Nisan 1986’da Suriye’de yolcu otobüslerine ve Lazkiye-Halep seferini yapan yolcu trenine bombalı saldırılar düzenlenir. Türkiye’de gazeteler saldırılarda onlarca kişinin öldüğünü duyurur. Suriye televizyonuna göre saldırıyı düzenleyen 5 kişi, 9 Mayısta Halep’te El Faruk otelinde yakalanır. Sanıklardan ikisi Türkiye vatandaşıdır: Hatay’ın Suriye sınırındaki Bohşin köyünde yaşayan amcaoğulları Mustafa ve Mehmet Albayrak. Suriye televizyonuna göre sanıklar Irak’tan aldıkları patlayıcıları, Türkiye üzerinden sokarak saldırıları gerçekleştirdiklerini itiraf etmiştir.
Olay çok geçmeden dünya basınına yansır.
New York Times gazetesi Suriye basınına dayanarak saldırıların arkasındaki
örgütün Müslüman Kardeşler olduğunu duyurur. Üstelik sanıklardan üçü,
binlerce kişinin Hafız Esad liderliğindeki Baas rejimi güçlerinde öldürüldüğü
1982 ayaklanmasının merkezi Hama’dandır. O günlerde New York Times
çarpıcı bir iddiada bulunur; buna göre Müslüman Kardeşlerin Hatay’da bir
“operasyon merkezi” bulunmaktadır. Şam alelacele İçişleri
Bakanlığı’ndan Tuğgeneral Garib’i istişarelerde bulunması için Ankara’ya
gönderir. Ancak olaylar dinmez. 16 Mayısta bu sefer sanık iki Türk’ün yaşadığı
Suriye sınırındaki Bohşin köyünde, Suriye tarafından gelen birinin bombalı
eylem yaptığı haberi basına yansır. Saldırıda ölen ya da yaralanan olmazken,
Hatay Valisi Suriye’deki saldırıların 2 Türk sanığının akrabası olan ve aynı
soyadı taşıyan köyün muhtarı Hasan Albayrak’ı “ihmal” nedeniyle görevden
alır.
Son derece karmaşık ve çarpıcı olaylar
yumağı Türkiye meclisinin gündemine girer. Hatay Milletvekili Murat
Sökmenoğlu’nun Suriye’de yakalanan ve “kasıtlı terörist imajı verilen”
iki vatandaşa dair verdiği soru önergesine İçişleri Bakanı Yıldırım Akbulut,
aylar sonra Ekim 1986’da cevap verir: “Adı geçenlerin 12 Eylül öncesi ve
sonrası dönemlerde herhangi bir ideolojik faaliyetlerine rastlanılmamış olup
ülkemizde terör örgütleri ile de herhangi bir ilişkileri tespit edilememiştir.”
Konu Ankara açısından kapanmıştır. Bombalı saldırılardan bir yıl sonra, Ağustos
1987’de Suriye saldırganların idam edildiğini duyurur, ama idam edilenler
içinde Albayrakların ismi geçmez. Şam da meselenin üstünü örter.
ABD Savunma İstihbarat Ajansı’nın Mayıs
1982 tarihli raporunda yer alan, Müslüman Kardeşler militanlarının Hama
Ayaklanması döneminde Suriye’ye hangi yönlerden sızdığını gösterdiği harita.
Kanıtlanamayan ciddi iddialar
Ocak 1993’te “derin” noktalardan
haber almasıyla bilinen İkibin’e Doğru dergisi, Suriye’nin PKK’ya
verdiği desteğe karşılık Türk istihbarat ve güvenlik birimlerinin de Müslüman
Kardeşler’e arka çıktığını yazar. Dergiye konuşan ve Lübnan’da bulunmuş
bir “devrimcinin” ağzından aktaralım: “PKK faktörünün gelişmesiyle,
Türkiye’nin bu örgüte ilgisi arttı. Hatay’ın Reyhanlı ve Yayladağı sınır
kapıları bu örgüte açıldı. 1986’da Suriye’de iki yolcu otobüsünde patlayan ve
onlarca insanın ölmesine yol açan bombalama olayını, Müslüman Kardeşler üyesi
iki Türk kardeşin, MİT’in bilgisi dâhilinde gerçekleştirdiği ortaya çıktı…
Türkiye sınırına yaklaşan Müslüman Kardeşler telsizle durumu bildiriyorlar.
Sınırdaki Türk devriyelerine dost birliklerin geldiği ve ateş açılmaması
uyarısı yapılıyor. Müslüman Kardeşleri sınırda Türk yetkililer karşılıyor ve
askeri eğitime gelenleri Hatay, Kayseri, Konya ve Amasya’daki birliklere
yolluyorlar.”
Bu uzun alıntıda 3 önemli nokta
var:
1) 2011 sonrası
Suriye’ye yönelik olarak Müslüman Kardeşleri merkeze alan ve Suriye’de rejimi
devirmek için muhalefeti silahlandıran dış politikanın bir benzeri 1980’lerde
uygulanmış. Bir farkla: direksiyonda AKP değil, ordu var.
