SELVA DEMİRALP Koç
Üniversitesi’nde ekonomi profesörü. Taha Akyol’un ‘virüs ekonomisi’ üzerine
sorularını cevaplandırdı.
Koronavirüs krizi dünya ekonomisini
de vuruyor. Çapı ne olur? 2001 ve 2008 krizlerinden ağır olur mu? 1930’lara
benzer mi?
Krizin nihai ekonomik etkilerini
kestirebilmek çok zor. Hem arz hem de talebi etkileyen bu krizin altında yatan
esas sebep ekonomik değil. Kimse virüsün ne hızla yayılıp ne zaman son
bulacağını bilemiyor. Piyasların verdiği tepkiye baktığımızda böylesine keskin
bir düşüşü 1930’larda bile görmediğimize şahit oluyoruz. Öte yandan 1930’lardan
farklı olarak geçmişten ders almış, hele de 2008 krizinden sonra çok hızlı ve
cesur hareket etmeyi öğrenip devreye girmiş merkez bankaları var.
Bu krizde esas rol para politikasına değil
hükümetlere düşüyor. Krizin hızlı bir toparlanma mı yoksa uzun süreli derin bir
resesyon mu olacağı virüsün yayılma takvimine, izolasyon politikalarının ne
kadar etkin devreye sokulabileceğine, bu süreçten olumsuz etkilenen ekonomik
birimlerin ne şekilde ayakta tutulabileceğine bağlı.
Uluslararası veriler, sokağa çıkma
yasağının virüsün kontrol altına alınmasında en etkin metod olduğunu
gösteriyor. Ancak global çapta bir uygulamanın hem uluslararası koordinasyon
hem de ekonomik maliyet açısından önemli zorlukları var. Bununla beraber en
kısa sürede virüsten temizlenip “V şeklinde” hızlı bir ekonomik toparlanma yaşamak
ancak bu tür radikal bir önlemle mümkün olabilir görünüyor.
Eski Fed Başkanı Bernanke “Eğer sağlık
sorunu çözülmezse alınan hiçbir önlem işe yaramaz” dedi. Unutmayalım ki virüs
ne kadar hızlı kontrol altına alınırsa insanların ekonomiye olan güveni o kadar
çabuk geri gelecek, iş yerleri açılacak ve insanlar normal hayatlarına dönüp
eski tüketim alışkanlıklarına devam edecekler.
PARA MUSLUKLARI AÇILIYOR
Yazılarınızda ABD ve Avrupa merkez
bankalarının sıfır faizle trilyon gibi miktarlarda nakit miktarının piyasaya
süreceğini belirtiliyorsunuz. Bununla ne amaçlanıyor? Beklenen etkiyi doğurur
mu?
Merkez bankaları ne krizin esas sebebi
olan virüsün kontrol altına alınmasını sağlayabilirler ne de sosyal izolasyonun
yarattığı üretim yavaşlamasını durduracak bir önlem geliştirebilirler. Ama
yapabildikleri bir şey var o da para arzını artırmak. Bu suretle krizin
yarattığı finansal paniği engellemeye ve gelir akışı duran şirketlerin borç
ödemelerine yardımcı olarak hayatta kalmalarını sağlamaya çalışıyorlar. Bu
şekilde kasırga geçip gittiğinde bir enkazla karşılaşılmaması için çaba sarf ediyorlar.
Büyük merkez bankaları kendi üstlerine
düşeni hızlı ve başarılı bir şekilde yerine getiriyorlar. Büyük Buhran (1930) sırasında Fed para arzını
azaltmış ve yangına körükle gitmekle suçlanmıştı. 2008 krizi geldiğinde ise Fed
para musluklarını açıp bilançosunu 3.5 trilyon USD genişletti. Bu sefer
2008’den de hızlı ve agresif hareket eden bir Fed var. Fed’in öncülüğünde ECB’nin de 2008 krizine
göre çok daha hızlı hareket ettiğini görüyoruz.
PARAYI GERİ ÇEKMEK
Bu kadar muazzam bir para enflasyon
patlaması yaratmaz mı? Gerekiği zaman bu parayı nasıl geri çekebilirler,
araçları ne?
Doğru icra edilmezse elbette yaratabilir.
