Çünkü hızla artan vaka sayıları karşısında
herkes devletin başı olarak Sayın Erdoğan’dan salgını önlemeye yönelik bir
açıklama yapmasını bekliyordu. Mesela hızla yayılmakta olan virüs nasıl
frenlenecek? Mesela vakaların artış hızında Türkiye’nin İtalya’yı geçtiğini
söyleyenler haklı mı? Mesela Türkiye İtalya gibi olmamak için hangi tedbirleri
alıyor? Mesela işyerlerini kapatmak zorunda kalan küçük esnaf için devletin ne
tür hazırlıkları var?
Gibi…
Ve elbette ki toplumda, hızla artmaya
devam eden vaka sayısının karşısında (ki Rusya 1500 vaka ve 8 ölüm sayısını
görünce sokağa çıkma yasağı ilan etti) Sayın Erdoğan’ın da artık sokağa çıkma
yasağı ilan edeceği beklentisi hakimdi.
Öyle olmadı.
Gerçi Erdoğan konuşmasında güzel
haberlerde verdi, Türkiye’nin sağlık altyapısının oldukça güçlü olduğunu,
sağlık teşkilatlarına gerekli takviyelerin yapıldığını, hastanelerin gelişmiş
düzeyde olduğunu anlattı. Ancak Erdoğan’ın konuşmasındaki temel konu “Biz bize
yeteriz” sloganlı bağış kampanyasıydı. Kampanyayı şöyle açıkladı:
“Velhasıl aldığımız her tedbirle,
devletimizin vatandaşının yanında olduğunu gösterdik. Sivil toplum
kuruluşlarımızın da, imkanları çerçevesinde ihtiyaç sahiplerine destek olmaya
çalıştığını biliyoruz. Bu konuda da devletin öncülük etmesi gerektiğini
düşündüğümüz için milli dayanışma kampanyası başlatıyoruz. “Biz Bize Yeteriz
Türkiye’m” diyerek başlattığımız kampanya için bir yardım hesabı açıldı.
Kampanyayı, şahsım olarak, 7 aylık maaşımı bağışlayarak açıyorum.”
Sayın Erdoğan’ın 7 maaş bağışını AK
Partili siyasetçilerin, belediye başkanlarının bağışları takip etti. Elbette ki
bunlar çok güzel hareketlerdir.
***
Hiç kuşkusuz ki Türkiye bu salgına zor
döneminde yakalandı.
İktisatçı Prof. Dr. Selva Demiralp, Taha
Akyol’a verdiği mülakatta Türkiye’nin salgına hangi koşullarda yakalandığını
şöyle anlatıyor:
“Türkiye ekonomisi maalesef virüse yüksek
enflasyon, genişlemiş bir bütçe açığı, düşük merkez bankası rezervleri ve
süregelen özel sektör bilanço sorunu ile yakalandı. Bu maalesef iyi bir
kombinasyon değil. Çünkü krizle mücadele için hareket alanınızın kısıtlı olduğu
ve atacağınız adımların daha riskli olacağı anlamına geliyor.” (30 Mart, Karar
)
Olağanüstü bir dönemden geçiyoruz. Sadece
Türkiye değil bütün dünya olağanüstü bir dönemden geçiyor, salgın bütün dünyayı
etkisi altına aldı. Daha önemlisi salgın sadece insanların hayatını değil,
ülkelerin ekonomisini de tehdit ediyor.
Mesela, Amerikan Merkez Bankası FED,
salgın nedeniyle birçok eyalette uygulamaya konulan “tecrit” politikaları
nedeniyle ABD’de milyonlarca kişinin işsiz kalacağını, bu sürecin 1930’ların
başında yaşanan “Büyük Buhran”dan üç kat daha kötü olacağını söylüyor.
Ülkeler krizi önlemeye yönelik ciddi
adımlar atıyor, vatandaşlarına trilyon dolarlık paketlerle yardım elini
uzatıyor.
