6 Nisan 2020 Pazartesi

DİN-DEVLET İLİŞKİLERİNİN TARİHİ. Mustafa İslamoğlu


Devlet güce, din vicdana yaslanır. Gücü adalet, vicdanı ahlak besler. Onun için devletin dini adalet, dinin devleti ahlaktır. Adaletsiz devlet de, ahlaksız din de tek şey üretir: Zulüm. Sadece her şirk zulüm değil, -daha beteri- HER ZULÜM ŞİRKTİR!
Tarihte gücü eline geçiren her zalim, zulmünü meşrulaştırmak için dini kullanmıştır. Numrut ve Firavun da aynısını yapmıştır. Sokrat’a baldıran içirenler, Yahya’yı koç gibi kesenler İsa’yı çarmıha layık görenler, Rasulullah’ın başına ödül koyanlar...
Sen Just’ü katleden, Haypatia’yı linç eden, Ebu Hanife’yi zehirleyen, Servetus, Bruno, Ferhunde’yi yakan, Nesimi’nin derisini yüzen, Sühreverdi’nin kellesini kesen, N. El-Amili ve Molla Lütfi’yi asanların hepsi de dine referansla işlediler bu cinayetleri.
Emevi Hanedanı zalime karşı mazlumu destekleyen, Kur’an’ın ihya ettiği İslamdan kurtulmak istedi. “Devlet dini” olan UYDURULMUŞ DİN’in temelini attı. Sünnetullaha paralel sünnet, ayete paralel hadis, “mescid”e paralel “cami”, Kabe ve Mekkeye paralel “kubbe ve Kuds” icat etti.
Kur’an’ın yaptığı DEVRİM, Emevilerin yaptığı KARŞI DEVRİM idi. Emevilerin bu ihanetini fark edip mücadele edenler oldu: Ebu Zerr, İbn Mesud, Hucr, Ali, Hüseyin, Amr el-Maksus, Ma’bed, H. Basri vd... Kimi diri diri gömülerek, kimi kellesi kesilerek öldürüldü, kimi eziyet gördü.
ABBASİLER de Emevilerin izinden gitti. Ebu Hanife onları gaspçı olarak gördüğü için, ölmeden önce son sözü şu oldu: “Beni gasp edilmemiş bir toprağa gömün.” Onun katili 2. Abbasi halifesi İran din-devlet ilişkisini aynen ithal etti. Özü şuydu:
“Din-devlet ikiz kardeştirler. Dinin ruhban sınıfı devletin gayrı meşru işlerini kitlenin gözünde meşrulaştırır, buna karşın devlet de ruhban sınıfını besler, kollar, görür, gözetir.” (Edeb, İbn Mukaffa) Selçuklu Tuğrul-Kündüri-Kutalmış-Dinişmendlilerle İslam’ın özüne yöneldi.
Fakat Kündüri’yi hunharca katleden Eş’ari vezir, Horasan sufiliğinin Anadolu’yu “İslam” adı altında enfekte etmesinin önünü açtı. Emriyle kurdurduğu ve adını verdiği medresenin tek amacı vardı: İSLAM’I BİR DEVLET DİNİ OLARAK KURGULAMAK. Bu devletin dini adalet değil GÜÇ idi.
Bunu “teğallub” adı altında ilke haline getirdiler. Yani: kim galip gelirse devlet onundur. Osmanlı bu kural üzerine bina edildi. Kuruluş’tan 18. Yy’a kadar süren hanedan kavgaları, evlat ve kardeş cinayetleri, siyaseten katiller hep teğallüb kuralının eseriydi.
Üç sınıfın (seyfiyye-ilmiyye-kalemiyye) kaderi de -istisnalar hariç- padişahın iki dudağına bakardı. Gerçekte Şeyhülislam da Sultanın emir kuluydu. İçtihat lazımsa onu da padişah yapardı. Eğer ulame böyle bir şeye soyunursa, Sayda Kadısı örneğinde olduğu gibi kellesi giderdi
OSMANLI ilkin karma bir kült-din ile çıktı. Biraz İslam, biraz Şamanizm, biraz Zerdüştizm ve Budizm. Hepsi de ezoterik mistisizm ile soslanmıştı.
