4 Şubat 2025 Salı

TÜRK MÜSLÜMANLIĞININ TARİHİ KÖKENLERİ Saadettin Merdin

Anadolu İslamı nasıl oluştu?

Anadolu İslamı dediğimiz İslam’ın (Türk-İslam yorumunun) kaynağı Türklerin İslam öncesi mistik inançlarına kadar uzanır. Türklerin hem İslam öncesi, hem de İslamlaşma devri hem çok uzundur ve hem bir o kadar da karanlıktır. Öyle Türkler Talas savaşından sonra topluca Müslüman oldular diye anlatılanlar gerçek dışıdır.

İSLAM ÖNCESİ MAVERAÜNNEHİR'DEKİ DİNİ YAPI

Klasik kaynaklara baktığımızda Türklerin putperest, Mecusî, Şamanist olduğu görülecektir.. Örneğin; Uygur Türkleri Budisttir. Müslümanlar için Mekke ne ise, Belh’de Mecusiler için aynı şeydir. Türklerin İslam öncesi dahil oldukları ikinci din Maniheizmdir. Maniheizm gnostik bir din olduğu için Şamanist ve Budist Türkler tarafından kabul edilmesi kolay olmuştur. Hazar Türkleri Yahudidir. Buna rağmen bölgedeki bu kadar dini çeşitliliğe rağmen bu dinlerin mensupları arasında dini nedenlerle savaşlar olmamıştır. İnsanlar birbirlerinin dini inançlarına tolerans göstermişlerdir. Bunda Şamanizm’in siyasi, hukuki hedeflerinin olmaması daha çok manevi/vicdani bir doktrin olmasının da rolü vardır.

Göçebe Türkler hangi dine girerlerse girsinler Şamanist adetlerini ve dini nazariyelerini muhafaza etmişlerdir. Şamanizm daima merkezî konumunu muhafaza etmiştir. Şamanizmin İslam öncesi ve kısmen de İslam sonrası devam eden üç kültü şunlardır.

a) Atalar kültü, Ecdadın ruhlarından yardım isteme inancı, onlara aşırı hürmet.

b) Tabiatın esrarlı güçlerle (cinler ve ruhlarla) dolu olduğuna olan inanç, tabiat kültü, cin ve ruhlardan istimdat,

c) Gök Tanrı kültü.

İslam öncesi Türkler, özellikle Uygurlar Budist idiler. Aslında Şamanizm ve Budizm o kadar iç içe geçmiştir ki, birbirinden ayırmak mümkün değildir. Kaşgarlı Mahmud’a göre Uygurlar putperesttir. Sebebi büyü ilmini öğrenmeleridir. Cüveynî’ye göre ise; bunların akideleri ve mezhepleri muhtelif ise de, umumiyetle bunlarda hulul (tanrının insan şeklinde görünmesi) itikadı hakimdir.

İslamiyet bölgeye girdiği sıralarda Türklerin hangi dine mensup olduğuna dair, herhangi bir dine öncelik vermek zordur. Örneğin Kuteybe b. Müslim Maveraünnehir’i fethettiği zaman ona en şiddetli mukavemeti Mecusî aşiretler göstermiştir. Buhara bu yıllarda Mecusiliğin dini ve kültürel merkezi konumundaydı. Bir diğer din Budizm idi. Budistlerin viharaları (manastırları) medreseye dönüştürülmüş, Budist mabetleri de camiye. Kısaca bölgede dinler iç içe geçmiş, birbirlerinden çok şeyler alıp-vermişlerdi. Türklerin hangi dine tam olarak mensup oldukları söylemek zordur. Bu dönemde bu bölgedeki dinler için söylenebilecek tek şey, bu dinlerin mistik ve ruhani bir yapılanmaya sahip olmalarıdır. Bu nedenle Türklerin tasavvuf temelli bir dini benimsemeleri hiç de zor olmamıştır. Böylece onlar yeni bir dine girerken, aynı zamanda eski dinlerine dönmüş oluyorlardı.

Bu geçiş döneminde Türkler eski inançlarını muhafaza eden mistik din adamları olan şamanlar yeni dervişler ve bunlar eliyle Türkler İslamlaşmıştır. Sufiler, dolayısıyla İslam bu bölgeye “eski İran ananelerini göğsünde saklayan Horasan” üzerinden girmişlerdir.

