DEM Parti, Parti Meclisi (PM) sonuç bildirgesinde, “barış ve demokratik çözüm” koşullarını açıkladı. “Abdullah Öcalan’ın geliştirdiği çözüm perspektifi, Türkiye’nin demokratikleşmesi ve kalıcı barışın sağlanması açısından tarihsel bir fırsattır” denilen açıklamada, “DEM Parti barışın gerçek ve kalıcı olması için üzerine düşen tarihsel sorumluluğun bilincindedir” denildi.
Kürt sorununun demokratik çözümü,
Türkiye’nin demokratikleşmesi, halklarımızın ve emekçilerin sorunları ve ortak
geleceği üzerine kapsamlı değerlendirmelerde bulunulduğu belirtilen bildirgede,
"Barışın, sadece bir siyasi karar değil, halkın mücadelesiyle
toplumsallaşan ve kök salan bir süreç” tanımlaması yapıldı. Açıklamada, “İçinde
bulunduğumuz kritik süreçte, barışın gerçek ve kalıcı olması için üzerimize
düşen sorumluluğu yerine getirecek, halkların müzakere zeminini genişletecek ve
barışı sadece siyasi aktörlerin değil, Türkiye halklarının ortak talebi haline
getirmek için çalışacağız” ifadelerine yer verildi.
DEM Parti, Parti Meclisi sonuç
bildirgesinin tamamı şöyle:
Parti Meclisimizi, sosyalizme olan
sarsılmaz inancı, ezilen halkların özgürlüğü için verdiği mücadele ve Ortadoğu
halklarının kaderlerini birbirine bağlama kararlılığıyla enternasyonalist
dayanışmanın ve ortak mücadele ruhunun simgesi olan Bereket Kar şahsında,
devrimci mücadelede yitirdiğimiz tüm yoldaşlarımıza ithaf ediyoruz.
12 Şubat 2025’te Ankara’da toplanan Parti
Meclisimiz, Ortadoğu’da süregelen savaşlar, Suriye’deki gelişmeler, Kürt
sorununun demokratik çözümü, Türkiye’nin demokratikleşmesi, halklarımızın ve
emekçilerin sorunları ve ortak geleceği üzerine kapsamlı değerlendirmelerde
bulunmuş; bu doğrultuda mücadele hattını netleştirerek yönelimlerini
belirlemiştir.
Savaş, işgal ve sömürü politikalarına
karşı halkların ortak direnişi
Dünyanın dört bir yanında savaş, yoksulluk
ve adaletsizlik giderek derinleşirken, halkların barış içinde yaşama umudu her
zamankinden daha büyük bir tehdit altındadır. Ortadoğu, emperyalist çıkarların,
otoriter rejimlerin ve mezhepçi çatışmaların pençesinde bir savaş alanına
çevrilmiştir.
Türkiye, İran, Irak ve Suriye’de Kürt
halkının demokratik hakları bastırılmakta; halkların kendi kaderini tayin hakkı
yok sayılmaktadır. Türkiye’deki iktidarın Kürt halkına yönelik saldırıları,
sadece Kürt sorununun demokratik çözümünü değil, Türkiye’nin
demokratikleşmesini de engelleyen bir çıkmaz yaratmaktadır.
Kuzey ve Doğu Suriye halklarının
demokratik yönetim talebi başta Türkiye’nin askeri operasyonları ve müdahaleci
politikaları olmak üzere çeşitli emperyal ve bölgesel aktörler tarafından
tehdit edilmektedir. Türkiye’nin Rojava’ya yönelik müdahaleleri sadece Kürt
halkının değil, Arapların, Ermenilerin, Türkmenlerin, Çerkeslerin;
Süryanilerin, Alevilerin, Êzidîlerin, Dürzilerin ve tüm bölge halklarının ve
inançların demokratik iradesini hedef almaktadır.
Suriye’de radikal cihadist grupların
varlığı, İsrail’in Filistin ve Lübnan’a yönelik saldırıları, Filistinlilerin
yurtlarından zorla çıkarılması ve işgalin derinleşmesi, Gazze’yi
insansızlaştırma girişimi halkların geleceğini belirsiz kılmakta, insanlık vicdanında
derin yaralar açmaktadır.