Amerika, Almanya, İtalya, Fransa, İspanya,
Kanada, İngiltere ve diğer Avrupa ülkeleri yüz milyar eurolarla ifade edilen
yardım paketlerini açıkladılar. Açıklamaya ve vatandaşlarına “devlet yanınızda
endişe etmeyin” mesajları vermeye devam ediyorlar…
Türkiye’de önemli bir adım atarak 18
Mart’ta 100 milyar TL’lik yardım
paketini açıklamıştı.
On gün sonra da “bağış kampanyası” başlattı.
Soru şu: Devlet bağış kampanyası yapar mı?
***
Eski Başbakan, Gelecek Partisi Lideri
Ahmet Davutoğlu dün sosyal medya hesabından yaptığı açıklamada “Devletler
vatandaşlarına para aktarırken, bizde vatandaştan para toplanıyor. Burada bir
terslik yok mu?” dedi.
Sayın Davutoğlu’nun “burada bir terslik
yok mu?” sorusu yerinde bir soru değil midir?
Devlet bağış kampanyası başlattık der mi?
Eski Merkez Bankası Başkan Yardımcısı,
eski BIST Yönetim Kurulu Başkanı ve Gelecek Partisi Genel Başkan Başdanışmanı
Doç. Dr. İbrahim Turhan’a devletin başlattığı bağış kampanyasını sordum, özetle
şunları söyledi:
“Olağanüstü bir süreçten geçtiğimiz
muhakkak. Dolayısıyla bir devletin
olağanüstü önlemleri alması ve vatandaşlarını hayatta tutmak için ne gerekiyorsa
yapması elzemdir. Yaşadığımız krizin sağlık boyutu kadar ekonomik boyutunun da
ele alınması şart. Olumsuz etkilenen şirketleri ayakta tutmak, işini ya da
gelirini kaybeden vatandaşlarının da asgari ihtiyaçlarını karşılayabilmek için
ciddi gelir transferlerine ihtiyaç var. Bunun için ise kaynak gerekiyor. Modern
devlet kaynağı vergi toplayarak, gerekirse gelecekteki gelirlerine karşılık
bugün borçlanarak, istisnai durumlarda da para basarak yaratır. Vergi toplama,
borçlanma ve para basma yetkisi devlete başka bir şeye muhtaç olmaması için
verilmiştir. Dolayısıyla etkili bir devletten beklemeyeceğimiz şey olsa olsa
bağış toplayarak kaynak yaratmaya çalışmak olur.
Özellikle böyle toplumsal travmaların
yaşandığı olağanüstü dönemlerde vatandaş devletini yanında görmek ve güven
duymak ister. Halk devletinden ‘Endişelenme, bugünler geçecek, bu süre zarfında
ben senin elinden tutacağım, ben senin düşmene izin vermeyeceğim’ mesajını
duymak ister.”
Sayın Turhan olağanüstü dönemlerde yardım
kampanyalarının da devreye girmesi gerektiğini söylüyor:
“Sosyal devlet olmak, vatandaşların asgari
ihtiyaçlarını karşılamak, tabiri caizse başlarını suyun üzerinde tutacak
desteği sağlamayı gerektirir. Ama tabi iş burada bitmez. Asgari ihtiyaçları
devlet sağladıktan sonra da insanların insanca yaşayabilmesi için ilave
desteklere ihtiyacı olabilir. İşte burada devreye sivil toplum kuruluşları,
toplumsal dayanışma ve yardımlar girer.
Kızılay tam da bunun için var değil mi?
Vatandaşın yardım kampanyasına çağrılması, teşvik edilmesi güzel bir şey. Keşke
Cumhurbaşkanı Kızılay’ın başlatmış olduğu bir kampanyaya bağışta bulunarak
halka öncülük etmiş olsaydı.”
Keşke böyle olsaydı. Devlette zaaf var
algısını oluşturacak bir kampanya başlatmak yerine Sayın Erdoğan, mesela
Kızılay’ın başlatmış olduğu bir kampanyaya bağışta bulunsaydı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorum yazarak, düşüncelerinizi benimle paylaşabilirsiniz.