2) 1986 yılı, “laiklikten”
taviz vermediği iddia edilen “Kemalist” ordunun, aslında tam gaz
Türk-İslam sentezini pompaladığı döneme denk düşüyor. Dolayısıyla o dönem
Ortadoğu’daki köktendinci hareketlerden biri olan Suriye Müslüman Kardeşlerine
verilen destek, Türk generalleri çok da rahatsız etmemiş.
3) İkibin’e Doğru
dergisi Suriye destekli PKK’nın silahlı eylemlerine başladığı 1984’ten sonra,
Türkiye’nin Müslüman Kardeşleri Şam’a karşı kullanmaya başladığının altını
çiziyor. Ancak bulgular 1982 Hama Ayaklanması sırasında ve hatta öncesinde de
Türkiye’nin Müslüman Kardeşlere en azından göz yumduğu yönünde. Abdullah
Öcalan’ın ise 1978’de PKK’yı kurduktan bir sene sonra Suriye’ye geçerek
karargahını orada kurduğu ve Türkiye’deki silahlı saldırıları oradan yönettiği
biliniyor.
Dönelim tekrar Hatay’ın Bohşin köyünden
Suriye’ye gidip bombalı saldırılar yapmakla suçlanan Albayraklar’a. 1993’teki
İkibin’e Doğru Dergisindeki haberden sonra Albayraklarla ilgili tek satır bilgi
bulamadım. Suriye hapishanelerinin kötü koşulları ve beraber tutuklandıkları
Arapların idam edildiği göz önüne alındığında, muhtemelen öldüler diye
düşünebilirsiniz. Gerçekten de Albayraklardan 2009’a kadar ses seda çıkmıyor.
Beşar Esad’ın “kardeşim Esad” olduğu 2009 yılında, Cumhurbaşkanı
Abdullah Gül, Beşar Esad’a bir mektup yazıyor. Herkesin unuttuğu Albayraklar’ı,
devlet unutmuyor, geri istiyor. Ve sıkı durun, 23 yıl sonra Mehmet ve Mustafa
Albayrak Mayıs 2009’da Türkiye’ye dönüyor. Dışişleri Bakanı Davutoğlu
Albayrakları köylerinde ziyaret ederek, “bir yanlış anlaşılma” sonucunda
23 yıl tutuklu kaldıklarını söylüyor. Size inandırıcı geldi mi?
1982 Hama, 1984 Eruh
Türkiye’deki akademik çalışmalara göre
Ankara ile Şam arasındaki sorunların nedeni, 1980’lerden itibaren Suriye’nin
PKK’ya verdiği destektir. Akıllara getirilmeyen soruysa şudur: 1984’te Eruh
baskınıyla Suriye destekli PKK’nın silahlı eylemlere başlamasından iki yıl
önce, 1982 Hama ayaklanmasında Ankara nasıl bir politika izlemiştir? Buna dair
en çarpıcı doküman, ABD Savunma İstihbarat Ajansı’nın Hama
Ayaklanması’ndan hemen sonra hazırladığı Mayıs 1982 tarihli rapor. Rapora göre
Hama Ayaklanmasına katılan ve sayısı 300-400 kadar olan Müslüman Kardeşler
militanı yoğunlukla Irak’tan ve “daha küçük ölçüde Türkiye’den” Suriye’ye
sızmış. Ayrıca raporda “Ankara’daki (Müslüman) Kardeşler kaynaklarından”
ayaklanmaya dair bilgi de yer alıyor. Daha çarpıcı olansa raporda
yayınlanan, Müslüman Kardeşlerin Suriye’ye hangi yollardan sızdıklarını
gösteren harita. Bu haritaya göre militanlar, Türkiye üzerinden 3 koldan
Suriye’ye sızmışlar: Kilis, Reyhanlı, Yayladağı. Yani 1982 Hama Ayaklanması ve
2011 sonrası Suriye iç savaşında Türkiye sınırından aynı yollar kullanılmış.
12 Eylül darbesinden hemen önce, 2 Haziran
1980’de hazırlanan Genelkurmay “İç Tehditler” raporu Suriye’yi “Kürt
faaliyetlerine” destek olmakla suçluyordu. Ancak rapora göre “Suriye’deki
Alevi Baas iktidarı, Sünni Arapların kurduğu Müslüman Kardeşler örgütünün
faaliyetleri nedeniyle zor duruma düşmüştü.” Suriye’ye yönelik 2011
sonrasına hâkim olan mezhepçi bakış açısını, 1980’deki Genelkurmay raporunda da
aynen bulmak çarpıcı. Belli ki askerler Esad iktidarının bu zor durumdan
çıkamayacağını düşünüp, harekete geçmişler. Ankara’daki müesses nizamın, Müslüman
Kardeşlerin Türkiye üzerinden yürüttükleri faaliyetlere göz yumdukları kesin.