Savaşın kazananı yoktur; ancak halkların
ortak mücadelesi ve dayanışması, barış ve özgürlüğün garantisidir. Tarih
göstermiştir ki, barış talebi, mücadeleden vazgeçmek değil, mücadelenin daha
güçlü ve yeni araçlarla, daha geniş bir toplumsal dayanışma ve örgütlenmeyle
sürdürülmesidir.
Barışın ve demokratik çözümün ana ekseni:
Birlikte eşit yaşam ve yeni bir toplumsal sözleşme
Türkiye’de Kürt sorunu, yıllardır inkar ve
imha çerçevesinde ele alınmış ve güvenlikçi politikalarla çözümsüz
bırakılmıştır. Bu politikalara karşı Kürtlerin haklı talep ve direnişleri
devletin zor aygıtlarıyla bastırılmak istenmiştir. Çözümsüzlük ve şiddet
politikalarına karşı barışı savunanlar baskı altına alınmış, halkın iradesi
kayyımlarla gasp edilmiş, demokratik çözüm yolları tıkanmıştır. Oysa çözüm
inkâr, imha, askeri operasyonlar ve tecrit politikalarında değil, halkların
eşit ve özgür bir şekilde bir arada yaşayabileceği demokratik bir sistemde
yatmaktadır.
Tam da bu noktada Sayın Abdullah Öcalan’ın
geliştirdiği çözüm perspektifi, Türkiye’nin demokratikleşmesi ve kalıcı barışın
sağlanması açısından tarihsel bir fırsattır. Sayın Öcalan’ın daha önce yaptığı
barış çağrıları, Türkiye halklarında büyük bir umut yaratmıştır. Bugünkü çözüm
tezleri ve demokratikleşmeye yönelik çağrıları da halklarımızın ortak geleceği
için kritik bir dönüm noktası olacaktır. Bu bağlamda, barış ve demokratik
çözümün ana konuları şunlardır:
Tecrit Politikalarına Son Verilmesi: Sayın
Öcalan üzerindeki tecridin kaldırılması, özgür çalışma koşullarının sağlanması,
toplumun barış ve demokratikleşme sürecine dair gelişmeleri doğrudan öğrenmesi,
onurlu bir barışın sağlanması açısından hayati bir öneme sahiptir.
Demokratik Yeni Bir Toplumsal Sözleşme:
Kürt halkının demokratik ve siyasi haklarının anayasal güvence altına alınması
sağlanmalı; Türkiye’de demokratikleşmenin önünü açacak çoğulcu ve katılımcı
kapsamlı bir inşa süreci başlatılmalıdır.
Ortak Vatandaş Eşit Yaşam: Türkiye’de
yaşayan herkes, eşit haklara sahip yurttaşlar olarak ortak bir geleceği
birlikte inşa etme hakkına sahiptir. Kürtler, Türkler, Araplar, Ermeniler,
Süryaniler, Romanlar; Sünniler, Aleviler, Êzidîler, Hristiyanlar, Museviler ve
diğer tüm halklar, inançlar ve kimlikler hiçbir ayrımcılığa uğramadan,
anadilinde eğitim ve kültürel haklar başta olmak üzere tüm demokratik haklara
sahip olmalıdır.
Türkiye’nin Ortadoğu’da Savaş Yerine
Diyalog ve Barış Politikalarını Benimsemesi: Bölgedeki tüm halklarla eşit ve
barışçıl ilişkilere dayalı diplomasi geliştirilerek, başta Kürtler olmak üzere
bölge halklarıyla ilişkiler savaş ve imha temelinde değil, demokratik müzakere
çerçevesinde ele alınmalıdır.
Barış, adalet ve emek mücadelesi
ayrılmazdır
Türkiye’de hukuksuzluk ve adaletsizlik
sadece savaş politikalarıyla sınırlı değildir. İşçilerin ve emekçilerin hakları
gasp edilmekte, kadınlar her gün erkek şiddetine maruz bırakılmakta, basın,
haber alma, düşünce, ifade, örgütlenme özgürlüğüne müdahale edilmekte, seçme ve
seçilme hakkı kayyımlarla gasp edilmekte, halkın iradesi siyasi hesaplarla
şekillendirilen mahkeme kararlarıyla yok sayılmaktadır.
