Hilafet (halifelik) millet ve memleket açısından çok büyük ve acil bir ihtiyaç… Bu büyük ihtiyaç bugüne kadar nasıl fark edilememiş, anlamak mümkün değil… Oysa bir gedikli İlahiyatçının çok derin ferasetle buyurduğu veçhile Meclis on beş dakkada cumhuriyeti ilga, hilafeti ihya etse ne güzel olur; zira o zaman Türkiye bir Türkiye daha olur… Başka bir ifadeyle, Cumhuriyet’in yerine hilafet rejimi şipşak ikame edilse, tıpkı parlamenter rejimden cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine intikalle birlikte devlet ve milletçe uçmamız(!) gibi, Türkiye ışık hızının da ötesinde tayy-i zaman/mekân özelliği kazanır. Öyle ki hilafet ihya edilir edilmez, sözgelimi, dolar Türk lirasına eşitlenir; faiz denen illet, Ayasofya imamının buyurduğu gibi, sıfır noktasına gelir; enflasyon hepten silinir; işsizlik sorunu kendiliğinden çözülüverir; adi suç, şiddet, kadın cinayeti, yolsuzluk, hırsızlık ve sair tüm müzmin sorunlar da hilafetin feyiz ve bereketiyle topyekûn halloluverir.
Satirik muhabbet bir yana, gedikli bir
İlahiyatçı kalkmış, “Hilafetin ihya edilmesi TBMM’nin yetkisindedir. Şayet ki
çoğunluk herhangi birini halife seçtik kararını verirse bunda hiçbir sıkıntı
olmaz. Meclis on beş dakika sürecek bir kararla bunu bitirebilir” demiş.
Neymiş, İslam âleminin bir araya gelmesini sağlayacak tek şey, halifelikmiş…
Derin tefekkür ve teemmülle üretildiği anlaşılan bu dahiyane görüşün sahibine
sormak gerek, halifelik denen şey bugüne kadar kimi bir araya getirmiş? Hz.
Peygamber vefat eder etmez, cenazesi henüz ortadayken “Sakîfetü Benî Saîde”
isimli mekânda başlayan hilafet tartışmasında neler yaşandığını merak edenler,
Ahmet Akbulut’un “Sahabe Dönemi İktidar Kavgası” adlı eserini okusunlar da
görsünler hilafet kimleri nasıl bir araya getirmiş? Hilafet, sözgelimi Yavuz
ile Şah İsmail arasında can ciğer kuzu sarması dostluk tesis etmiş de bu tarihî
gerçeği biz mi yanlış öğrenmişiz? Yoksa Osmanlı devleti parçalanırken, laik
cumhuriyet rejimiyle yönetildiği için mi İslam dünyası o gün bir araya
gelememiş?
Tarihi kökeni Sakîfetü Benî Saîde’deki
tartışmaya dayanan, on beş asırlık kan davası olarak bugüne kadar uzanan ve
kıyamete kadar da muhtemelen sürecek olan Şiî-Sünnî ayrışmasının temel sebebi,
hilafet denen iktidar sevdası değilmiş de başka bir şey miymiş? Halifelik Hz.
Ali ile Muaviye’yi mi yoksa Hz. Hüseyin ile Yezid’i mi bir araya getirmiş?
Yoksa Emevî valisi Haccâc’a meşhur sahâbî Abdullah İbnü’z-Zübeyr’in başını
kestiren dava, hilafet/iktidar davası değil de Allah yolunda cihad şevki
miymiş? Yoksa I. Yezid döneminde yaşanan ve aralarında seçkin sahâbîlerin de
bulunduğu yüzlerce (kimi kaynaklara göre binlerce) Medineli müslümanın
katledilip bu arada tecavüze uğrayan kadınlardan doğan çocukların sonradan
“evladü’l-harre” diye anıldığı Harre vakası da yine hilafet odaklı ciddi
rahatsızlıkla ilgili korkunç bir nefret ve şiddetin tezahürü değil de “ilâ-yı
kelimetullah” denen davanın bir neticesi miymiş?
Hilafet, Hz. Peygamber vefat ettiği günden
beri İslam dünyasında siyasi iktidar hırsının en zehirli sembolü olarak sayısız
müslümanın kanının heder olmasından başka ne işe yaramış? İslam dünyasının
halifelik denen çatı altında güya tek vücut gibi göründüğü asırlar boyunca
aydınlanmaya mı tanık olunmuş yoksa sanayi devrimi gibi devrimler mi yaşanmış?
İşin gerçeği, hilafet denilen şey, Seyyid Bey’in ifadesiyle, asırlardan beri
şer’an mezmûm ve merdûd olan saltanattan ve kendilerine “halife” namı verilen
zatlar da mülûk (krallar) ve selâtînden (sultanlar) başka bir şey değildir… Hiç
şüphe yok ki endişesi sırf milletin saadetinden ibaret olan bir Millet Meclisi
hükümeti, nazar-ı şâride, tâc u tahttan başka bir şey düşünmeyen bir
saltanattan elbette çok daha makbuldür.
Bütün bunları bir kenara koyalım ve
akıldâne İlahiyatçının dediği gibi on beş dakkada hilafetin ihya edildiğini
varsayalım, peki hilafet ihya edilip İslam âlemi bir araya gelince özgürlükler
mi artacak, insan hakları ihlalleri mi azalacak yoksa ekonomik sıkıntılar mı
ortadan kalkacak veya kişi başı milli gelir iki-üç katına mı fırlayacak? Uzun
lafın kısası, hilafet ihya edilince gerçekten ne olacak? İsterseniz daha açık
soralım: TBMM bir kişiyi halife seçer seçmez o kişi
“Hâdimü’l-Haremeyni’ş-Şerîfeyn” unvanıyla gidip Eyüp veya Ayasofya Camii’nde
tantanalı bir törenle kılıç kuşansa Mısır’da Sisi, İran’da Hamaney, Suudi
Arabistan’da kral Selman bizim halifeye biatlarını mı ilan edecek? Yoksa
hilafetin bu şekilde ihyası gerek İslam âleminde gerek bütün dünya sahnesinde
Cemalettin Kaplan’ın vaktiyle kendini halife ilan etmesine benzer şekilde mi
görülecek?
Yazıyı sonlandırırken şöyle bir soruyu
idrakinize sunuyorum: Özellikle gedikli İlahiyatçıların kafası niçin millet ve
memleketin sosyal ya da ekonomik sermayesine hemen hiçbir katkısı olmayan,
bilakis çok kere dinîlik süsü verilmiş nostaljik unsurlar ile siyasi iktidara
göz kırpan tuhaf fetvaları gündeme taşımak suretiyle hemen her defasında yeni
bir toplumsal gerilim ve çatlağa yol açan mevzulara çalışır? Bu soruya farklı
cevaplar verilebilir; benim çok kısa ve kestirme cevabım, “siyasi iktidara
yağcılık ve yalakalık” şeklindedir. Nitekim ulema-iktidar ilişkinin tarihsel
geçmişi araştırıldığı zaman, klasik kaynaklarımızda akla hayale gelmeyecek
yalakalık örneklerinin kayıtlı olduğu görülebilir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorum yazarak, düşüncelerinizi benimle paylaşabilirsiniz.