Türklerin İslamlaşmasında Horasan’ın/İran’ın etkisi sanılandan ziyadedir. Köprülü’nün belirttiği gibi;“Türkler İslamiyet’in birçok unsurlarını doğrudan doğruya Araplar’dan değil, Acemler vasıtasıyla aldılar. Hem Sufi mistisizmi, hem de medrese Horasan kökenlidir.

Kitabi İslam’a aykırı heresi /sapkın fikirler hep Horasan menşeilidir. Bu heretik hareketler fikri referanslarını kadim İran kültüründen almaktaydı. Fars kökenli mevaliler İslamı tam olarak benimsememişlerdi. Emevilere tepki Irak’ta sadece pasif bir zühd ile yetinirken, Horasan ve Maveraünnehir’de ise aktif isyanlar şeklinde tezahür etmiştir. 

Mazdekiyye, Hurremiyye, Muhammire, Mukannaiyye, Müslimiyye, Babekiyye hareketleri gibi. Zındıklar olarak nitelenen bu kıyamları temelinde eski dinlerinin tesirleri vardır. Örneğin Ebu Müslim Emeviler’e isyan ettiğinde topladığı kuvvetler Zerdüşt ve Budistlerin tesiriyle oluşan batınî guruplar ve Horasan şiileridir.

Mesela Mukanna’ hareketinin temel inancı tenasüh ve Tanrının çeşitli varlıklar şeklinde görüldüğü inancıdır. Belh’li olması ayrıca dikkat çekicidir. Kendisinde Ebu Müslim’in ve diğer peygamberlerin ruhu bulunduğunu iddia ediyordu. Bu herif (Haşim b. Hakîm) ölüleri diriltebilecek güce sahip bir tanrı olarak kendini tanıtıyordu. Bunlar islamın temel ibadetlerini yapmadıkları gibi, kadınlardan müştereken yararlanmayı mübah görecek kadar Müslümanlardı. Peşine pek çok Türk köylüsünü de takmıştı.

Türklerin İslamlaşma sürecinde, İslamı tasavvufi çerçevede yorumlamalarında önemli bir rol oynamış olan isimlerden biri de Hallaç’tır. Tam beş sene süren yolculuğunda Hallaç cihat için kurulmuş şehirleri /ribatları, yanındaki yüzlerce tilmiziyle birlikte, birer birer dolaşmıştır. Ölümünü izleyen yıllarda Hallaç’ın öğretisini Buhara’da talebeleri Kalabazî ve Ahmed Yesevî tarafından devam ettirilecektir.

Konar-göçer bozkır halkının mensup olduğu Şifahi İslam; miteolojik bir karakter arz eder. Ki bunlar da İslam öncesinin tabiat kültleri, Şamanist uygulamalar, özellikle Budizm, Zerdüştlük, Maniheizm ve Mazdeizm gibi dinlerin kalıntılarıdır. Bu konar-göçerlerden kitabî bir İslam beklemek zaten anlamsızdır.

Kitabi İslamı ise medreseler temsil eder. Sünni İslamın temsil ettiği, devlet desteğine sahip dini anlayıştır. Şehirli yerleşik halkın din anlayışıdır.

Bir diğer islam yorumu ise mistik islam anlayışıdır. Bunun şifahi İslamdan temel farkı ise, zühd ağırlıklı bir yapısı vardır. Bu Mistik yorum da İslam öncesi efsane ve menkıbelerden şifahi İslam kadar beslenmektedir. Buna ilaveten Kitabi İslam’dan şifahi islam kadar habersiz de değildir. Bu mistik İslam daha çok İran/Horasan kaynaklı, İslam öncesi gnostik, hermetik, Yeni Eflatuncu nazariyelerden beslenen yarı felsefi akımlardır.

ŞİFAHİ (Kitapsız, sözel) İSLAM

Örneğin; Battal Gazi menkıbelerinin anlatıldığı Battalnâme’de İslam’a davet edilenler Battal’dan İsa gibi ölüleri diriltmesini isterler. Battal da İlyas peygamberin duasıyla ölüleri diriltir. Bunun sonucunda iki yüz elli bin kafir, yedi parça şehir, üç yüz parça kale ve beş bin köy Seyyid Battal Gazi’nin önünde Müslüman olurlar.