Barış, adalet ve emek mücadelesi iç
içedir. İşçilerin, emekçilerin, kadınların, gençlerin ve ezilen halkların
talepleri birbirinden ayrılamaz. Özgürlük ve eşitlik için verilen mücadele,
aynı zamanda halkların barış içinde yaşama hakkı için verilen mücadeledir.
Barış talebini toplumsallaştırmak ve
demokratik zeminde güçlendirmek zorunludur
Söz konusu karanlık tabloya rağmen, barış
ve adalet mücadelesi verenler direnmeye devam ediyor.
İşçiler grevlerde haklarını savunuyor,
kadınlar erkek şiddetine karşı sokakları terk etmiyor, halklar iradelerine
sahip çıkıyor. Umut, bu ortak direnişin içinde filizleniyor.
Bugün en acil görevimiz, savaş ve sömürü
düzenine karşı halkların ortak sesini büyütmek, barışı, emeği ve adaleti
savunan mücadeleleri birleştirmektir. Savaşın, baskının ve sömürünün olmadığı
bir dünyayı ancak dayanışma içinde ortak mücadeleyle yan yana durarak inşa
edebiliriz.
Güvenmemiz gereken zemin, halklarımıza,
mücadele pratiğimize ve toplumsal gücümüze dayanarak oluşturacağımız politik
zemindir. Barış, sadece bir siyasi karar değil, halkın mücadelesiyle
toplumsallaşan ve kök salan bir süreçtir. Barış, tüm toplumsal kesimleri;
kadınları, emekçileri, gençleri, inanç gruplarını, ekoloji mücadelesi
yürütenleri doğrudan ilgilendiren bir meseledir. Barış sürecini daraltmak, onu
yalnızca belli bir kesimin meselesiymiş gibi göstermek, iktidarın bilinçli bir
tercihidir. Bize düşen görev ise barışı toplumsal alanda ve demokratik zeminde
derinleştirmektir.
DEM Parti barışın gerçek ve kalıcı olması
için üzerine düşen tarihsel sorumluluğun bilincindedir
Partimiz diyalog, müzakere ve çözüm
ilkesini esas alan bir partidir. Dün olduğu gibi bugün de halklarımızın barış
içinde, eşit yurttaşlık temelinde, ortak bir yaşam inşa etmesini her zaman
savunmuş, savunmaya devam edecektir.
Barışın, diyaloğun ve demokratik çözümün
teminatı DEM Partidir. Bugüne kadar 43 merkezde binlerce kişinin katılımıyla
gerçekleştirdiğimiz “Toplumsal Barış ve Özgürlük Buluşmaları” ile üç büyük
kentte gerçekleştirdiğimiz on binlerce kişinin dahil olduğu “Özgürlük İçin
Barış” mitingleri halkların barış özlemini açığa çıkarmış ve demokratik çözüm
arayışına olan inancı pekiştirmiştir. Halk toplantıları halklarımızın barışa
inancının, özleminin ve isteğinin ne kadar güçlü olduğunu bir kez daha
göstermiştir.
Tüm bunlardan hareketle, tarihsel olarak
üstlendiğimiz misyon gereği, çatışma ve çözümsüzlük siyasetinin karşısında
durarak barış talebinin toplumsallaşması ve halkların demokratik iradesinin
güçlenmesi için daha fazla mücadele edeceğiz.
İçinde bulunduğumuz kritik süreçte,
barışın gerçek ve kalıcı olması için üzerimize düşen sorumluluğu yerine
getirecek, halkların müzakere zeminini genişletecek ve barışı sadece siyasi
aktörlerin değil, Türkiye halklarının ortak talebi haline getirmek için
çalışacağız.
Baskıya karşı direnişi, savaşa karşı
barışı, sömürüye karşı emeğin gücünü büyüteceğiz. Adil, demokratik ve onurlu
bir barışı halklarımızın ortak iradesiyle mutlaka inşa edeceğiz. Kazanacağız,
mutlaka kazanacağız!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorum yazarak, düşüncelerinizi benimle paylaşabilirsiniz.