.
Benim kuşağımın İslamcıları eskiden
kendilerini sağcı olarak görmezlerdi. Hatta böyle nitelenmeyi kendilerine bir
hakaret sayarlardı. Bugün ise kendilerini neredeyse tereddütsüz bir biçimde
öyle gördükleri söylenebilir. O dönemde İslamcıların sağa yönelik eleştirelliklerinin
birinci boyutu sağın iktidarı, statükoyu temsil ediyor olmasıydı. İkinci boyut
ise insani düzlemde sağcılığı ahlaki açıdan fazla yozlaşmış bulmalarıydı.
Türkiye tecrübesi açısından bence oldukça önemli bir mesafeydi, ama korunamadı.
Son kertede bu tarihselliğin öznelerinin yaşadıklarını sadece “trajik” olarak
nitelendirmek bile onlara fazla paye vermek anlamına gelebilir. Trajik olan
hazırlıksız yakalandığınız bir seçim yapma zorunluluğunu içerir. İslamcı
okuryazarlık açısından böyle bir hazırlıksızlık belli ölçülerde söz konusu
olabilir. Ancak şahsiyet aynı zamanda krizlerle karşılaşana kadar kendinizi
yoğurduğunuz hamurun kalitesiyle de ilgilidir. Bu nedenle, ben “traji-komik”
sıfatının bu durumu daha iyi tarif edebileceğini düşünüyorum. Hem daha önce
ifade ettiğim sakillikleri daha iyi anlatması hem de seçimlerin aşırı
dünyeviliği ve içgüdüselliğini vurgulamak açısından.
İslamcı okuryazarlığın sağcılaşması aynı
zamanda dışarıdan çok net görülebilen ancak belli ki içeriden hissedilemeyen
bir entelektüel savruluş ile de kendini gösterdi. Gençliğinde Nietzsche, Marx,
Heidegger, Gadamer, Habermas, Foucault, Feyerabend’i hatmetmiş bazı insanlar
vülger, popülist, otoriter bir sağcılığın kalemşoru haline geldiler. Bir
zamanlar en iyi reklamcıların solcu şairlerden çıkması gibi belki. Türkiye’nin
ortalama solcu okuryazarlığı büyük ihtimalle bu süreci de “takiye” kavramıyla
açıklamakla yetinecektir. Ancak ben bunun yeterli bir açıklama olmayacağını
düşünüyorum. Bu insanlar gençliklerinde İslami Batı, modernlik, kapitalizm
eleştirilerini Batı’nın yukarıda örneklediğim eleştirel kuramcılarıyla birlikte
okudular. Yani Batı ve modernlik eleştirileri sadece geleneksel İslami
referanslara dayanmıyordu. Aynı zamanda Batı’nın içinden çıkmış en önemli modernlik
eleştirmenlerini de iyi biliyorlardı. Ben bu hattan önemli şeyler
çıkabileceğini düşünmüştüm doğrusu. Ama maalesef mümkün olmadı. Bunun yerine
cari olan bu birikimin basit bir iktidar apolojizmine harcanmasıdır.
Oysa Foucault’nun “iktidar” hakkındaki tespitleri
sadece Paris için geçerli değildi. Marx “sınıf” derken sadece İngiltere’den söz
etmiyordu. Oysa bugün bu İslamcı bakiyenin kapitalizmle hiçbir sorunu
olmadığını rahatlıkla görebiliyoruz. Artık sağcısına dönüştükleri toplum, gelir
dağılımının en kötü olduğu toplumlardan biri dünyada. Eskiden İslamcı
okuryazarlık eleştirilerini “modernlik” kavramı üzerinden kurardı. Bugün ise
sözünü ettiğim modernlik eleştirisi, kültürel bir Batı karşıtlığına kadar geri
çekilmiş duruma geldi. Kapitalizmle hiçbir sorunu olmayan, modernlikle barışmış
bir hareketin sağcı olarak nitelendirilmesine sanırım kimse itiraz etmez.
Kendileri de artık pek itiraz etmiyorlar zaten.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorum yazarak, düşüncelerinizi benimle paylaşabilirsiniz.