İktidarın söylemiyle, vaatleriyle Türkiye gerçeği birbirine uymuyor. Bunun nedeni Anayasa'nın güvence altına aldığı özgürlüklerin uygulamada ciddi biçimde sınırlandırılmış olması
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, detaylı bir
"İnsan Hakları Eylem Planı" açıkladı. Plan; 11 ilke, 9 temel
amaç, 50 hedef ve 393 civarında faaliyet öngören kapsamlı bir hukuk paketi
niteliğindeydi.
Erdoğan, planda yer alan taahhütleri
sıralarken pembe bir Türkiye tablosu çizdi. İnsan haklarının temel alındığı,
ifade ve basın özgürlüğünün garanti altında olduğu, işkence ve kötü muameleye
sıfır tolerans gösterilen, insan onurunun öncelendiği, kadına şiddetin
önlendiği, insan haklarında olduğu gibi çocuk haklarında da evrensel değerlerin
uygulandığı, kimsenin gece yarısı veya sabaha doğru evinden apar topar
gözaltına götürülmediği, eleştirinin, haberin, köşe yazısının suç sayılmadığı,
kimsenin tweet mesajı atmaktan korkmadığı bir Türkiye tarifi yaptı.
Adaletin çok hızla çalıştığı ve tecelli
ettiği, yargının bağımsız, tarafsız ve şeffaf olduğu, dava sürelerinin
kısaltıldığı, itiraz süresinin sıfırlandığı, karakolda, emniyette, savcılıkta,
cezaevinde kimsenin kötü muamele görmediği, yargıç ve savcılarının evrensel
hukuk ilke ve değerleriyle eğitildiği ve her yönden güvenceye sahip olduğu bir
hukuk devleti anlattı.
Elbette herkes güven içinde, hak ve
hukukunun çiğnenmediği, insan haklarının en yüce değer sayıldığı bir Türkiye'de
yaşamak ister. Böyle bir Türkiye'nin kurulması için atılacak adımlara destek
olur.
Kağıt üstünde çok güzel duran İnsan
Hakları Eylem Planı'nın sorunu da daha önceki hukuk reformları paketi gibi
uygulanıp uygulanmayacağıdır. Ortaya konulan proje çok cazip olsa da iktidarın
her alanda olduğu gibi hukuk alanında da ciddi bir inandırıcılık problemi var.
Bu paketin en iddialı vaadini oluşturan
ifade özgürlüğünün teminat altına alınması kısa süre önce yasalaşan bir önceki
pakette de vardı. Terörle mücadele Yasası'na bir madde konularak, düşünce
açıklamanın, eleştiri içeren haber ve yazı yazmanın suç sayılamayacağı hükmü konuldu.
Asında böyle bir hükme de gerek yoktu. Çünkü ifade özgürlüğü Türkiye'de geçmiş
anayasalarda olduğu gibi bugünkü anayasada da güvence altındaydı. Yine Avrupa
Konseyi, Avrupa Birliği eleştirilerine karşı hüküm bir yasaya daha konulmuştu.
Ancak, bu hüküm yasaya girdikten sonra da meslektaşlarımız haber ve
yazılarından dolayı tutuklandılar. Kitapları nedeniyle haklarında soruşturma
açıldı. Bugün Türkiye cezaevinde en çok gazeteci olan ülkeler arasında.
İfade özgürlüğünde olduğu gibi basın
özgürlüğünde de tablo öyle. İktidara yakın olmayan basın yayın organlarına
uygulanan sansür ve cezalandırma kararları henüz çok taze. Basın İlân Kurumu
iktidarı desteklemeyen gazetelere ilân kesme cezası uyguluyor. RTÜK yine
iktidarı desteklemeyen televizyonlara sık sık ekran karartma cezası veriyor,
lisans iptalinin ucunu gösteriyor.
İnsanın maddi ve manevi bütünlüğüne saygı
gösterme, dokunmama, insan onurunu incitecek davranışlardan kaçınma, işkence ve
kötü muameleye sıfır tolerans vaadi konusu da çok farklı değil. Türkiye, çıplak
arama tartışmasını henüz bitirmedi. Bir grup üniversiteli kadının çıplak
aramaya tabi tutulduklarının kamuoyuna yansıması bu uygulamanın çok eski ve
yaygın bir uygulama olduğunu da otaya çıkardı. Ünlü sanatçılar da
tutuklandıklarında çıplak aramaya maruz kaldıklarını açıkladılar. Henüz bu
konuda ilgililer hakkında açılmış bir soruşturma yok.
Cumhurbaşkanı Erdoğan evrensel
hukuk kurullarına vurgu yaptı. Ancak daha kısa süre önce Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi'nin (AİHM) kararlarına uymayan Türkiye'ye uyarı üstüne uyarı geldi.
Aynı şekilde Anayasa Mahkemesi'nin kararı alt mahkeme tarafından uygulanmadı.
İktidar alt mahkemeyi değil Anayasa Mahkemesi'ni eleştirdi, varlığını
tartışmaya açtı.
İnsan Hakları Eylem Planı'nda kadına
şiddetle mücadele edileceği de çok vurgulandı. Erdoğan 6284 sayılı yasadan söz
etti. Ancak partisine yakın kesimlerin iptal edilmesini istedikleri İstanbul
Sözleşmesi'ne hiç değinmedi.
Yargı bağımsızlığı, tarafsızlığı,
şeffaflığı çok vurgulandı. Hakimler Savcılar Kurulu'nun yetkilerinin
artırılmasından söz edildi. Ancak, siyasi davalarda sanıkların tahliyesine
karar veren mahkeme heyetinin HSK tarafından dağıtıldığı unutuldu. İrfan
Fidan'ın İstanbul Savcılığı görevinden jet hızıyla önce Yargıtay üyeliğine, o
görevine fiilen başlamadan da Anayasa Mahkemesi'ne seçildiğine ilişkin
tartışmalar da unutulmuştu.
İktidarın söylemiyle, vaatleriyle
Türkiye gerçeği birbirine uymuyor. Bunun nedeni Anayasa'nın güvence altına
aldığı özgürlüklerin uygulamada ciddi biçimde sınırlandırılmış olması.
Kuvvetler ayrılığı ilkesinin fiilen
uygulanmadığı, yargının ve yasamanın yürütme organının etkisinde olduğu, ifade
ve basın özgürlüğünün kısıtlandığı, tutuklamanın fiilen ceza infazına dönüştüğü
gerçeği karşısında İnsan Hakları Eylem Planı'nın nasıl hayata geçeceğini
göreceğiz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorum yazarak, düşüncelerinizi benimle paylaşabilirsiniz.