10 Şubat 2025 Pazartesi

Devrim ve darbe hukukundan iltisaka Abbas Bilgili-10/02/2025

Milattan önce 431-354 yılları arasında yaşayan antik Yunanlı yazar Ksenophon, demokrasiye pek de olumlu bakmıyordu. Sparta’nın sert, disiplinli ve savaşçı düzenine övgüler dizerken, Atina demokrasisine mesafeli duruyordu. Önemli değişiklik için “demokrasinin bir kısmının ortadan kaldırılması”ndan bahsediyordu. Ona göre “Yönetimi daha iyi bir hâle getirmek için pek çok yol vardır. Fakat demokrasinin varlığını sürdürdüğü bir ortamda, daha iyi bir yönetime ulaşmanın yolunu bulmak kolay değildir. Daha önce de söylediğim gibi, ufak tefek eklemeler ve çıkarmalar dışında.” Onun “daha iyi yönetim” dediği, Sparta’nın demokrasiden uzak ve sert yönetimi idi ve ona erişmek için de “ufak tefek eklemeler ve çıkarmalar” yapılmalıydı!

Ksenophon’un bu görüşü, demokrasiyi içselleştirmiş kişiler açısından elbette kabul edilebilir değil. Sertlik yanlısı olmak, demokrasiden taviz vermek ve duruma göre demokrasiden vazgeçmek anlamına dahi gelebilir. Normal işleyiş sürecinde demokrasiyi zedeleyecek sert tavra ihtiyaç olmaz. İhtilâl (devrim), savaş gibi olağanüstü dönemlerde normal dönemin kurallarıyla hareket etmenin zafiyet getireceği de biliniyor. Nitekim olağanüstü dönemlerde ülkenin zafiyete uğramaması için hukuk içinde bazı uygulamalar anayasal düzen içinde yerini almıştır. Sıkıyönetim, OHAL gibi uygulamaları bu bağlamda kabul etmek gerekir. Bu tip uygulamalar sürekli değil, geçicidir, esasen süreklilik kazanması halinde demokrasinin varlığı tartışmalı duruma gelir.

Olağanüstü dönemlerdeki bu tür geçici uygulamaları hukukla sınırlandırma aşamasına gelinceye kadar çok maceralar yaşadığı biliniyor. Hukukun bir kenara bırakıldığı ya da görmezden gelindiği devrim ve darbe dönemlerine göz atmakta yarar var.

FRANSIZ DEVRİMİ’NDE HERKES ŞÜPHELİYDİ

Önce 1789 Fransız Devrimi’nin “terör dönemi” uygulamasına bakalım:

Fransız Devrimi’nin “Terör Dönemi”nde kurulan Devrim Mahkemesi terör estirirken, bu teröre yasal (!) zemin oluşturan 17 Eylül 1793 tarihli Şüpheliler Yasası çıkarılmıştı. Yasanın ilk maddesi tüm şüphelilerin tutuklanacağını söylüyordu. Özgürlük düşmanları, kamu görevlerinden uzaklaştırılmış olanlar, makbul yurttaş sertifikası alamamış olanalar, devrime karşı çıkmış olan soylular, gelir kaynağını kanıtlayamayanlar, ülkeden kaçmış göçmenler şüpheli sayılıyordu. Herkes kolayca bu yasanın kapsamına girdirilebilirdi. İnsanlar suç işlediği için değil, suç işleyebileceği için tutuklanıyordu. Macera romanlarının yazarı Jules Verne’nin Chanteleine Kontu romanı Fransız Devrimi dönemiyle ilgili olup, Şüpheliler Yasası’nın kısa metnini verdikten sonra “Bu korkunç maddenin kapsamına doğrudan veya dolaylı olarak girmeyecek kimse yoktu” diyor. Fransız Devrimi’nin terör döneminde baş aktör jakobenlerdi. Jakobenler ise radikal tutumları ile biliniyordu. Binlerce kişinin kafası giyotinle kesildi. Önce kendi içlerindeki ılımlı denilen devrim önderleri giyotine gitti, arkasından radikallerin başı Robespierre dahi kafasını kurtaramadı. Siyaset bilimci Jean Touchard jakobenliğin “vatan tehlikede” ideolojisi olduğunu belirtiyor. Bu durum, bizdeki “Mevzubahis vatansa gerisi teferruat” sözünü hatırlatıyor. “Vatan tehlikede” diyerek herkesi şüpheli duruma getiren marazî düşünce esasen darbe dönemlerinde hemen her yerde ve bu bağlamda Türkiye’de karşımıza çıkan bir olgudur.