Ancak bugün hala cevabını aradığımız soru; 1980’lerin başından itibaren
Türkiye’nin Suriye Müslüman Kardeşlerine göz yummanın da ötesine geçerek destek
verip vermediği. Eğer verdiyse bunun ne şekilde gerçekleştiği.
1980’lerde Şam’ı ziyaret eden Türk gazeteciler,
görüştükleri Suriyeli devlet adamlarına sürekli Şam’ın PKK’ya neden destek
verdiğini sorar. Karşılığındaysa Suriyelilerden, Ankara’nın Müslüman Kardeşlere
yönelik müsamahalı tavrına yönelik şikâyetleri dinlerler. Bunu doğrular şekilde
Soner Yalçın “Erbakan” kitabında ANAP’lı bir bakanın ağzından
Türkiye-Müslüman Kardeşler ilişkisine dair çarpıcı bir tanıklık aktarıyor:
“[Hafız] Esad’a karşı, İhvan’ı CIA-Mossad-MİT destekledi. Esad’ın çok
şikâyetleri oldu. Özelikle MİT 1981 yılında olaya çok girdi. Öyle ki Esad her
başına geleni Türkiye’den bilmeye başladı. Kaç kez Türkiye’yi uyardı. Gerçi
sonradan PKK’yı destekleyerek Türkiye’den intikamını aldı.” Bu ifadeye
göre Türkiye’nin Müslüman Kardeşler’e desteği, Suriye-PKK ilişkisine bir
misilleme değil. Tam tersi söz konusu. Gerçi Öcalan’ın 1979 yazında Suriye’ye
gittiği tarihten itibaren Suriye İstihbaratıyla kurduğu yakın ilişkiler; PKK,
ASALA, Filistinli bazı örgütler ile Şam arasındaki temaslar düşünüldüğünde
denklem daha da karmaşık bir hal alıyor.
Yumurta mı tavuktan çıkar, tavuk mu
yumurtadan çıkar? Suriye mi önce PKK’ya destek verdi, yoksa Türkiye’mi Müslüman
Kardeşler’e? Cevabını vermek zor. Cevabı kolay olmayan bir soru da
Ankara-Müslüman Kardeşler denkleminde, eğer yer aldılarsa, Tel Aviv ve Washington’un
ne şekilde müdahil olduğu. 1979 sonrası Camp David düzenine Ortadoğu’da en çok
karşı çıkan ülkeydi Suriye. Dahası Suriye Müslüman Kardeşleri, Afganistan
savaşında ABD desteğiyle önemli rol oynadı. İsrail ve ABD’nin bu denkleme bir
yerinden girmiş olması şaşırtıcı olmaz.
Ve 30 yıl sonra aynı tuzak
1980’lerden itibaren Yalova,
İskenderun, Mersin’de Müslüman Kardeşler’in, Türkiye istihbarat ve güvenlik
birimlerinin gözetiminde kaldıkları ve eğitim gördükleri basına yansıdı.
Deneyimli gazeteci Saygı Öztürk 20 Ekim 1992’de Hürriyet gazetesinde manşetten
duyurduğu haberde, 1987’de Müslüman Kardeşlerin MİT’e, Öcalan’ı Suriye’de
öldürmeyi teklif ettiğini yazıyordu.
Türkiye’nin ciddi bir devlet yapılanması
olduğunu varsayarak, 1980’lerden itibaren Müslüman Kardeşler üzerinden Şam’a
karşı yürütülen politikaların Ankara’nın başına ne dertler açtığının, bir
yerlerde birileri tarafından bilinmesi gerek diye akıl yürütebiliriz. Bir
akademisyen olarak tamamen açık kaynaklardan edindiğim bilgiler; 1980’lerden itibaren
oynanan trajedinin, 2011 sonrasında misliyle ölçek büyültülerek tekrar sahneye
konduğunu gösteriyor. Beş benzemez köktendinci gruplardan fetih birlikleri
oluşturmak, Osmanlı padişahlarının isimlerini silahlı gruplara vermek,
sergerdelerden milli ordu kurduğunu iddia etmek… Ancak bu sefer, 1980’lerde
perdeye konan oyundan çok daha vahim sonuçlarla karşı karşıya Türkiye:
Milyonlarca mülteci, Suriye’de korkunç bir yıkım, Türkiye tarihinin en büyük
terör saldırıları, Türkiye’nin ulusal güvenliğini yıllar boyunca tehlikeli
şekilde etkileyecek siyasi ve askeri yapıların sınırımızın hemen güneyinde
ortaya çıkması…
NOT: Bu yazı çok daha
geniş ve kapsamlı bir akademik makale olarak İngilizce dilinde Uluslararası
İlişkiler dergisinin 62. Sayısında yayımlanmıştır
Doç. Dr. Behlül Özkan, Marmara
Üniversitesi Uluslararası İlişkiler bölümü öğretim üyesidir. Türkiye dış
politikası, Soğuk Savaş ve siyasal İslam üzerine çalışmaktadır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorum yazarak, düşüncelerinizi benimle paylaşabilirsiniz.