AK Parti’den kopmuş olan siyasetçiler
tarafından kurulan yeni partilerin “siyasi sermayesi” olarak görülen
değerlerden biri “dürüstlük”.
Böyle düşünenlere göre: Bu partilerin
liderlerinden biri başbakanlık görevinde bulunmuş, öbürü uzun süre ekonomi
yönetiminin en tepesinde görev yapmış olduğu halde akçalı konularda kendileri
ve çevreleri hakkında hiçbir şaibe, söylenti, kuşku dile getirilmemiştir.
Dolayısıyla iki yeni partinin AK Parti karşısındaki avantajlarından biri bu
konu olabilir deniliyor…
Peki, doğru bir tespit mi bu? Yolsuzluk
söylentilerinin artması, bal tutanın parmağını yaladığına inanılması veya kamu
imkanlarının birilerini zenginleştirme aracı yapıldığının düşünülmesi kamuoyunu
iktidardaki partinin aleyhine döndürebilir mi?
Bu sorulara cevap verebilmek için toplumun
kültürel karakterini tanımak ve zihniyet kodlarını çözebilmek gerekir. Elbette
hırsızlığı, yolsuzluğu, devletin parasının çalınmasını, milletin malının gasp
edilmesini hiçbir toplum hoş görmez ama bir toplumun bu konulara göstereceği
tepkinin öngörülebilmesi için önce bu kavramların o kültürdeki karşılıklarının
belirlenmesine ihtiyaç var.
Yani devlet nedir, millet kimdir, çalmak
veya gasp etmek nasıl olur?
Meselenin inceliği buradadır. Hırsızlık
bütün kültürlerde kötüdür ama hırsızlık dediğinizde her toplum bundan tam
olarak aynı şeyi anlamayabilir. Mesela bazı kültürlerde yalnızca kendi kabilenden
veya aile üyelerinden çalmaktır hırsızlık. Hatta yabancının malını ele geçirmek
kimi toplumlarda kahramanlık sayılır.
***
Bizim toplumda durum nasıl? Devletten
vergi kaçırmak bizde (“fiş almazsak kaça olur”) hırsızlık olarak görülmez. Veya
hazine arazisini çevirmek milletin malını gasp kabul edilmez. Hatta “devletin
malı deniz yemeyen keriz” gibi atasözlerimiz vardır.
Ziya Paşa aslında bu zihniyetin tasvirini
yapar: “Milyonla çalan mesned-i izzetde ser-efrâz/Birkaç kuruşu mürtekibin câyı
kürekdir” (Milyonları çalanlar yüksek makamlarda oturur başları dik/Birkaç
kuruşluk yolsuzluk yapana en ağır ceza verilir.) Dikkat ederseniz burada
“milyonlar” zengin insanlardan çalınmıyor, devletten çalınıyor. Onun için sorun
olmuyor. Buna mukabil bakkalın rafından veya manavın tezgahından aşırılacak en
küçük bir nesne bile hırsızlıktır. Çünkü bizim gibi bir ferdin malıdır çalınan.
Ama “devlet malı” öyle değildir. Ne de olsa toplumsal zihniyetimizde devlet
“bize ait” bir kurum değildir. Bizim dışımızdaki bir yapıdır.
Hep birlikte oluşturduğumuz milli varlığın
siyasi/bürokratik çatısı olarak görmeyiz devleti. Kamu malını bu yüzden “milli servet”imiz
olarak görmeyiz. Kamu malını çalan çırpan olursa “bana ne” deriz, gidenin bizim
kendi cebimizden gittiğini akıl etmeyiz. Çünkü kendimize ait görmeyiz devletin
malını.
***
Bu zihniyet sosyolojik anlamda millet olma
aşamasına ulaşamamış topluluk zihniyetidir. Esas itibarıyla 1950’lerden
itibaren yaşanan çarpık ve düzensiz şehirleşmenin (daha doğrusu yüzlerce yılda
şekillenmiş “şehirli kimlikleri”nin çözülmesinin) sonucudur ama köklerinde
kültürel genetiğimiz vardır.
Söz konusu zihniyet çerçevesinde
aidiyetimiz geniş millet kimliğine değildir, küçük grup kimliklerinedir. Bizim
aşiretimizden, bizim cemaatimizden, bizim partimizden vs. olmayanlara
güvenmeyiz. Bizim gibi ülkelerde güç ve zenginliğin yegâne dağıtım merkezi olan
devletin “bunlar” tarafından ele geçirilmesini istemeyiz. Zira devlet, bizim
olmadığına göre, ele geçirilecek bir kaledir. Onlar ele geçireceğine bizimkiler
ele geçirsin dediğimiz güç kaynağıdır.
Binaenaleyh, ülkemizde siyasi iktidarlara
yöneltilen yolsuzlukların çoğaldığı, kamu imkanlarının amaç dışı kullanıldığı
veya en azından bu alandaki suistimallere göz yumulduğu gibi suçlamalar çok
etkili olmuyor. ANAP iktidarı döneminde bu konuda ifade edilen “çalıyorlar ama
çalışıyorlar” sözü yeterince aydınlatıcı bir örnektir.
Bu bakımdan yolsuzluklarla mücadele ve
şeffaflık vaadiyle ortaya çıkan bazı partilerin sırf bu açıdan hüsnükabulle
karşılanacağını düşünmek hayalcilik olur.
Türk toplumunda devleti yönetenlerden
beklenen şey kişisel erdem değildir. Halka “babalık” etmeleridir. Orhun
yazıtlarında “Aç milleti doyurdum, çıplak milleti giydirdim…” diyor Bilge
Kağan.
“Çalmadım, çırpmadım, kimseyi haksız yere
zenginleştirmedim” demiyor. Çünkü modernite öncesi toplumlarında -genel
anlamda- kamu malı diye bir kavram yok; devlet diye bir güç ve imkân dağıtım
santrali var. O da kralın, sultanın veya hakanın malı.
Bugün için düşünürsek, siyasi iktidar açısından
ekonominin iyi yönetilmiyor olduğuna ilişkin bir algı yolsuzluk algısından çok
daha tehlikelidir
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorum yazarak, düşüncelerinizi benimle paylaşabilirsiniz.