Millî
Şef Dönemi'nin baskıcı yıllarının üstüne gelen Demokrat Parti iktidarı ile
içinde bulunduğu sosyal astımdan bir nebze de olsa kurtulan toplumumuzda islâmî
yönelişlerin yine aynı dönemde ivme kazanmaya başladığı bir vâkıadır.
Yeni
cumhuriyetin üzerinde yükseldiği seküler değerlerin taşraya sürgüne gönderdiği
medreselerin, tekkelerin uzun yıllar sonra tekrar şehirlere dönmeğe başladığı
yıllardı 1960'lı yıllar. Ardından, dikkatleri pek de çekmeden şehirlerin
içerisinde kurumlaşma çabaları ve bu arada aynı zamanda kalite ve keyfiyet
kaygısının da terk edildiği uzun yıllar.
Taşrada
edinilen taşralı geleneklerin ve dini algılamadaki taşralı yorum ve
tatbikatların şehirleri istilâ ettiği uzun yıllar. Ortalığa saçılan sakal-bıyık
risâleleri, fantastik cennet-cehennem tasvirleri, sineğin bala yapışması gibi
şekle yapışan dindarlık telâkkîleri, Peygamber'in gönderilme gerekçesi olan
ahlâkın önceliğini yitirip cevhersiz muâmelâtın dinin bütününe dönüştürülmesi,
dinî kurumlar ile siyâsetin birbirini kemirip iç içe geçen girift ve ilkesiz
münâsebetinin temellerinin atıldığı yıllar...
Bedelinin
12 Eylül 1980 Darbesi ve ardından Özalizm'in serbest piyasasıyla, rüşvetin
meşrûlaşmasıyla, depolitizasyonun devlet politikası hâline gelmesiyle ödendiği
yıllardı.
Yeni
bir gençlik, yeni bir ekonomi, yeni bir devlet adamı tipi, yeni bir memur tipi.
Ve'l-hâsılı her şeyin yeni baştan inşâı...
Dinî
müesseseler ile siyâset arasında pervâsızlaşan karşılıklı menfaat ilişkileri,
cemaatlerin süratle siyâsîleşmesi, aktif politikanın içinde öncelikli ve
ağırlıklı denge unsuru olması, kadrolaşmaların pazarlıkların ilk maddesi
yapılması, medyanın ve finansman kurumlarının cemaatlere oy diyeti olarak
ödenmesi, palazlanan bahse konu yapıların gücün farkına vararak dünyevîleşmesi,
dünyevîleştikçe iştihâlarının artması, 'bir lokma ve bir hırka'dan 'Müslüman
her şeyin en iyisine lâyıktır' mottosuyla dindarların sekülerizmine hızlı
geçiş...
Ve
28 Şubat kararları... Son kırk yılda kazanıldığı(!) vehmedilen mevzilerin,
yetişti varsayılan insan ve aydın tipinin iflâsı ve siyâsal İslamcılığın 28
Şubat ile oluşan mağduriyet zemininde başlayan iktidar yürüyüşü ve
"Üzerimizdeki millî görüş gömleğini çıkardık, değiştik" iddiasıyla
hayat bulan AKP iktidârı.
Demokrat
Parti iktidârının "câmileri ahır yaptılar-ezân-ı Muhammedi'yi Tanrı uludur
diye okudular" türünden argümanlarına sıkı sıkı bağlı bir siyâset diliyle
hedef tahtasına CHP'yi oturtup, popülüzmi sanat hâline getiren ve
sekülerleşmede sınır tanımayan AKP iktidârı...
Mütedeyyin
kitleleri zenginlik ve güç ile buluşturan, başörtüsünü tesettür olmaktan
çıkarıp tepelerine kondurdukları deve hörgücüne benzer desteklerle
ucûbeleştiren, tesettürü ahlâk ve edebinden soyarak bir marka fetişizmine, bir
gösteriş budalalığına ve güçlü olana ait olmanın alâmet-i fârikasına
dönüştüren, haydi tam tâbiriyle ifade edelim, siyasal İslâm'ın sembolü yapan
bir idraksizlik ve ihlâs dejenerasyonu...
28
Şubat'ın içinden bir 'derin sorgulama' değil, bir 'derin İslâmcı sekülerizm'
çıktı ve bunun adı da AKP iktidarı oldu, İslâm'ın biricik değeri olan
'adâlet'in devletin de biricik değeri olması gerektiği gerçeğine konulan
ipoteğin altında 'İslâmcı AKP'nin imzasının bulunması, siyâsî tarihimize bir
trajedi olarak kaydoldu...
Ve
bu hikâyenin sonuna geliniyor...
24
Haziran ve ardından gerçekleşecek ikinci tur oylamanın sonu ne olursa olsun,
Erdoğan da kazansa siyasal İslâm'ın hikâyesinin sonu gelmiştir.
Adâletin
esâmesinin okunmadığı, dinî değerlerin tamamının ayaklar altına alındığı
siyasal İslam'ın hikâyesinin son satırlarını okuyoruz, son sahnelerini
izliyoruz...
24
Haziran siyasal İslam için Türkiye'de bir defin ameliyesidir artık...
Bundan
sonra siyaset kendi mecrâında akacak ve dinin mukaddes değerleri politikanın
işporta tezgâhlarında satışa sunulamayacak, sunulsa bile müşterisi olmayacaktır
ve 24 Haziran'ın en büyük kazancı da bu olacaktır...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorum yazarak, düşüncelerinizi benimle paylaşabilirsiniz.