Siyasi sahadaki bütün tartışmaların
merkezinde yer alan temel konunun “iyi yönetim” ve “kötü yönetim” terimleriyle
özetlenmesi yanlış olmaz.
Ülkedeki siyasi aktörlerin her biri kendi
programlarının “iyi yönetim reçetesi” olduğunu ileri sürer. Zaten demokratik
bir ülkede muhalefeti iktidar alternatifi haline getirmenin tek yolu vardır: İş
başındakilerin “iyi yönetim” ihtiyacına cevap veremez hale gelmeleri.
Özellikle “kriz dönemleri” siyaset
açısından, adı üstünde, “kritik dönemler”dir.
Dünyanın tamamında olduğu gibi Türkiye’de
de bugün iktidar çevreleri krizin iyi yönetilmesi için (veya iyi yönetildiğine
halkı ikna etmek için) en yüksek çabayı göstermekteler. Ancak bu alanda “iyi
yönetim”in gerçekleşmesi yolunda öncelikle “iyi yönetim araçları”na ihtiyaç
var. Türkiye’deki sıkıntı bununla ilgili.
Yeniden uzun uzadıya bunları konuşmaya
gerek yok. Aylar önce şunu yazmıştım: “Türkiye’nin yönetimle ilgili sorunları
başından beri hep sistem sorunuydu. Ancak son devirde bu sorunları çözmek
iddiasıyla gerçekleştirilen ‘sistem değişikliği’ girişimleri durumu düzeltmedi,
aksine tamamen sistemsizliğe yol açtı. Çoktan beridir elimizde ne kurumlar var
ne kurallar ne de denetim mekanizmaları. Dolayısıyla iyi yönetim ancak tesadüf
eseri karşımıza çıkabilir artık.”
Koronavirüs salgını karşısında gösterilen
“yönetim refleksi” ne durumda peki? Sağlık Bakanı ciddiyetle süreci yürütüyor,
Bilim Kurulunun tavsiyeleriyle kararlar alınıyor… Şeffaf bir anlayışla veriler
vatandaşla paylaşılıyor… “İyi yönetim” değil mi bu?
Evet iyi yönetim bu. En azından göründüğü
kadarıyla bu bir iyi yönetim örneği. Gelgelelim, münhasıran Sağlık Bakanlığı
bünyesindeki bu iyi yönetim örneği mevcut siyasi iktidarın diğer organlarının
yaklaşımını ne ölçüde temsil ediyor diye bakıldığında pek olumlu bir tablo
çıkmıyor karşımıza.
***
Bilim Kurulunun tavsiyeleriyle kararlar
alınıyor diye biliyoruz ama bu kurulun hangi tavsiyelerinin dinlenip
hangilerinin dinlenmediğini bilmiyoruz. TFF’nin lig maçları, Diyanet’in de Cuma
namazı konusundaki adımlarının gecikme sebebini bilmediğimiz gibi…
Daha ilk günlerde salgına yönelik
uyarıları seslendirenlerin “insanları paniğe sevk ediyor” diye suçlandığını,
“Çin’den gelenlerin ülkeye girişine izin verilmesin” önerisine haftalar boyunca
kulak verilmediğini, keza İran için de aynı durumun yaşandığını hatırlıyoruz.
Üniversite öğrencilerinin virüsün bulunma
ihtimali olan büyük şehirlerden virüsün belki henüz ulaşmadığı şehirlere ve
köylere kontrolsüz bir şekilde dağıtılması… Umreden dönenler ülkenin dört bir
yanına dağıldıktan sonra meselenin öneminin anlaşılıp ancak en son kafileler
için önlem düşünülmesi… gibi örnekleri de hatırlıyoruz…
Ülke çapında olmasa bile hiç değilse
-vakaların yüzde altmışının yaşandığı- İstanbul için ve hiç değilse kısmi
kapsamı olan bir sokağa çıkma yasağının bir türlü kabul görmemesi ileriki
yıllarda herhalde kritik bir nokta olarak hatırlanacaktır.
Devletin “yardım kampanyası” da ileride
acıyla hatırlanacaklardan biri. Bütün dünyada hükümetler piyasaya sıcak para
arzına ve mağdur vatandaşları desteklemeye yönelik paketler açıklarken bizde
devletimizi çaresizlik içinde vatandaşına el açmış gibi gösteren bu icraat
kuşkusuz “iyi yönetim” örneği sayılamaz. Tekalif-i milliye hatırlatması da pek
siyasi akıl eseri görünmüyor. Dahası, CHP’li belediyelerin yardım
kampanyalarına yönelik engelleme adımı meseleyi siyaset üstü bir anlayışla ele
almaya yönelik bir siyasi refleksin mevcut olmadığının işareti.
***
Sağlık Bakanlığı bünyesinde teşkil edilen
“Bilim Kurulu” olumlu ve önemli bir yapı. Çünkü toplumun tamamını ilgilendiren
kararlar alınırken konunun uzmanı olan kişilerin bilgileri ve tavsiyeleri
doğrultusunda hareket edilmesi aklın ve mantığın gereği. Kamuoyunun bu yapıya
yönelik olumlu yaklaşımı ve güveni de, bana sorarsanız, hayra alamet…
Ancak birilerinin de şunları düşünmesi gerekiyor:
Bilim Kurulu’na ve dolayısıyla bilime ve uzmanlığa gösterilen teveccühün
temelinde uzmanlıktan, ehliyetten ve liyakatten giderek uzaklaşan bir yönetim
anlayışının toplumda uyandırdığı rahatsızlık yok mu? Son zamanlarda bilhassa
“kurumsal akıl”dan uzaklaşan bir yönetim anlayışının payı yok mu bir “kurul”u
toplumun bu kadar heyecanla kucaklamasında?
Ayrıca kamuoyunda Sağlık Bakanı hakkında
oluşan olumlu izlenimin konuyla dolaylı veya dolaysız ilgisi olan diğer
bakanlar veya yöneticilerin tamamı için neden söz konusu olmadığını sorgulamak
gerekmez mi?
Bu süreçte özellikle Diyanet İşleri
Başkanı’nın tepki odağı haline gelmesinin “din düşmanlığı” dışında bir izahı
yok mu?
Hani olur olmaz yerde “krizi fırsata
çevirmekten” söz ediyorlar ya, işte önlerindeki bu fırsattan istifadeyle “ben
nerede hata yaptım” diye ciddi bir muhasebe yapmayı niye düşünmüyorlar?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorum yazarak, düşüncelerinizi benimle paylaşabilirsiniz.