Devlet güce, din
vicdana yaslanır. Gücü adalet, vicdanı ahlak besler. Onun için devletin dini
adalet, dinin devleti ahlaktır. Adaletsiz devlet de, ahlaksız din de tek şey
üretir: Zulüm. Sadece her şirk zulüm değil, -daha beteri- HER ZULÜM ŞİRKTİR!
Tarihte gücü eline
geçiren her zalim, zulmünü meşrulaştırmak için dini kullanmıştır. Numrut ve
Firavun da aynısını yapmıştır. Sokrat’a baldıran içirenler, Yahya’yı koç gibi
kesenler İsa’yı çarmıha layık görenler, Rasulullah’ın başına ödül koyanlar...
Sen Just’ü
katleden, Haypatia’yı linç eden, Ebu Hanife’yi zehirleyen, Servetus, Bruno,
Ferhunde’yi yakan, Nesimi’nin derisini yüzen, Sühreverdi’nin kellesini kesen,
N. El-Amili ve Molla Lütfi’yi asanların hepsi de dine referansla işlediler bu
cinayetleri.
Emevi Hanedanı
zalime karşı mazlumu destekleyen, Kur’an’ın ihya ettiği İslamdan kurtulmak
istedi. “Devlet dini” olan UYDURULMUŞ DİN’in temelini attı. Sünnetullaha
paralel sünnet, ayete paralel hadis, “mescid”e paralel “cami”, Kabe ve Mekkeye
paralel “kubbe ve Kuds” icat etti.
Kur’an’ın yaptığı
DEVRİM, Emevilerin yaptığı KARŞI DEVRİM idi. Emevilerin bu ihanetini fark edip
mücadele edenler oldu: Ebu Zerr, İbn Mesud, Hucr, Ali, Hüseyin, Amr el-Maksus,
Ma’bed, H. Basri vd... Kimi diri diri gömülerek, kimi kellesi kesilerek
öldürüldü, kimi eziyet gördü.
ABBASİLER de
Emevilerin izinden gitti. Ebu Hanife onları gaspçı olarak gördüğü için, ölmeden
önce son sözü şu oldu: “Beni gasp edilmemiş bir toprağa gömün.” Onun katili 2.
Abbasi halifesi İran din-devlet ilişkisini aynen ithal etti. Özü şuydu:
“Din-devlet ikiz
kardeştirler. Dinin ruhban sınıfı devletin gayrı meşru işlerini kitlenin
gözünde meşrulaştırır, buna karşın devlet de ruhban sınıfını besler, kollar,
görür, gözetir.” (Edeb, İbn Mukaffa) Selçuklu
Tuğrul-Kündüri-Kutalmış-Dinişmendlilerle İslam’ın özüne yöneldi.
Fakat Kündüri’yi
hunharca katleden Eş’ari vezir, Horasan sufiliğinin Anadolu’yu “İslam” adı
altında enfekte etmesinin önünü açtı. Emriyle kurdurduğu ve adını verdiği
medresenin tek amacı vardı: İSLAM’I BİR DEVLET DİNİ OLARAK KURGULAMAK. Bu
devletin dini adalet değil GÜÇ idi.
Bunu “teğallub”
adı altında ilke haline getirdiler. Yani: kim galip gelirse devlet onundur.
Osmanlı bu kural üzerine bina edildi. Kuruluş’tan 18. Yy’a kadar süren hanedan
kavgaları, evlat ve kardeş cinayetleri, siyaseten katiller hep teğallüb
kuralının eseriydi.
Üç sınıfın
(seyfiyye-ilmiyye-kalemiyye) kaderi de -istisnalar hariç- padişahın iki
dudağına bakardı. Gerçekte Şeyhülislam da Sultanın emir kuluydu. İçtihat
lazımsa onu da padişah yapardı. Eğer ulame böyle bir şeye soyunursa, Sayda
Kadısı örneğinde olduğu gibi kellesi giderdi
OSMANLI ilkin
karma bir kült-din ile çıktı. Biraz İslam, biraz Şamanizm, biraz Zerdüştizm ve
Budizm. Hepsi de ezoterik mistisizm ile soslanmıştı.
Fetih milattı. 2.