Fetih milattı. 2. Murat gibi bazı hanlar Sünni-Alevi şeyh İ. Zahid Geylani’nin müridi şeyh Safiyyüddin ve oğlu Cüneyd’e altın gönderdiler. Bunların torunu Şah İsmail, Osmanlı’nın can düşmanı Şii Safevi devletini kuran kişiydi.
İSTANBUL’UN FETHİ, Osmanlı devlet dininin oluşumunda dönüm noktasıydı. Bizans’ın din-devlet ilişkisini Osmanlı tevarüs etti. Şeyhülislamlık, dini üniforma, protokol...
Fatih akılcı bir mü’min olarak istisnaydı. Oğlu Bayezid ‘gavura’ resmini yaptıran babasını “dinsiz/mülhid” ilan ederek çıktığı yolda mistik panteizmi OSMANLI DEVLET DİNİ etmek için kolları sıvadı.
İlk icraatı Mesnevi’yi paralel Kur’an ilan eden Molla Camii’yi İstanbul’a davet etmek oldu. Ve gerisi geldi...
Osmanlı halkı Sultan’ın kuluydu, birkaçı hariç sultanlar ise şeyhlerinin kulu oldu. Model şuydu: Sultan ülkenin sahibi, şeyh sultanın sahibi.
İRAN SAFEVİ DEVLETİ Sünni-Alevi dergahının doğurduğu Şii devletti. Esasen Osmanlı Anadolu’su hiç Sünni olmamıştı. Anadolu’nun dini Sünnilikle soslanmış Sufilikti. Türk Safevi hanedanı Şiiliği devlet dini edindi. Rakibi Osmanlı Sünni soslu sufiliği devlet dini edindi.
Osmanlı ve Safevi düşman kardeşlerdi. Birinden kaçan hanedan üyesi rakibe sığınırdı. Osmanlı Sünniliği de Safevi Şiiliği de DİNCİ DEVLET İDEOLOJİSİ idi. İkisi de Mezheplerini din edinip saltanatlarına payanda etti.
Sünnilik ve Şiilik İki devlet için kullanışlı bir koltuk değneğiydi: Bazen yaslandıkları, bazen halkı dövdükleri, bazen rakibi alt ettikleri... İki değneğin hep sopaladığı şey İslam’ın ta kendisiydi.
Osmanlı, savaş devletiydi. Devlet gelirinde aslan payı savaş gelirleriydi. Bu, orduyu güçler hiyerarşisinde tepeye oturttu. Ordunun göbeğinde Yeniçeri vardı. BEKTAŞİLİK, Yeniçeri’nin ideolojisiydi. Devlet Dini’ni oluşturan karışımın da ana rengiydi.
Bektaşi inancı, başta Türkmen unsurunun karma inancıydı.  Buna Yeniçeriliği oluşturan Hıristiyan asıllılar başta, tüm unsurların inancı da karıştı. Buna devlet tarafından kovuşturmaya uğrayan Devlet Dini dışındaki tüm inanç mensupları da dahil oldu.
Babailer, Kalenderiler, Cavlakiler, Haşhaşiler, Pavlikanlar, Sabataistler, Hub-Mesihler, Maşukiler vs’nin hepsi de Bektaşilik içinde gizlenen kripto inançlara dönüştüler.
Osmanlı’nın en uzun yüzyılı 17. Yy idi. Devlet çamura saplanmış çıkış yolu arıyordu. Mistik ve akışkan Devlet Dini’ne, katı, tutucu ve Mızraklı İlmihal’ci Osmanlı Talibanı olan Kadızadeliler aşısı yapıldı. Aşı tutmadı, ters tepti.
Kadızadelilerin ‘Mızraklı Şeriatı’, Osmanlı’nın ‘ne koysan gider’ dinine fazla sert gelmişti. Yüzyıllık arayıştan sonra yeni bir Devlet Dini bulundu: HALİDİ NAKŞİLİK.
Yeraltı/yerüstü kaynaklarıyla İngilizlerin dikkatini daha o günden çeken Kuzey Irak’tan cerbezeli biri bulunup Hindistan’a götürüldü. Orada Müslüman-Hindu-Sih üçgeninde mistik ve ezoterik bir kişilik kazandırıldı. Üstüne sos olarak da etnik milliyetçilik aşısı vurulup yollandı
Devir 2. Mahmut devriydi.
