Bilim ve ahlâk zaruretinin
tavan yaptığı günleri yaşıyoruz.
Koronadan bahsedeceğim ama bu bir korona yazısı değil. Korona
vesilesiyle bir, bilimin hayati değerini anlamak durumundayız, iki, ahlâkın…
Eminim şu sıralar eğitim
yolundaki pek çok genç, tıp bilimine yönelme heyecanı içine girmiştir. Hücreyi
tanımak, virüsü tanımak, insan bünyesini tanımak, salgını, ondan kurtulma
yöntemlerini tanımak… Bir insanın nefes alıp vermesi ne kadar girift, ne kadar
hassas bir olay… Yıldızlaşan bilim adamları var. Bir bilim kurulu var. Onlar
topluma güven veriyor. Bunu not etmeli Türkiye. Bilime yatırımı.
Ve ahlâk… Virüse yakalanıp onu
bir başkasına taşımamak için gösterilen duyarlılıktan başlayıp, maskede,
kolonyada karaborsa fiyatlar oluşturma sapkınlığına kadar uzanan ahlâk…Bilim ne
kadar hayati ise ahlâk da o kadar hayati. İnsanın ve toplumun sağlığı için.
Koronavirüs günlerinde
içimizde yerleşmesi gereken iki duyarlılık alanı.
Bu yazıda bilim ve ahlâk
zaruretinin iç içe geçtiği bir başka duyarlılık alanına işaret etmek istiyorum
asıl.
Hukuk ve ahlâk duyarlılığı.
Hukuk da bir bilim alanı.
Adalet Bakanlarından hukuk uygulayıcılarına kadar herkes, Türkiye’deki yargı
sancısı ile hukuk eğitimi arasında derin irtibatlar bulunduğuna işaret ediyor.
Hukukun eğitiminin nitelikli olması, tıbbın iyi öğretilmesi kadar hayati bir
toplum için. Kötü doktor candan ederse, kötü hukukçu da adaletten eder.
Adaletin olmaması bir toplum için, ciddi hayatiyet kaybıdır. Bunun için “Adalet
mülkün temelidir” denilir. Mülk çöker çünkü adalet olmazsa.
Yargı etiği denen şey, hukukta
ahlâk duyarlılığı anlamına geliyor. Adaletin ikamesi yani.
Başlıktaki ifadeyi Sami
Selçuk’tan aldım; “Yasa maddelerine işkence yapan yargıç” profili çiziyor. Yasa
maddesini keyfine göre yorumlayıp karar veren tip. Gazete Duvar’dan İrfan
Aktan’la yaptığı söyleşide sözlerinin tamamı şöyle:
“Yargıcın görevi, yasa
maddelerine işkence yaparak yorumlayıp karar vermek değil, onları doğru
yorumlayıp doğru uygulamaktır. Yargıçlık etiğinde maddeleri zorlayarak
uygulamak yasaktır. Yargıcın ülkeyi kurtarmak gibi bir görevi yok.”
Bu sözlerin bugün
söylenmesinin tabii ki güncel bir anlamı var. Bir çok dava var ki yargıçlar,
savcılar “ülkeyi kurtarma misyonu”na soyunmuş, ancak bunu yaptığına inanırken
“yasa maddelerine işkence yapar”casına adaleti ıskalar hale gelmiş bulunuyor.
Sayın Selçuk’un şu sözleri de Türkiye yargısının
güncel sancısına yönelik değerlendirmeleri içermektedir:
“İlkin yargı, Meclis’e, yani
yasamaya karşı bağımsız olacak. Zaten Anayasa bunu söylüyor, ama dinlenmiyor.
İkinci olarak, yargı, yürütme organına karşı bağımsız olacak..…..Üçüncü olarak;
bir yargıç, yasama ve yürütmeye karşı bağımsız olacağı gibi, başka bir yargıca
karşı da bağımsız olacak. Ağır Ceza’da karar verilirken, en kıdemsiz yargıç
başkana karşı ters düşebilmeli. Dolayısıyla yargıç, kendi meslektaşına karşı da
bağımsız olmalı. Dördüncü olarak; bir yargıç, kamuoyuna karşı da bağımsız
olmalı. Yargıç; basına, partilerin, derneklerin bildirilerine gözlerini,
kulaklarını kapatmalı. Beşinci olarak; bir yargıç, kendi inançlarına,
ideolojilerine karşı da bağımsız olmalı, nesnel kararlar verebilmeli, kendi
kişilik dünyasından sıyrılabilmeli.”
-Yasamaya karşı bağımsız.
-Yürütmeye karşı bağımsız.
-Bir başka yargıca karşı
bağımsız.
-Basına, partilerin,
derneklerin bildirilerine karşı bağımsız.
-Ve kendi kişilik dünyasına
karşı bağımsız olmalı.
Türkiye, geçmişten bugüne
yargının tüm bu alanlara yönelik “bağımlılık” zamanlarını yaşadı. Onun için
Sami Selçuk’un bunları yeniden gündeme getirmesi kimseyi yadırgatmıyor. Çünkü
bugün de, isminin başında “Adalet” bulunan ve yoğun yargı sıkıntılarının içinden
çıkıp gelen kadroların yönettiği bir partinin 18 yılı bulan iktidarında da
“Yargı etiği” derin sorunlar yaşıyor. Yukarda sıralanan tüm alanlarda sorun
var.
Geçenlerde “Devlet bir adama
takar mı?” diye yazdım. Devlet bir adama takıyor ve yargı onun infaz kurumu
haline geliyor. İşte yargı bu değil. Yargı ahlâkı da bu değil.
Yürütme “Sizin şu anda yargıda
yaptıklarınız bumerang gibi yarın sizi de vurabilir” diye uyarılabiliyor
sadece. Çünkü “Yargı bu değil, yargı etiği bu değil” demenin anlamsızlaştığı
bir duyarsızlık ortamı söz konusu.
Sayın Selçuk’un sözleri
“Yargıç kişiliği”nin özgünlüğüne ilişkin. Bu nitelikte yargıç bulmak tabii ki
her ülke için bir şans. Ama “Vicdan ile cüzdan arasına sıkışmış” yargı dünyası
da Türkiye’de gündem oldu bir zamanlar.
Bu durumda yürütmenin yargı
dosyası da bir “Ahlâk sorgulaması”na tabi oluyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorum yazarak, düşüncelerinizi benimle paylaşabilirsiniz.