Benzer endişeler 2008 krizi sırasında da yaşandı. Zamanın Fed başkanı Bernanke,
ne yaptıklarını bildiklerini ve bu işin sırrının talep toparlanmaya başlayıp
enflasyonda yükselme sinyalleri başlar başlamaz parayı geri çekmek olduğunu
söyledi. Sonrasında korkulan olmadı ve ABD enflasyonu yüzde 2’lik hedefin
altında kaldı. Bunda yapısal faktörlerin de katkısı var tabii. Ancak
kredibilite sahibi bir merkez bankasının bekleti yönetimindeki başarısı da
inkar edilemez.
Merkez bankaları parayı iki şekilde
piyasaya sürüyor. Birinci yol bono satın almak. Merkez bankası A bankasından
bono satın alırsa, o bankaya yaptığı ödeme para arzını artırmış oluyor. Parayı
geri çekme vakti geldiğinde de elinde itfası gelen bonoları yenilemeyerek
kademeli olarak para arzını azaltıyor. Ya da bono satın almak yerine bu sefer
bono satışı yaparsa A bankası merkez bankasına ödeme yapacağından o kadar para
piyasadan çekilmiş oluyor. Para arzını artırmanın ikinci yolu ise doğrudan borç
vermek. Bu borçlar geri ödendiği zaman da para arzı otomatik olarak azalıyor.
TÜRKİYE EKONOMİSİ…
Gelelim Türkiye’ye… Ekonomi ne
durumdaydı, virüs krizi Türkiye ekonomisini ne ölçüde etkiler?
Türkiye ekonomisi maalesef virüse yüksek
enflasyon, genişlemiş bir bütçe açığı, düşük merkez bankası rezervleri ve
süregelen özel sektör bilanço sorunu ile yakalandı. Bu maalesef iyi bir
kombinasyon değil. Çünkü krizle mücadele için hareket alanınızın kısıtlı olduğu
ve atacağınız adımların daha riskli olacağı anlamına geliyor.
2017 sonrası uygulanan popülist
politikalar, yüksek büyüme rakamları kadar enflasyon, kurda zayıflama ve artan
dış borcu da beraberinde getirdi. Bu dönemin getirdiği kırılganlıklar 2018 kur
krizinin kapılarını açtı. TL çok hızlı değer kaybetti. Döviz cinsi borcu yüksek olan özel sektör,
Ağustos 2018 krizi sonrası bu borcu geri ödemede zorluk yaşadı. Problem ister istemez bu şirketlerin yeri
bankalardan aldığı kredilere de yansıdı. Takipteki alacaklar arttı. Ekonomi
resesyona sürüklendi.
Bu sefer de ekonomiyi tekrar canlandırmak
için hızla faizler indirildi, bütçe açığı arttı. Malesef bu önlemler uzun
vadeli sürdürülebilir bir büyümeyi hedeflemekten ziyade kısa vadede en hızlı
büyümeyi amaçlayan tedbirler oldu. Bugün
hâlâ bankacılık sisteminin 2019’dan devraldığı takipteki alacaklar sorunu var.
Bu problem daha da büyüyebilir. Çünkü pandemi sonucunda gelir akışında sorun
yaşayan şirketler aldıkları kredileri ödemekte zorlanacaklar.
Koronavirüs salgını hiç olmasaydı bile ben
YEP’teki (Yeni Ekonomik Program) yüzde 5’lik büyüme tahminini çok iyimser
buluyor ve yüzde 3 civarında bir büyümenin hem daha gerçekçi hem de daha
dengeli olacağını düşünüyordum. Global resesyon bu tahminimi çok daha da
aşağıya çekecek şüphesiz. Henüz salgının boyutları konusunda kimse net bir
fikre sahip değil. Ayrıca uygulanması gereken politikaların ne hızla devreye
sokulacağını da bilmiyoruz. O nedenle bir rakam verebilmek gerçekten çok zor.
GÜÇLÜ VE RİSKLİ YANLARIMIZ
Türkiye ekonomisinin böyle bir
dönemde dayanıklı ve hassas yönleri neler?
2001 krizi sonrasında bankacılık
sisteminin sağlam temeller üzerine oturtulması ve sermaye yeterlilik rasyolarının yüksek olması
bugün en önemli dayanaklarımızdan bir tanesi. Takipteki alacakların artması
durumda dahi bunu absorbe edebilecek bir yapıya sahibiz.