YASSIADA’DA SANIKLARIN ZİHNİYETİNE BAKILDI

27 Mayıs 1960 Askeri Darbe sonrasında oluşturulan Yassıada Mahkemesi hakkında çok şey söylenebilir. Yassıada zabıtlarından iki küçük alıntı yapmak istiyorum. Savcının ve yargıcın duruşma anında ağızlarından çıkan bu cümleleri zabıtlarda geçiyor.

Normal bir ceza mahkemesinde savcı sanıkların lehine olan delilleri de toplamak durumundayken, Yassıada savcısı Altay Ömer Egesel’in önyargılı tutumu gözlerden kaçmadığı gibi, kendisinin konuşma ve davranışları da her şeyi açıkça gösteriyordu. Kendisinin 1954 yılında Balıkesir’den DP milletvekili adayı olmak istemesinin duruşmada hatırlatılması üzerine verdiği cevapta, savcıda hiç olmaması gereken özelliğini itiraf etmiştir. Mahkeme zabıtlarına geçen cümlesi “Vazifem; sanıkların zihniyetinden bahsederek adaletin tecellisine hizmet etmektir” şeklindedir. Fransa’nın Nobel ödüllü yazarı Anatole France Tanrılar Susamışlardı isimli romanında Fransız Devrim Mahkemesi yargıçları için “Sanıkların düşüncelerini araştırmakla yetiniyorlardı. Bir insanın onlardan başka türlü düşündüğü halde, yine de iyi ve suçsuz olabileceğini kabul edemiyorlardı” diyor. Bir yargıç veya savcı düşünün ki, sanıkların yaptıkları eylem üzerinde yoğunlaşması ve yapılan eylemin suç olup olmadığı üzerinde durması gerekirken, sanıkların zihniyetinden, düşüncesinden hareket ederek suçlu tespiti yapmaktadır. Zihniyet insanın iç dünyasıdır ve niyet okumak üzerinden suçlu tespiti yapmanın hukukta yerinin olmadığını hukukçu olmayanlar dahi bilir.

Yassıada Mahkemesi Başkanı yargıç Salim Başol da sarf ettiği cümlelerle, sanıkların somut eylemleri üzerinden değil, “bir devrin muhasebesini yapıyoruz” gibi tamamen siyasi ve soyut cümlelerle hareket ettiğini göstermiştir. Yassıada’da görülen davaların birinde bazı çingeneler de tutuklanmış ve yargılanıyordu. O zaman “çingene” yerine “kıpti” kelimesi kullanılıyordu. Davanın, sanığın çingene olmasıyla hiçbir ilgisi yok iken, sanığa “Sen Kıpti misin?” diye sormuş ve buna tepki gösteren sanık “Ben de bana bu sözü isnad edenlerin hepsi kadar Müslümanım” demişti. Bu defa Salim Başol, “Müslümanlık başka, kıpti imişsin, tipin de biraz gösteriyor” demişti. Bu cümleler mahkeme zabıtlarında aynen mevcut. Davayla hiç ilgisi olmadığı halde, sanığın çingene olup olmadığını sorması ve “tipin de çingeneyi andırıyor” demesi bu mahkemenin savcısının da yargıcının da sanığa bakış açısını gösteren ilginç örnekler.

Sanığın zihniyetinden hareket etmek, bir devri yargılıyoruz gibi hukukla ilgisiz siyasi suçlayıcı cümleler kurmak, sanığın tipinden ve çingeneliğinden hareketle aşağılayıcı tavır almak normal bir hukuk düzeninde rastlanacak şeyler değil. Böyle bir yargıda “Şüpheliler Yasası”nda olduğu gibi herkesi suçlamak mümkün.

Fransız Devrim Mahkemesi ve Yassıada Mahkemesi’nden günümüze doğru gelecek olursak, sıklıkla kullanılan “iltisak” kavramı ile karşılaşırız. Ceza hukukumuzda olmayan bu kavram 15 Temmuz 2016’daki darbe girişiminden sonra KHK ile hukukumuza sokuldu. Ancak bu kelimenin, sözlük anlamının dışında bir anlamla dolaşıma sokulduğu da bir hakikat.