Bir diğer menkıbe Ahmet Yesevî menkıbesidir. Bir seferde açlık çeken sahabeye vermek üzere Cebrail cennetten bir tabak hurmayı peygambere getirmiştir. Fakat hurmalardan biri tabaktan düşer. Cebrail bu hurmanın Ahmet Yesevî’nin nasibi olduğunu söyler ve Aslan Baba, Hz. Peygamberin emriyle hurmayı Ahmet Yesevî’ye vermek üzere yola çıkar, Sayram’a gelir ve Ahmet Yesevî’yi bulur ve onun manevi terbiyesini üzerine alır.

Türkler işte bu menkıbelerden, masal ve efsanelerden beslenen şifahi İslam zaviyesinden İslam’a girmişler, İslamı efsaneleştiği kadar kabullenmişlerdir.

İslam öncesinin ozonları, kamları, baksıları, yeni dinin ERMİŞLERİ olmuştur.

İslamiyet öncesi gök/ak sakallı kocaları yeni dinin HIZIR’ı oluvermiştir.

Göçebe Türklerin hayatında büyük bir mevkii olan kadınların, fakihler tarafından müşterek hayatın dışına çıkarılmak istenmesi, eskiden beri kadınlarla müştereken tertip edilen sazlı ve şaraplı şölenlerin şer’an yasaklanması, oruç, namaz, hac gibi göçebe hayatıyla telif edilmesi zor olan bir takım sıkı hükümlerin varlığı Türkmenlerin hiç işine gelmemiştir. Bu esnada teşekkül etmeye başlayan sufi zümreler bir misyoner gibi kendi mesleklerini yaymak için çalıştılar. Baba, ata lakaplı bu sufiler, eski ozan-kamlardan tevarüs edilen bir kudsî hâleyle çevrili olarak faaliyete koyuldular. Garip kıyafetleri, ağızlarda dolaşan kerametleri, meczubane yaşayışlarıyla eski kamların hatırasını islamî bir şekil altında yaşatan bu babalar, göçebe Türkmen boylarına, pekiyi anlayacakları bir dille İslamiyeti eski kavmi ananalere uygun gelen sufiyâne fakat basit ve avamî, tahrif edilmiş bir şeklini telkin etmişlerdir.

Bu dönemi en iyi resmeden kimseler Ahmet Yesevî ve Dede Korkut’tur. Dede Korkut’ta Türklerin eski dinlerine ait pek çok hususlar bulmak mümkündür. Dede Korkut Türkmenler arasında “yağmurcu” olarak bilinir. Şamanizm’e göre şamanlar Türk tanrısının hediye ettiği “yada taşı” sayesinde yağmur yağdırabilmekteydi. Bu şamanların mucizesi olarak gösterilirdi. Onların tabiata hükmettiklerine inanılırdı. 

15.Yüzyılda kayda geçirilen Dede Korkut hikâyeleri Türk ahlak ve töresinin, inançlarının anlatıldığı bir eserdir. Dede Korkut; İslam öncesi ozon ve şamanlarla, İslami devirdeki veli ve alp tipinin bütün hususiyetlerini kendi üzerinde mezceder.

Barthold “Dede Korkut’ta İslamiyet ciladan ibarettir” der. Lakin bu cila paganizmin bakiyelerini layıkıyla örtememektedir.

Osman Turan’a göre Dede Korkut Kitabı “sathi bir şekilde İslamlaşan ve eski Türk hayat ve telakkilerini yaşatan göçebelerin eseridir.”

yüzyılda yaşamış Sarı Saltuk’un menkıbelerini anlattığı Saltuknâme’de cinler, cadılar (câzû), büyücüler başroldedir. Sarı Saltuk’u kafirler denize, ateşe attıklarında, Hz. Hızır’a bağlı cinler onu kurtarmışlardır. Gerektiğinde en uzak yerlerden cinler vasıtasıyla gazaya yetişir. Bu eser Türklerin İslam öncesi devrin paganist unsurlarıyla doludur.

Uygurlu Türkler arasında yaygın olan Budizm de, İslam sonrasında tesirini göstermiştir. Zahitler Budist rahipler gibi adeta bir Budha gibi tasvir edilmiştir. İbrahim b. Ethem’de zühd hayatı ile anlatılanlar bunu göstermektedir.

Dede Korkut Hikâyelerinde bir taraftan “adı görklü Muhammed’e salavat getirilirken, diğer taraftan şarap içilmektedir. İslama giren önce sünnet ettirilir, sonra beş vakit namaz kıldırılır, daha sonra da misafirlere kımız dağıtılır.