2. Mahmut reformcu bir sultandı. Ülkenin selametini Batılılaşmada görüyordu. Yaptığı kıyafet devrimi yüzünden, gelenekçi kesimler adını “GAVUR PADİŞAH” koymuşlardı. Devlet için kullanışsız hale gelen mevcut din yerine yenisi gerekti.
Osmanlı, tarihte nadir görülen bir olaya imza attı. Kendi ordusunu imha için dini kullanarak cihat ilan etti. 1826’da Yeniçeriler katliama uğradı. Buna HAYIRLI OLAY adı verildi.
Tutanak altına alınan devlet zirvesinde, Nakşi şeyhi, sultanı Yeniçerilerin kökünü kazımaya ikna için çok dil dökmüş ve sonunda başarmıştı. Sonuçta Bektaşi tekkeleri doğuda Halidi-Nakşilere, batıda Mevlevilere peşkeş çekildi.
Devlet Dini’ni değiştirmek için yola çıkan Osmanlı bir mistik yorumu diğeriyle değiştirmek için öz ordusunu halkına imha ettirmişti. Tanzimat (1839) ve Islahat (1856) süreçleri, devletin rehin alınmasıyla (Kapitülasyonlar) ivme kazandı.
Sultan Abdülaziz, bu sürece güçlü bir itiraz yönelttiği için bedelini canıyla ödedi. Ona karşı NAKŞİ-HALİDİ ŞEYHİ önderliğinde yapılan darbe Galata’da bir Tarikat tekkesinde planlandı (1859).
Osmanlı eski tarikattan kurtulmak için ordusunu gözden çıkarmış, fakat onun mülkünü hibe edip devleti eline verdiği yeni tarikat Yeniçeriler gibi yine darbe yapmıştı.
Osmanlı’nın yıkılışında Devlet Dini olan tarikatların rolü üzerine onlarca doktora tezi yazılmalıydı.
Ama “dokunan yanar” alanı olduğu için bu alana kimse el atamadı, attırılmadı. Suriye (Köftero ve Buti aileleri), Irak (Kesnizani), Çeçenistan’daki (Kadirof) tarikat darbeleri de bu geleneğin günümüzde hala sürdüğünü gösterir.
Cumhuriyet, Osmanlı din-devlet ilişkilerinin esasına hiç dokunmadı. Devlet ile din yine aynı çuvaldaydı, devlet dini kullanıyor, buna karşılık ruhban sınıfını maaşla besliyor, sipariş ettiği fetvayı alıyor, olmadı işine son veriyordu. İktidarlar değişti DEVLET DİNİ aynı kaldı
DEVLET DİNİ icadı sadece bize has değildi. Mesela Japonlar da 19. Yy’ın sonunda bunu yapmıştı. Eskiden kasaba ruhçuluğu olan ve her biri ayrı telden çalan Şintoizmi ulus devlet ideolojisini içeren MİLLİ DİNE dönüştürdüler. İntihar savaşçıları (kamikaze) bunun eseriydi.
Şimdilerde bu modeli KUZEY KORE uyguluyor. JUCHE adı verilen bu DEVLET DİNİ kadim Kore geleneği +ırkçılık+Marksizm+Kim İl Sung ailesinin ilahlaştırılmasına dayanıyor.
Devlet dinlerinin hepsinin ortak yanı aynı: güç ve iktidarı elde tutmak için dini kullanmak.
Bunu sağlamak için de:
1 İçi boşalmış dini kimliğe indirgemek
2 Kalenin duvarlarını yükseltmek
3 içeriye korku ve gaz salmak
4 dışarıyı düşman olarak tanıtmak
5 kütleyi cahil ve meşgul tutmak
6 Çoban-sürü ilişkisinin kişilik sahibi bireyler arası ilşkiye evrilmesine mani olmak
 Peki, bu kısır döngü nasıl kırılır?
1) Kula kulluğa hayır (tevhid);
2) İnsanın insanı sömürüsüne hayır;
3) “insan devlet için var” diyene hayır;
4) her türlü ruhban sınıfına hayır;
5) güce tapıp adını Allah koyana hayır diyerek.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorum yazarak, düşüncelerinizi benimle paylaşabilirsiniz.