Yassıada Başsavcısının “Sanıkların zihniyetinden bahsederek adaletin tecellisine hizmet ediyorum” cümlesinin bulunduğu orijinal zabıt

İLTİSAKIN SÖZLÜKTEKİ SERÜVENİ

Dil biliminin uzman ismi Muharrem Ergin’in kontrolünden, Yılmaz Öztuna gibi titiz bir entelektüelin redaksiyonundan geçmiş olan Hayat Büyük Türk Sözlüğü’nde iltisak kelimesinin anlamı, “yapışma, birleşeme, kavuşma, bitişme” olarak yazılmış. Aynı sözlükte, “İki demiryolu hattının iltisakı”, “İltisâk-ı ecfân: Göz kapaklarının yapışması” gibi kullanım örnekleri de verilmiş. Püsküllüoğlu Türkçe Sözlük’te “yapışma” olarak geçiyor. Ferit Develioğlu Lügatı’nda (2023, 36. Basım) “bitişme, kavuşma, yapışma, birleşme” deniyor. Ancak Türk Dil Kurumu’nun Türkçe Sözlük’ünde ilginç bir gelişme olduğu görünüyor, 2011 yılındaki 11. Baskıdaki anlamı bahsettiğimiz diğer sözlüklerdeki gibi “kavuşma, bitişme, birleşme” iken, 2023 yılındaki 12. baskıda iltisakın anlamı genişletilerek, anlamlar numaralandırılmış; “1) Bağlantılı olma, 2) Birbirine yapışma, birbirine bitişme, 3) Zararlı yapılarla kurulan örgütsel ilişki ve bağlantı” şeklinde açıklanmış. Görüldüğü üzere, daha önceden “bağlantı” hiç kullanılmazken, bu defa hem “bağlantı” vurgulanmış ve hem de “zararlı örgütlerle ilişki ve bağlantı” eklenmiş. Belli ki, iltisak kelimesi gerçek anlamından habersiz bir şekilde KHK ile hukukumuza yamanmış, ancak bunun eğreti durduğu fark edilince de kelimeden vazgeçmek yerine sözlüğe yeni anlamlar ilave edilmiş. Şüpheliler Yasası gibi kullanışlı bir kavram olan “iltisak” kelimesini gerçek anlamı ile rahat bırakmak yerine, kelimeye zorlamayla anlam yüklenmiş ve bunun için de Türk Dili’nin sözlüğünün değiştirilmesi tercih edilmiş.

İltisak kavramı bundan böyle Fransız Devrim Mahkemesi’nin uyguladığı yasa olan Şüpheliler Yasası gibi, herkesi şüpheli göstermeye müsait bir kavram olarak kullanıldı ve kullanılmaya devam ediyor. Ceza hukukumuzda olmayan kavram KHK ile hukukumuza yamanmış ve kötüye kullanılmıştır. İşten atmalar, tutuklamalar, belediye başkanlarını görevden almaların bugünkü hukuktaki (!) gerekçesi iltisaktır.

AKLA ZİYAN GÖZALTILAR VE TUTUKLAMALAR

Herkesi şüpheli gösteremeye müsait iltisak kavramı çerçevesindeki hukuksuzluklar, darbe dönemi ürünleridir. Darbe ürünü arızalı hukuk cambazlıklarının normal dönemde de devam ediyor olması, demokrasimizin kalitesizliğini ve hukukun yerlerde süründüğünü gösteriyor. Bu durum, ülke insanını darbe dönemi atmosferine mahkum etmek anlamına gelir. Adalet Bakanlığı istatistiklerinde savcılıklara intikal eden “şüpheli” sayısı bir gösterge olabileceği gibi, uluslararası endekslerde ülkemizin yerinin neresi olduğu da ciddiye alınması gereken durumdur. Gerek yolsuzluk ve gerekse hukukun üstünlüğü endeksinde son yıllarda giderek arka sıralarda kendimize yer bulabildiğimiz dikkate alınacak olursa, “iltisak”ın bizi nerelere savurduğu daha iyi anlaşılır. Mevcut hukuk pratiği, memleketimizi şüpheliler ülkesi haline getirmiştir. Sabahın köründe evlere baskınlar düzenlemek, yıllar öncesinin Gezi Vak’ası ile “iltisak”landırılarak bazı gazeteciler ve sanatçılarla ilgili akla ziyan gözaltılar bu ülkenin hukuku hakkında yeteri kadar fikir veriyor. Bugün yargının tarafsız ve bağımsız olduğu beyan edildiğinde insanlar acı acı gülümsüyor. İktidar tarafından dillendirilen bu söylem fanatik taraftarlar dışında kimseyi tatmin etmiyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorum yazarak, düşüncelerinizi benimle paylaşabilirsiniz.