Gazetelerde, TV kanallarında, internet
portallarında haftalardır koronavirüs konusuyla dolaylı veya doğrudan ilgili
olmayan hiçbir haber yer almıyor.
Ne siyaset ne magazin ne futbol…
Hiçbirinin anlamı yok bugün için. Öylesine önemli ve hepimiz için öylesine
doğrudan ve yakın bir tehdit ki bu konu, “hayatî” zannettiğimiz meselelerin
neredeyse hiçbirinin önemi kalmadı.
İnsan doğasının üç temel güdüye sahip
olduğu düşünülür: Öncelikle hayatta kalma (güvenlik, beslenme ve barınma
ihtiyaçlarının karşılanması) ve sonra neslini sürdürme güdüleri fizyolojik
alandadır. Bunlardan sonra ise sosyal/kültürel alandaki ihtiyaçların
karşılanmasına ilişkin güdüler devreye girer.
Maslow’un meşhur ihtiyaçlar hiyerarşisi
önce fizyolojik ihtiyaçlar, sonra güvenlik ihtiyaçları, sonra sosyal ve
duygusal ihtiyaçlar (sevgi, itibar vs.) en sonra insanın kendini gerçekleştirme
ihtiyacı olmak üzere beş kademeden oluşur.
Her halükârda insanın fizyolojik
ihtiyaçları önceliklidir. Siyaset felsefecileri devletin varlığını da öncelikle
insanın temel ihtiyaçlarını karşılaması işlevine bağlarlar. (Hobbes’a göre
insanlar kendi aralarında yaptıkları bir sözleşmeye canlarını güvenceye almak
için doğal haklarından vazgeçip -aslında yine kendilerinin bir araya
gelmesinden oluşan- devletin hükmüne tâbi olurlar.)
Bir hükümetin olmazsa olmaz görevi
vatandaşlarının can güvenliğini sağlaması ve hayatını idame ettirme ihtiyacını
karşılamasıdır. Kültürel konulardaki ihtiyaçlar ilk kategoride problem yoksa
devreye girer.
Yani sözgelimi ekonominiz bozuksa ülkeyi
yöneten kadroların kimliği, dindar mı laik mi oldukları veya “yerli ve milli”
olup olmadıkları, Atatürkçülükleri vs. çok anlam taşımaz. Onun için iktidarlar
kültürel alanlarda sergiledikleri tutumdan ziyade ekonomideki performansları
itibarıyla kalıcı veya gidici olurlar. Dünyada da öyledir Türkiye’de de
öyledir. Çünkü insanın doğası her yerde aynıdır.
***
Bu perspektiften bakarsak, bugün
Türkiye’de olup bitenleri siyasi iktidarın tam anlamıyla değerlendirebildiğini
söylemek zor. Zaten sıkıntı içinde olan Türk ekonomisi koronavirüs salgınının
yükünü taşıyabilecek durumda değil maalesef bugün.
Türk ekonomisinin aslında epeydir ciddi
sıkıntıları var. Bu sıkıntıların temelinde de belirli bir süreçte
rasyonaliteden uzaklaşan siyasetin ve ehliyet yerine sadakatin, liyakat yerine
itaatin tercih edildiği bir yönetim anlayışının sergilediği yanlışlar var.
Belirli bir süreçte uygulanması gereken “dışarıdan sıcak para girişine dayalı
ekonomik büyüme modeli”nden bir türlü üretim ve ihracat ekonomisine
geçilememesi bir yana, uygulanan modelin kırılganlıklarını hesap etmeden atılan
“iç politika eksenli dış politika” adımları var.
2018’de patlayan kur kriziyle su yüzüne
çıkan problemler doğru politikalarla müdahaleyi gerektiriyordu. Ama yaşananlar
“dış güçlerin kur saldırısı” olarak tanımlandı ve akıllıca (görünen) bir
hamleyle tek taşla iki kuş vuracak şekilde değerlendirilmek istendi. Hem
ekonomi yönetiminde yapılan yanlışların sorumluluğu üstlenilmedi hem de yaşanan
sıkıntılar iç politikada taban konsolidasyonu için devreye sokuldu. Ancak bu
stratejinin sürdürülebilir olmasının imkânı yok. Çünkü ekonomi konusunda
belirli bir algı oluşturup kamuoyunu bir süreliğine ikna etmek mümkün belki ama
ekonominin algıyla yönetilmesi mümkün olmadığı için algı yönetimini ilanihaye
sürdürmek mümkün değil. Vatandaş eninde sonunda kendi cebindeki paranın
fırından kaç ekmek almaya yettiğini görerek bir kanaat sahibi olacaktır.
***
İşte bu şartlar altında koronavirüs
salgını çıktı karşımıza… Vatandaşlarımızı bu salgından korumanın tek yolu
erkenden sokağa çıkma yasağı uygulanmasıydı. Bunu niye yapamadık? Hükümet
ekonominin çarklarını durdurmayı -haklı olarak- göze alamadığı için. Belki kısa
bir süre de olsa işsiz kalacak insanlara yardım edebilecek kaynak bulunmadığı
için. Tarihimizde ilk defa Merkez Bankası’nın 40 milyar TL tutarındaki “ihtiyaç
akçası” geçen yıl İstanbul seçimleri öncesi Hazine’ye aktarılıp harcanmış
olduğu için.
2008’deki küresel finans krizinden en
fazla etkilenen ülkelerin başında gelen -ve bugünlerde Türkiye’nin yardım
göndermekle övündüğü- İspanya finans sektörüne, şirketlere ve koronavirüsten
etkilenen yoksul vatandaşlara aktarılmak üzere 200 milyar avroluk kaynak
ayırdı. Biz ancak hayırsever vatandaşlarımızın hamiyetine istinaden bir “yardım
kampanyası” açabildik.
Görüldüğü kadarıyla, kamuoyunu hoşnut eden
bir adım olmadı bu yardım kampanyası. Çünkü buradan yaraları sarmaya yetecek
miktarda para toplanmasını beklemek de yanlış, bu yardım kampanyasını bizzat
devletin yapıyor olması da yanlış. Devleti çaresizlik içinde vatandaşına el
açmış gibi gösteren bu icraat siyasi akılla da bağdaştırılamaz.
Bu çerçevede belediyelerin yardım
kampanyalarına yönelik engelleme adımı ise ortaklaşa çözmek zorunda olduğumuz
ortak sorunu siyasallaştırma anlamına geliyor. Oysa muhalefet bu süreçte yapıcı
bir yaklaşım gösterdi. İktidarın yapması gereken şey de muhalefeti de muhalefet
partilerinin yönettiği belediyeleri de -iş dünyası ve sivil toplum
kuruluşlarıyla birlikte- bu mücadeleye dahil ederek siyaset üstü milli bir
seferberlik anlayışı içinde bu zor günlerin atlatılmaya çalışılması için
öncülük etmek olmalıydı.
Ne yazık ki bir krizin daha kötü
yönetilişine şahit oluyoruz
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorum yazarak, düşüncelerinizi benimle paylaşabilirsiniz.