Putin KGB tarafından çok iyi eğitilmiş… Çok konuşmayan,
duygularını dışa vurmayan, her davranışı hesaplı bir lider…
Ankara’nın, hatta Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın açıklamalarına
Kremlin Sözcüsü Dmitriy Peskov cevap veriyor.
Putin’in diğer bir özelliği, Rus geleneğine uygun olarak,
zihnini ‘sert güç’ siyasetine kilitlemiş olmasıdır: Fırsatını bulduğunda askeri
güce başvuruyor: Ukrayna, Kırım, Kafkasya, Gürcistan ve Suriye…
Rusya zaten sadece askeri sahada süper devlettir.
Stalin’e “Papa komünizmi eleştirdi” demişler, Stalin’in
“Papa’nın kaç tümeni var?!” diye cevap verdiği söylenir!
YIL 2012
Türkiye kabaca 2010 yılından sonra, Rusya ile ‘iyi
komşuluk’ kavramının ötesinde ‘stratejik’ ilişkilere yöneldi. Rusya’nın Şam
rejimini desteklemesi, Ankara’nın ise ‘Esat gitsin’ politikasını
bayraklaştırması iki ülke arasında daha ilk yıllarda gerilimler çıkardı.
2012 Temmuz’unda Ankara ile Moskova arasında ‘Esat’lı,
hayır Esatsız geçiş’ gerilimi patlak verdiğinde Başbakan Erdoğan yine
Moskova’ya gitmişti…
Putin, Esat’ı böylesine desteklememesi için ikna
edilebilir miydi?
Basınımızın diplomasi gazeteciği öğretmeni Sami Kohen
ağabeyimiz Milliyet’te şöyle yazmıştı:
“Başbakan Erdoğan’ın Putin’i, bazı gazetelerde öne
sürüldüğü gibi, ‘ikna etme’ çabasının Kremlin’in duvarlarına çarpması ve yankı
bulmaması şaşırtıcı olmayacaktır. Herhalde Putin’in de Erdoğan’dan Suriyeli
muhaliflere ve direnişçilere destekten vazgeçmesini istemesi için de aynı şey
söylenebilir.”
Sami Ağabeyin yazısı şöyle sona ediyordu:
“Kısacası, Erdoğan-Putin buluşmasından Suriye krizini
çözecek bir mucize beklememeli. Ancak bu samimi diyalogun devam etmesi ilişkilerdeki
‘Suriye gölgesi’nin etkisini azaltması bakımından önemli ve yararlıdır...” (17
Temmuz 2012)
Şimdi, 5 Mart’ta Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Putin’le
görüşmesinin de benzer şekilde geçeceğini sanıyorum.
YIL 2020
AK Parti dünyevi politikaları bile dinî ve hamasi
değerlerle ifade ediyor; Erdoğan 5 Eylül 2012’de “Şam’da Selahattin Eyyubi’nin
kabri başında Fatiha okuyacağız, Emevi camiinde namaz kılacağız” diye
konuşmuştu. Esat’a kesin gidici gözüyle bakılıyordu.
Batılılar da Esat’a gidici diye bakıyordu.
Fakat Putin baştan beri desteklediği Baas rejimini
güçlendirmek için 2015’ten sonra muazzam bir askeri sevkiyat yaptı, sahadaki
ibreyi Esat lehine çevirdi.
Bugün hiç kimse Esat rejiminin gidici olduğunu
söylemiyor.
Aksine, Putin’in Esat’la birlikte, 8 Ocak 2020 günü
Şam’da Emevi camiini ziyaret etmesi hem dengenin nasıl kökten değiştiğini
gösteriyordu, hem Ankara’ya bir nazire idi!
Fakat Ankara politikasında buna göre bir revizyon
yapmadı.
Kaldı ki Suriye’nin nüfus yapısı olumsuz yönde değişiyor.
Kabaca 6 milyon Sünni Suriyeli ülkeyi terk etti; 4 milyonu Türkiye’ye, kalanı
Ürdün ve Lübnan göçtü.
Dr. Can Kasapoğlu’nun vurguladığı gibi Rusya Suriye’de bu
etnik temizliği de destekliyor. Doğu Akdeniz’deki sadık kolu olan Baas’ın
‘sağlam’ bir nüfusa dayanması için!
NASIL BİR SURİYE?
27 Şubat gecesi 34 askerimizi şehit eden hava saldırısını
sadece Suriye ve Rus uçaklarının birlikte icra ettiğini, Sedat Ergin
kanıtlarıyla yazdı.
Devlet Bahçeli, tabii ki hükümetten aldığı bilgilerle,
ayrıntılı olarak bu gerçeği açıkladı.
Hükümet ise Moskova’nın sorumluluğunu vurgulamaktan
kaçınıyor. Diplomasi de böyle şeyler elbette olur.
Hükümet askerî açıdan da ‘Rusya ile karşı karşıya
gelmekten’ sakınıyor; doğru olarak…
Fakat başka ülkelerle ilişkilerde de diplomasi diline
özen göstermek gerekmez mi? Özellikle Avrupa ile ilişkilerde diplomatik
kanallarda tutulabilecek sorunlar bile miting meydanlarında ‘bunlar haçlı
İttifakı…’ gibi söylemlere konu edildi…
Türkiye’nin önündeki en büyük sorunu görelim: İç savaş
bittikten sonra Suriye’de Türkiye’ye hasım bir rejim kurulması ihtimali
gittikçe güçleniyor! Rus-Baas güdümlü bir rejim, Türkiye’ye karşı her türlü
terörü destekleyebilir; dün olduğu gibi…
Rusya PKK’yı bile terör örgütü saymıyor!
Suriye’de dengeli ve ılımlı bir rejim kurulması,
göçmenlerin hiç olmazsa önemli bir bölümünün ülkelerine dönerek Suriye
kompozisyonunun doğal hale getirilmesi gibi ağır sorunları Türkiye tek başına
çözemez.
‘Dostlarımızı artırmak, düşmanlarımızı azaltmak’ ilkesi
unutulmamalıydı; Türkiye’nin buna şiddetle ihtiyacı var.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorum yazarak, düşüncelerinizi benimle paylaşabilirsiniz.