Petrol fiyatlarının salgın nedeni ile sene
başından bu yana yüzde 60 düşüş göstermesi bizim gibi petrol ithal eden ülkeler
için bir diğer avantaj.
Kırılganlıklarımıza gelince: Popülist
politikalara yenik düşüp enflasyon hedeflemesini yıllardır ihmal etmemiz,
sürdürülebilir büyüme doğrultusunda üretim potansiyelimizi, rekabet gücümüzü
artıracak yatırımlara ağırlık vermemiş olmamız bugün maalesef bizi diğer gelişmekte
olan ülkelere nazaran da daha riskli ve kırılgan bir konuma getiriyor.
Dış borcumuzun yüksek olması bizi
uluslararası risk iştahındakı dalgalanmalara karşı hassas bir hale
getiriyor. Global risk iştahının
azaldığı kriz dönemlerinde döviz bulmak zorlaşıyor ve dış borcu ödeme
maliyetimiz artıyor. Bu da ekonomiyi canlandırmak adına atabileceğiniz para
politikası adımlarınızı kısıtlıyor.
Ekonomiyi desteklemek için gelişmiş
ülkeler kadar rahat ve kaygısız bir
şekilde piyasalara para süremiyorsunuz. Çünkü bol paranın yarattığı düşük faiz
yabancı yatırımcı açısından cazip değil. Enflasyon oranınız da yüksek olunca
genişlemeci politikaların yaratabileceği uzun vadeli enflasyon ilave bir risk
doğuruyor. Belki bir avantajımız şu: Bu sıralar ağzımızla kuş da tutsak
gelişmekte olan ülkelere para girmeyecek. O nedenle bu dönemde çok iyi
düşünülmüş bir planla para basıp içerideki acil likidite ihtiyacımızı
karşılayıp sonrasında bu parayı geri çekmek için bir fırsatımız olabilir.
100 MİLYARLIK PAKET
Hükümet 100 milyarlık paket açtı.
Siz eksiklerini de yazdınız. Miktar muhtemelen daha da büyüyecek. Bu nasıl
finanse edilecek?
100 milyar TL’lik paket krizin boyutları
ve yapılması gerekenler düşünüldüğünde oldukça küçük kalıyor. Diğer ülke örneklerine baktığımızda GSYH’nın
yüzde 10’u civarında paketler görüyoruz. Telaffuz edilen rakamlar çok büyük
olmakla birlikte devletlerin borçlanarak en hızlı şekilde bu kaynağı bulması ve
geç kalmadan önlem alması gerekiyor.
Borç verme iştahının çok düştüğü global
bir kriz ortamında Türkiye’nin halihazırdaki kırılganlıkları ile makul bir
fiyatla dışarıdan borçlanabilmesi çok zor. O nedenle ilk aşamada merkez bankası
para basarak devlet tahvili satın alabilir ve bu şekilde elde edilen para
salgın nedeni ile işini ya da gelirini kaybedenlere transfer ödemesi olarak
acilen aktarılabilir.
Bu şekilde borç monetizasyonu normal
şartlarda asla tavsiye edilmeyecek, ileriye yönelik ciddi enflasyon riski
taşıyan bir araç. Eğer zamanı geldiğinde parayı geri çekmekte geç kalırsanız ya
da bu disiplini göstereceğinize toplumu ikna edemezseniz hiperenflasyona kadar
giden bir süreci tetikleyebilirsiniz. O nedenle öncelikle bu tehlikeli aracı
minimum düzeyde ve en acil alanlarda kullanmak lazım.
Bugün basılan paranın zamanı geldiğinde
kimsenin gözünün yaşına bakmadan geri çekilmesi ve bu sözün inandırıcı olması
gerekiyor. İnandırıcılık malesef bir diğer engel olarak karşımıza çıkıyor. Son
yıllarda ciddi şekilde yıpranmış olan merkez bankası kredibilitesi ve kurumsal
bağımsızlık konusundaki endişeler bugün en ihtiyacımız olan zamanda
ulaşılabilecek can simidine erişimi zorlaştırıyor.