Murat gibi bazı hanlar Sünni-Alevi şeyh İ. Zahid Geylani’nin müridi şeyh
Safiyyüddin ve oğlu Cüneyd’e altın gönderdiler. Bunların torunu Şah İsmail,
Osmanlı’nın can düşmanı Şii Safevi devletini kuran kişiydi.
İSTANBUL’UN FETHİ,
Osmanlı devlet dininin oluşumunda dönüm noktasıydı. Bizans’ın din-devlet
ilişkisini Osmanlı tevarüs etti. Şeyhülislamlık, dini üniforma, protokol...
Fatih akılcı bir
mü’min olarak istisnaydı. Oğlu Bayezid ‘gavura’ resmini yaptıran babasını
“dinsiz/mülhid” ilan ederek çıktığı yolda mistik panteizmi OSMANLI DEVLET DİNİ
etmek için kolları sıvadı.
İlk icraatı
Mesnevi’yi paralel Kur’an ilan eden Molla Camii’yi İstanbul’a davet etmek oldu.
Ve gerisi geldi...
Osmanlı halkı
Sultan’ın kuluydu, birkaçı hariç sultanlar ise şeyhlerinin kulu oldu. Model
şuydu: Sultan ülkenin sahibi, şeyh sultanın sahibi.
İRAN SAFEVİ
DEVLETİ Sünni-Alevi dergahının doğurduğu Şii devletti. Esasen Osmanlı
Anadolu’su hiç Sünni olmamıştı. Anadolu’nun dini Sünnilikle soslanmış
Sufilikti. Türk Safevi hanedanı Şiiliği devlet dini edindi. Rakibi Osmanlı
Sünni soslu sufiliği devlet dini edindi.
Osmanlı ve Safevi
düşman kardeşlerdi. Birinden kaçan hanedan üyesi rakibe sığınırdı. Osmanlı
Sünniliği de Safevi Şiiliği de DİNCİ DEVLET İDEOLOJİSİ idi. İkisi de
Mezheplerini din edinip saltanatlarına payanda etti.
Sünnilik ve Şiilik
İki devlet için kullanışlı bir koltuk değneğiydi: Bazen yaslandıkları, bazen
halkı dövdükleri, bazen rakibi alt ettikleri... İki değneğin hep sopaladığı şey
İslam’ın ta kendisiydi.
Osmanlı, savaş
devletiydi. Devlet gelirinde aslan payı savaş gelirleriydi. Bu, orduyu güçler
hiyerarşisinde tepeye oturttu. Ordunun göbeğinde Yeniçeri vardı. BEKTAŞİLİK,
Yeniçeri’nin ideolojisiydi. Devlet Dini’ni oluşturan karışımın da ana rengiydi.
Bektaşi inancı,
başta Türkmen unsurunun karma inancıydı.
Buna Yeniçeriliği oluşturan Hıristiyan asıllılar başta, tüm unsurların
inancı da karıştı. Buna devlet tarafından kovuşturmaya uğrayan Devlet Dini
dışındaki tüm inanç mensupları da dahil oldu.
Babailer,
Kalenderiler, Cavlakiler, Haşhaşiler, Pavlikanlar, Sabataistler, Hub-Mesihler,
Maşukiler vs’nin hepsi de Bektaşilik içinde gizlenen kripto inançlara
dönüştüler.
Osmanlı’nın en
uzun yüzyılı 17. Yy idi. Devlet çamura saplanmış çıkış yolu arıyordu. Mistik ve
akışkan Devlet Dini’ne, katı, tutucu ve Mızraklı İlmihal’ci Osmanlı Talibanı
olan Kadızadeliler aşısı yapıldı. Aşı tutmadı, ters tepti.
Kadızadelilerin ‘Mızraklı
Şeriatı’, Osmanlı’nın ‘ne koysan gider’ dinine fazla sert gelmişti. Yüzyıllık
arayıştan sonra yeni bir Devlet Dini bulundu: HALİDİ NAKŞİLİK.
Yeraltı/yerüstü
kaynaklarıyla İngilizlerin dikkatini daha o günden çeken Kuzey Irak’tan
cerbezeli biri bulunup Hindistan’a götürüldü. Orada Müslüman-Hindu-Sih
üçgeninde mistik ve ezoterik bir kişilik kazandırıldı. Üstüne sos olarak da
etnik milliyetçilik aşısı vurulup yollandı
Devir 2. Mahmut
devriydi.