Manas Destan’ının kahramanı kımız içen bir müslümandır. Manas Destan’ında koruyucu ve yardımcı ruhlardan yardım istemek önemli bir yer tutar. Manas Destan’ında zaman zaman evliyaların yardımından medet umulur. Manas’ın babasının çocuğu olmayınca evliya türbesine gidip çocuk ister. Türbe ziyaretinden sonra çocuk doğar. Dede Korkut’ta çocuk isteyen kadınlar “kara donlu dervişlere“ adakta bulunurlar. Yine fal /kehanet, tılsım, büyü, muska, efsunlama, cin çarpması, uğur ve uğursuzluk ve gelecekten haber veren kamlar İslam öncesi inancın günümüze intikal eden bakiyeleridir.

İki ordu savaşa tutuşmadan önce, her iki ülkenin cinleri de kendi aralarında savaştıklarına dair bir inanç vardır. Savaşa başlanacağı günün gecesinde savaşçılar kendilerine “çıvı” denilen cinlerden oluşan askerlerin okları isabet etmesin diye korkudan çadırlarından çıkmazlardı. Hangi ülkenin cinleri galip gelirse, o ülkenin askerleri de savaşta galip gelirdi.

KİTABÎ (Resmi, medrese) İSLAM

Türk ve Acem nüfusun yoğun olarak yaşadığı Buhara ve Semerkand gibi şehirlerin bulunduğu Türkistan bölgesidir. Yusuf Has Hacîb’in Kutadgu Bilig’i bu kitabî İslamın örneği sayılabilir.

Buna rağmen Yusuf Has Hacîb’in Kutadgu Bilig’inde de pek çok Şamanizm bakiyeleri bulmak mümkündür. Kam yerine “muazzim/azimet yapan)” efsuncu kelimesini kullanır. Eski şamanlar İslâmî literatüre uyarlanarak muazzim, arraf olmuşlardır. İslam bölgeye gireli bir buçuk asır olduğundan, kamlar yeni dine uymak mecburiyetinde kalmışlar ki, şeytanları kaçırmak için muska yazmaya başlamışlardır.

Kutadgu Bilig’de artık İslami terminoloji daha baskındır. Kutadgu Bilig’de artık içkinin haramlığına dair hadisler, ya da kadınlara karı mahremiyet anlayışı içinde yaklaşmayı emreden hadisler yer alır.

MİSTİK İSLAM

İslam öncesinin efsaneleri, masalları, İslam sonrasında dini propaganda yapan derviş-şairler vasıtasıyla islami menkıbelere dönüştürülmüştür. Kıyafetleri, vecdli raksları ve danslarıyla eski Türk kam-baksıların, şamanların rollerini sünni olmayan tarikatlere mensup Türkmen babaları tarafından devralınmıştır. Şamanizm ve Budizm geleneklerinin baskın olduğu Türkler arasında İslamiyet’i iptidai düzeydeki dervişler, Türkmen babaları yaymışlardır. Horasan üzerinden Türkistan’a dahil olan bu dervişler okudukları ilahiler, şiirler ile benimsenmiş, onlar eski şamanlarının, ozanlarının devamı olarak görülmüşlerdir. Her derde deva bulan, gaipten haber veren Türklerin eski şamanlarını hatırlatan Aslan Baba, Korkut Ata, Çoban Ata gibi dervişler İslam sonrasının keramet sahibi velileri olmuştur.

Korkut Ata şöyle tarif edilir; “Resul Aleyhisselam zamanına yakın Bayat boyunda Korkut Ata dirler bir er koptu. Oğuz’un ol kişi tamam bilicisiydi. Ne dir ise olur idi. Gaybtan dürlü haber söyler idi. Hak Teala onun gönlüne ilham ider idi. Korkut Ata kavminin müşkilini hal ider idi. Her iş olsa Korkut Ata’ya danışmayınca işlemez idi.” Yaşayıp yaşamadığı bilinmeyen bu zat Oğuz boylarının kahinidir. Gaybtan ve gelecekten haber vermesi şamanlara ne kadar benzediğini gösterir.

