Küresel bir
salgınla mücadele ediyoruz, hepimiz alıştığımız günlük hayat seyrimizi
değiştirerek bu musibetten kurtulmanın çarelerini arıyoruz.
Bu öylesine hassas
bir süreç ki, hepimiz bilerek ve isteyerek en doğal özgürlüklerimizden feragat
ediyoruz. Çünkü buna mecburuz, ayrıca başka bir çaremiz de yok.
Ama talihsizlik o
ki toplumun müthiş bir dayanışma örneği sergilediği bugünlerde, devletin bu
dayanışma ruhuyla örtüşmeyen tavrı doğrusu vicdanları yaralıyor. Lütfen bu
ülkeyi seven herkes elini vicdanına koysun ve belediyelerin korona mağdurlarına
yardım götürmesinde nasıl bir kötülük olduğunu açık yüreklilikle kendine
sorsun.
Kim nasıl
değerlendirir bilemem, ama ben Allah’a inanıyorum. Benim inandığım Allah
yarattığı hiçbir kuluna karşı ayrımcılık yapmıyor. Rızık verirken “inananlar”
ya da “inanmayanlar” diye de ayrım yapmıyor. Çünkü Allah adildir ve nimetlerini
insanların, hayvanların ve bütün canlıların faydalanması için musahhar
kılmıştır.
Ve ben, Hz.
Peygamber’e bütün kalbimle inanıyorum. O rahmet peygamberi diyor ki: “Kim
Müslüman kardeşinin ihtiyacını giderirse, kim Müslüman kardeşini bir sıkıntıdan
kurtarırsa Allah da onu bir sıkıntıdan kurtarır; kim bir Müslüman kardeşinin
kusurunu gizlerse Allah da onun kusurunu gizler (affeder)” /Buhari-Müslim/
Düşüne biliyor
musunuz İstanbul ve Ankara büyükşehir belediyelerinin salgın mağdurlarına
yardım yapması engelleniyor, belediyelerin 25 yıldır ihtiyaç sahiplerine yardım
eden aş evleri kapatılıyor.
En vicdan
yaralayıcı olanı da Mersin Büyükşehir belediyesinin halka ücretsiz ekmek
dağıtımı valilik tarafından yasaklanıyor. Bu öylesine yürek burkucu bir haber
ki, insan ister istemez “Sonunda bugünleri de mi görecektik?” diye sormadan
edemiyor.
Bu nasıl bir
siyasi akıl tutulmasıdır ki AK Parti’nin bir genel başkan yardımcısı Allah’ın
nimeti olan ekmeğin mağdurlara ulaştırılmasını “paralel ekmek dağıtım” olarak
tanımlayabiliyor.
Doğrusu bu hali
tarif edecek cümle bulmakta zorluk çekiyorum. Aklın ve vicdanın sustuğu bir
iklim bu...
Benim bildiğim AK
Parti bu değil, çünkü o 70 milyonu kucaklamak üzere yola çıktı ve yıllarca
bunun mücadelesini verdi. Uzun yıllar memleketi Ankara’dan yönetmeye ve herkesi
rejimin ideolojik parantezi içine almaya çalışan jakoben zihniyete karşı yerel
demokrasiyi, özgürlükleri savundu ve meydanlarda ayrımcı zihniyetin bu
memlekete ne büyük kötülükler ettiğini haykırdı.
Ortak akılla
oluşturduğu kuruluş ilkelerini demokratik ve insani değerlerle şekillendirdi:
“Toplumumuzda kısır çekişmelere yol açan, din, mezhep, cinsiyet, etnik
ayırımcılık konularındaki tartışmalı uygulamaların temelinde, hak ve
özgürlükler konusundaki eksiklikler yatmaktadır. Demokrasimizi evrensel düzeye
taşıyacak ‘insan haklarına dayanan’ devlet anlayışının yerleşmesiyle bu kısır
çekişmeler sona erecektir.”
Şimdi AK Parti ne
yazık ki kendi ilkelerine meydan okuyor ve maalesef dramatik bir şekilde 80 yıl
sonra her şeyi Ankara’dan kontrol eden “dokunulmaz devlet”i yeniden ihya
ediyor.
Zaman zaman
‘hafızam bana oyun mu oynuyor acaba’ diye kendimi sorguluyorum. Zira benim de
vekil olduğum dönemde halkın iradesi dışında hiçbir gücün olamayacağını, her
şeye
Ankara’nın karar
verdiği günlerin geride kaldığını, seçilmişlerin üzerinde hiçbir gücün
‘vesayet’ oluşturamayacağını, seçilmişleri itip kakan zihniyetin artık bu
topraklarda bir daha hayat bulamayacağını söyledik.
Ama şimdi
anlıyoruz ki yanılmışız, meğer yazı da tura da gelse hep Ankara kazanıyormuş,
“yeni Ankara kriterleri”ne seçilmiş belediye başkanlarının valinin emrinde
olması gerekiyormuş.
Ve galiba ‘tek
bayrak’ın altında muhalefete yer yokmuş...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorum yazarak, düşüncelerinizi benimle paylaşabilirsiniz.