2. Mahmut reformcu
bir sultandı. Ülkenin selametini Batılılaşmada görüyordu. Yaptığı kıyafet
devrimi yüzünden, gelenekçi kesimler adını “GAVUR PADİŞAH” koymuşlardı. Devlet
için kullanışsız hale gelen mevcut din yerine yenisi gerekti.
Osmanlı, tarihte
nadir görülen bir olaya imza attı. Kendi ordusunu imha için dini kullanarak
cihat ilan etti. 1826’da Yeniçeriler katliama uğradı. Buna HAYIRLI OLAY adı
verildi.
Tutanak altına
alınan devlet zirvesinde, Nakşi şeyhi, sultanı Yeniçerilerin kökünü kazımaya
ikna için çok dil dökmüş ve sonunda başarmıştı. Sonuçta Bektaşi tekkeleri
doğuda Halidi-Nakşilere, batıda Mevlevilere peşkeş çekildi.
Devlet Dini’ni
değiştirmek için yola çıkan Osmanlı bir mistik yorumu diğeriyle değiştirmek
için öz ordusunu halkına imha ettirmişti. Tanzimat (1839) ve Islahat (1856)
süreçleri, devletin rehin alınmasıyla (Kapitülasyonlar) ivme kazandı.
Sultan Abdülaziz,
bu sürece güçlü bir itiraz yönelttiği için bedelini canıyla ödedi. Ona karşı
NAKŞİ-HALİDİ ŞEYHİ önderliğinde yapılan darbe Galata’da bir Tarikat tekkesinde
planlandı (1859).
Osmanlı eski
tarikattan kurtulmak için ordusunu gözden çıkarmış, fakat onun mülkünü hibe
edip devleti eline verdiği yeni tarikat Yeniçeriler gibi yine darbe yapmıştı.
Osmanlı’nın
yıkılışında Devlet Dini olan tarikatların rolü üzerine onlarca doktora tezi
yazılmalıydı.
Ama “dokunan
yanar” alanı olduğu için bu alana kimse el atamadı, attırılmadı. Suriye
(Köftero ve Buti aileleri), Irak (Kesnizani), Çeçenistan’daki (Kadirof) tarikat
darbeleri de bu geleneğin günümüzde hala sürdüğünü gösterir.
Cumhuriyet,
Osmanlı din-devlet ilişkilerinin esasına hiç dokunmadı. Devlet ile din yine
aynı çuvaldaydı, devlet dini kullanıyor, buna karşılık ruhban sınıfını maaşla
besliyor, sipariş ettiği fetvayı alıyor, olmadı işine son veriyordu. İktidarlar
değişti DEVLET DİNİ aynı kaldı
DEVLET DİNİ icadı
sadece bize has değildi. Mesela Japonlar da 19. Yy’ın sonunda bunu yapmıştı.
Eskiden kasaba ruhçuluğu olan ve her biri ayrı telden çalan Şintoizmi ulus devlet
ideolojisini içeren MİLLİ DİNE dönüştürdüler. İntihar savaşçıları (kamikaze)
bunun eseriydi.
Şimdilerde bu
modeli KUZEY KORE uyguluyor. JUCHE adı verilen bu DEVLET DİNİ kadim Kore
geleneği +ırkçılık+Marksizm+Kim İl Sung ailesinin ilahlaştırılmasına dayanıyor.
Devlet dinlerinin
hepsinin ortak yanı aynı: güç ve iktidarı elde tutmak için dini kullanmak.
Bunu sağlamak için
de:
1 İçi boşalmış
dini kimliğe indirgemek
2 Kalenin
duvarlarını yükseltmek
3 içeriye korku ve
gaz salmak
4 dışarıyı düşman
olarak tanıtmak
5 kütleyi cahil ve
meşgul tutmak
6 Çoban-sürü
ilişkisinin kişilik sahibi bireyler arası ilşkiye evrilmesine mani olmak
Peki, bu kısır döngü nasıl kırılır?
1) Kula kulluğa
hayır (tevhid);
2) İnsanın insanı
sömürüsüne hayır;
3) “insan devlet
için var” diyene hayır;
4) her türlü
ruhban sınıfına hayır;
5) güce tapıp
adını Allah koyana hayır diyerek.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorum yazarak, düşüncelerinizi benimle paylaşabilirsiniz.