Yine Türk sufi tarikatlarının en eskisi olan ve de Nakşiliğin ilk hali olan Yesevîlikte zikr-i erre (bıçkı dansı) denen zikir ve sema tarzı, Türklerin eski rakslarının devamıdır. İslamiyet öncesi Türk rahip-şairlerinin İslamlaşmış şeklinden başka bir şey olmayan Ahmet Yesevi’nin kurduğu Yesevîlik eski Türk paganizminden çok şeyler almış ve ayinlerinde eski göçebe örfüne ve şaman ayinlerine uygun kadınlı-erkekli zikirler yapmıştır. Okuma-yazma bilmeyen konar-göçerlere, alışık oldukları mistik yoldan İslam’a dahil edilmişlerdir. Yesevilik’te kadim Buhara Budizminin etkilerini de göz ardı etmemek gerekir. Yeni veliler birçok yönden Budist rahipleri andırmaktadırlar. Netice de Türkler yüzlerce yıl Budist olarak yaşamışlardı.

Özetle bölge zaten İslam öncesinden mistik bir zemine sahipti. İslam öncesi benimsenen tüm dinler de zaten mistik bir karaktere sahipti. Yani bölgenin yüzünü tasavvufa yöneltmesi için tüm şartlar hazırdı.

Türkler önce mistik/sufi oldular, sonra da İslam’ın dönüştürücü gücüyle olabildikleri kadar Müslüman oldular. Mistik İslam denilince ilk akla gelen Ahmet Yesevî, Kitabî İslam’ı Şifahi İslam’a dönüştürmüştür.

------------------------------

Kitabi olmayan Türk halk İslam’ında (kültürel folk İslam’da) pek medrese mezunu fakihler, kelamcılar bulunmaz. Türk halkı âlimlerin peşinden değil dervişlerin peşine takılmıştır.

Her ne kadar bizlere Türklerin toptan Müslüman olduğu ve bütün samimiyetleriyle yeni dinlerini içselleştirdikleri öğretilmişse de, bu çok da gerçekçi değildir. Zira sosyoloji gibi bilimler bir toplumun baştan aşağı kısa bir sürede değişebileceğini kabul etmez.

Anadolu’da İslam’ın sosyal yaşantı ve kültür temelinde iki değişik görünümü vardır. Birincisi medrese İslam’ıdır. İkincisi ise, kısmen mitolojik inançlarla karışık “Halk İslam’ı” (Folk, Kültürel İslam’dır).

Halk İslam’ının da iki alt versiyonu vardır. Birincisi; Sünni tarikatlar, diğeri; heterodoks kabul edilen bugünkü Alevi-Bektaşi kesimlerce temsil edilen şeklidir.

Heterodoks İslam’ın Orta Asya, Orta Doğu’daki kadim dini ve mistik kültürlerle çok sıkı bağları vardır. Heterodoks Türk İslam’ı; Orta Asya’dan Anadolu’ya kadar geniş bir zaman ve mekân sürecinde Şamanist Türklerin bazı inançları ile diğer dinlerin ve mistik kültür kalıntılarının, yüzeysel bir İslam ile harmanlanmasıyla oluşmuştur. Türk Müslümanlığı, çoğu kere İslam’ın temel esaslarının ve hükümlerinin bir hayli dışında mitolojik ve geleneksel unsurlarla, hurafelerle örülmüş olarak Anadolu’ya gelmiş ve bu yapısıyla Anadolu’yu İslamlaştırmıştır.

Mâverâünnehir’deki Sünni İslam çevreleriyle temasta bulunan Türkler Sünni-Hanefi inanç esaslarını benimsemiştir. Buna mukabil Horasan, Azerbaycan gibi İran kültürünün yahut eski Türk inançlarının hâkim bulunduğu Orta Asya bozkırlarından gelen konar-göçerler ise İslam öncesi inançlarını büyük ölçüde devam ettirmişlerdir.

Eski Türklerde “şaman/ kâm”; doğaüstü güçlere sahipti. Cinleri kovar, büyü bozar, tılsımlar yapar, göğe çıkar, aslana biner, ateşe girer ve çeşitli hokkabazlıklar bilirdi. Türklerin yeni dinlerinde Şaman kültü aynen devam etmiş, sadece şamanın adı değişmiş, eren, ermiş, veli, şeyh, alevi dedesi vs. oluvermiştir.