ÖNCELİKLİ SEKTÖRLER
Ekonomiyi ayağa kaldırmak için
öncelik hangi sektörlerin desteklenmesine verilmeli?
Bütçeden aslan payının sağlık sektörüne
gitmesi gerekiyor. Sağlık hizmetlerinin kapasitesini hızla aşan bu salgını
kontrol etmek için sıkı bir izolasyon lazım. İzolasyon sağlandıktan sonraki
adım bu dönemde kapanmak zorunda kalan işyerlerine, çalışamayan, işini
kaybeden, zorunlu izne çıkarılan mağdur kitlelere gelir takviyesi yapılması.
İzolasyondan ilk etkilenen sektör hizmetler sektörü oluyor. Restoranlar,
oteller, havayolları iş yapamayınca çalışanlarını işten çıkarmaya başlıyor,
borç ödemelerini yapamıyorlar. Bankacılık sisteminde ödenemeyen krediler
artıyor. Bir sonraki aşamada işini kaybedenler harcamalarını kısıyor. Evine
kapanan halk zaten tüketim yapamıyor. Bu şekilde ekonomik durgunluk toplumun
geneline yayılıyor.
Devletin hızlı bir şekilde gelir akışı
sekteye uğrayan hanehalkı ve şirketlere kaynak aktarımı yaparak salgının
ekonomik cephedeki bulaşıcılığını sınırlaması gerekiyor. Bu noktada riski
bankacılık sistemine yükleyip bankalardan kayıtsız şartsız kredi arzını
artırmalarını beklemek de makul değil. Bunun yerine riskleri azaltarak
bankalara kredi vermeleri için uygun zemin hazırlamak lazım.
KEMER SIKMA GEREKECEK
Fed’in ve ECB’nin piyasa verdiği
nakit bolluğunu virüs krizi bittikten sonra geri çekeceğini söylediniz.
Türkiye’de bu (kemer sıkma) gerekecek mi?
Kesinlikle. Türkiye’nin Fed ve ECB’den
daha da hızlı bir şekilde piyasalara sürülen parayı geri çekmesi gerekecek.
Bunun ötesinde bu para daha piyasaya sürülmeden geri çekme konusundaki
ciddiyetin çok şeffaf bir iletişimle piyasalarla paylaşılması ve inandırıcı
olması gerekiyor. Aksi takdirde enflasyon beklentilerinde ani bir yükseliş
dolarizasyonun alevlenmesine, TL nin daha da hızlı değer kaybetmesine,
faizlerin yükselmesine ve döviz bulma imkanlarının daha da zorlaşmasına sebep
olur ve yeni bir finansal krize davetiye çıkarır.
Ekonomide ani bir duruşu engellemek ve
kalıcı hasarı önlemek için acil likiditeye ihtiyacımız var. O nedenle çok riskli de olsa gecikmeden bu ameliyata
girip önce kanamayı durdurmamız gerektiğini düşünüyorum. Ancak şunu unutmamak
gerekir ki TCMB ancak TL basabilir. Döviz ihtiyacını karşılayamaz. Yani ilk
aşamada acil olan TL ihtiyacı bu şekilde karşılandıktan hemen sonra dış
finansman sorunu ile yüzleşeceğiz. Bu nedenle para basmayı kalıcı ve kesin
çözüm gibi asla düşünmemek lazım.
Peki döviz elde etmek için alternatifler
neler? Fed bu dönemde bir dizi ülke ile ile swap anlaşmaları devreye soktu.
Türkiye halihazırda bu ülkeler arasında değil. IMF de benzer şekilde 1 trilyon
USD’lik bir kaynağı ödemeler dengesinde sorun yaşayan ülkelere borç vermeye
ayırdığını söyledi. Tüm bu alternatifleri değerlendirmek lazım.
KİMDİR?
SELVA DEMİRALP Koç Üniversitesi
İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Selva Demiralp
2000-2005 döneminde FED’de ekonomist olarak çalıştı. 2005’ten itibaren Koç
Üniversitesi’nde ekonomi dersleri veriyor. Merkez bankacılığı ve para
politikaları konusunda çok sayıda araştırma, rapor ve makaleleri bulunuyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorum yazarak, düşüncelerinizi benimle paylaşabilirsiniz.