Heterodoks İslam anlayışı Mesiyanik (mehdici) bir karakter sergiler. Bu inanç, ilahi yetki sahibi, karizmatik bir şahsiyet inancına sahiptir. Babai isyanlarında bu karakter çok belirgindir. Türkmen Babaları, Türkmenlerce, ilahi kurtarıcı olarak kabul edilmiş, öldürüldüklerinde bile ölümüne inanılmamıştır. Bu mehdici anlayış, çok kısa bir süre içerisinde Şahkulu (1511), Nur Ali Halife (1512), Bozoklu Celal (1520), Baba Zünnûn (1526) gibi Osmanlı merkezi idaresine karşı ihtilalci mesiyanik hareketlere dönüşmüştür. Babailer, Selçuklu kuvvetlerini on iki defa yenilgiye uğratmışlardır.

Bu heteredoks dini anlayış şu üç temel inancı beraberinde bulundurur; Hulul, (Allah’ın insan suretinde görünmesi), Tenasüh, (ruhun öldükten sonra bir başka bedende yeniden doğması) ve Don değiştirme (ruhun sağken bir biçimden başka bir biçime yahut bir kalıptan başka bir kalıba geçmesi).

Atalar Kültü ki; ruhun bedenden bedene geçmesi telakkisine benzer. Müslümanlığın kabulünden sonra da evliya kültü olarak devam etmiştir. Ata kültü; bilgili, yiğit, iyi savaşçılık veya yöneticilik yapmış şahısların ruhlarının öldükten sonra da yakınlarına yardım edeceği, kötülüklerden koruyacağı inanışına dayanır.

Şamanların gösterdiği olağanüstülüklerle ilgili anlatılara baktığımız zaman evliya kerametlerine dair anlatılanların bir benzerleriyle karşılaşırız. Anlatılanlara göre onlar; Ateşte yanmaz, kuşa, ayıya, kurda dönüşebilir, suyun üstünde yürür, cansız nesneyi canlandırır, öldükten sonra kavmini korur, ölüp- dirilebilir, ölmüş bir insanı, hayvanı diriltebilir. Gökyüzüne çıkar, yeraltı dünyasına iner, hastalık yapan ruhlarla savaşır. İstediği şey verilmezse büyükbaş hayvanlara ölüm getirir, hayvanlara, bitkilere hükmeder, hastalıkları iyileştirir. Hastalığı, temas ederek insandan hayvana geçirebilir. Karşısındaki insanın geçmişini, geleceğini, aklından geçenleri bilebilir. Uçarak gidip-gelir. Ateşin üzerinde çıplak ayakla yürür. Kayıp nesnelerin yerini bilir. Seli durdurur. Aynı anda yedi yerde olabilir. Gökteki ve yeraltındaki tanrılarla, kutsal ruhlarla görüşür.

Hatta Dede Korkut hakkında anlatılan menkıbevi hikâyeler, Türklerin şaman sıfatlarını ona aynen verdiklerini gösterir. ‘Dede Korkut gaybtan, gelecekten haber verirdi. Allah’ın ilhamlarına mazhardı. Söylediği her şey gerçekleşirdi. Kavminin sorunlarını çözerdi. O kendisine danışılmadan iş yapılmayan bir ulu hazret idi.’

Evliya menakıpnamelerini incelendiğinde; Şamanlar hakkında anlatılan efsanelerin benzerleri Anadolu dervişleri için de anlatılmaktadır.

Ahmed Rufâî hakkında anlatılan ateşe girmek, vahşi hayvanlara binmek, yılanlarla oynamak ve diğer hokkabazlıklar eski Türk şamanları hakkında anlatılanlarla aynıdır. Baba İshak, Sarı Saltuk, Barak Baba gibi kimseler bir dervişten ziyade bir Şaman büyücü/ Kam veya Şaman’ı andırmaktadır.

Şamanların en önemli görevlerinden biri de ayinler yaparak hastaların vücuduna giren cinleri ve kötü ruhları kovmaktır.

Bugün de Şamanist işlemler İslami bir kılıkta aynı şekilde devam etmektedir.

Günümüzde Anadolu’da da okuyup üflemek, ip bağlamak, muska yazmak vs. usullerle hastalık tedavi etmeye çalışan kimseler gerçekte Şaman kalıntısı kimselerden başka bir şey değildirler. Anadolu’da cinci adıyla bilinen ve hastaların vücuduna girdiğine inanılan cinleri kovarak yahut emrindeki cinlerle geleceği ve gaybı keşfederek birtakım kehanetlerde bulunan kişiler tipik şamanların devamıdırlar.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorum yazarak, düşüncelerinizi benimle paylaşabilirsiniz.