Milattan önce 431-354 yılları arasında yaşayan antik Yunanlı yazar Ksenophon, demokrasiye pek de olumlu bakmıyordu. Sparta’nın sert, disiplinli ve savaşçı düzenine övgüler dizerken, Atina demokrasisine mesafeli duruyordu. Önemli değişiklik için “demokrasinin bir kısmının ortadan kaldırılması”ndan bahsediyordu. Ona göre “Yönetimi daha iyi bir hâle getirmek için pek çok yol vardır. Fakat demokrasinin varlığını sürdürdüğü bir ortamda, daha iyi bir yönetime ulaşmanın yolunu bulmak kolay değildir. Daha önce de söylediğim gibi, ufak tefek eklemeler ve çıkarmalar dışında.” Onun “daha iyi yönetim” dediği, Sparta’nın demokrasiden uzak ve sert yönetimi idi ve ona erişmek için de “ufak tefek eklemeler ve çıkarmalar” yapılmalıydı!
Ksenophon’un bu görüşü, demokrasiyi
içselleştirmiş kişiler açısından elbette kabul edilebilir değil. Sertlik
yanlısı olmak, demokrasiden taviz vermek ve duruma göre demokrasiden vazgeçmek
anlamına dahi gelebilir. Normal işleyiş sürecinde demokrasiyi zedeleyecek sert
tavra ihtiyaç olmaz. İhtilâl (devrim), savaş gibi olağanüstü dönemlerde normal
dönemin kurallarıyla hareket etmenin zafiyet getireceği de biliniyor. Nitekim
olağanüstü dönemlerde ülkenin zafiyete uğramaması için hukuk içinde bazı
uygulamalar anayasal düzen içinde yerini almıştır. Sıkıyönetim, OHAL gibi
uygulamaları bu bağlamda kabul etmek gerekir. Bu tip uygulamalar sürekli değil,
geçicidir, esasen süreklilik kazanması halinde demokrasinin varlığı tartışmalı
duruma gelir.
Olağanüstü dönemlerdeki bu tür geçici
uygulamaları hukukla sınırlandırma aşamasına gelinceye kadar çok maceralar
yaşadığı biliniyor. Hukukun bir kenara bırakıldığı ya da görmezden gelindiği
devrim ve darbe dönemlerine göz atmakta yarar var.
FRANSIZ DEVRİMİ’NDE HERKES
ŞÜPHELİYDİ
Önce 1789 Fransız Devrimi’nin
“terör dönemi” uygulamasına bakalım:
Fransız Devrimi’nin “Terör
Dönemi”nde kurulan Devrim Mahkemesi terör estirirken, bu teröre yasal (!) zemin
oluşturan 17 Eylül 1793 tarihli Şüpheliler Yasası çıkarılmıştı. Yasanın ilk
maddesi tüm şüphelilerin tutuklanacağını söylüyordu. Özgürlük düşmanları, kamu
görevlerinden uzaklaştırılmış olanlar, makbul yurttaş sertifikası alamamış
olanalar, devrime karşı çıkmış olan soylular, gelir kaynağını
kanıtlayamayanlar, ülkeden kaçmış göçmenler şüpheli sayılıyordu. Herkes kolayca
bu yasanın kapsamına girdirilebilirdi. İnsanlar suç işlediği için değil, suç
işleyebileceği için tutuklanıyordu. Macera romanlarının yazarı Jules Verne’nin
Chanteleine Kontu romanı Fransız Devrimi dönemiyle ilgili olup, Şüpheliler
Yasası’nın kısa metnini verdikten sonra “Bu korkunç maddenin kapsamına doğrudan
veya dolaylı olarak girmeyecek kimse yoktu” diyor. Fransız Devrimi’nin terör
döneminde baş aktör jakobenlerdi. Jakobenler ise radikal tutumları ile
biliniyordu. Binlerce kişinin kafası giyotinle kesildi. Önce kendi içlerindeki
ılımlı denilen devrim önderleri giyotine gitti, arkasından radikallerin başı
Robespierre dahi kafasını kurtaramadı. Siyaset bilimci Jean Touchard
jakobenliğin “vatan tehlikede” ideolojisi olduğunu belirtiyor. Bu durum,
bizdeki “Mevzubahis vatansa gerisi teferruat” sözünü hatırlatıyor. “Vatan
tehlikede” diyerek herkesi şüpheli duruma getiren marazî düşünce esasen darbe
dönemlerinde hemen her yerde ve bu bağlamda Türkiye’de karşımıza çıkan bir
olgudur.
YASSIADA’DA SANIKLARIN ZİHNİYETİNE
BAKILDI
27 Mayıs 1960 Askeri Darbe sonrasında
oluşturulan Yassıada Mahkemesi hakkında çok şey söylenebilir. Yassıada
zabıtlarından iki küçük alıntı yapmak istiyorum. Savcının ve yargıcın duruşma
anında ağızlarından çıkan bu cümleleri zabıtlarda geçiyor.
Normal bir ceza mahkemesinde savcı
sanıkların lehine olan delilleri de toplamak durumundayken, Yassıada savcısı
Altay Ömer Egesel’in önyargılı tutumu gözlerden kaçmadığı gibi, kendisinin
konuşma ve davranışları da her şeyi açıkça gösteriyordu. Kendisinin 1954
yılında Balıkesir’den DP milletvekili adayı olmak istemesinin duruşmada
hatırlatılması üzerine verdiği cevapta, savcıda hiç olmaması gereken özelliğini
itiraf etmiştir. Mahkeme zabıtlarına geçen cümlesi “Vazifem; sanıkların
zihniyetinden bahsederek adaletin tecellisine hizmet etmektir” şeklindedir.
Fransa’nın Nobel ödüllü yazarı Anatole France Tanrılar Susamışlardı isimli
romanında Fransız Devrim Mahkemesi yargıçları için “Sanıkların düşüncelerini
araştırmakla yetiniyorlardı. Bir insanın onlardan başka türlü düşündüğü halde,
yine de iyi ve suçsuz olabileceğini kabul edemiyorlardı” diyor. Bir yargıç veya
savcı düşünün ki, sanıkların yaptıkları eylem üzerinde yoğunlaşması ve yapılan
eylemin suç olup olmadığı üzerinde durması gerekirken, sanıkların zihniyetinden,
düşüncesinden hareket ederek suçlu tespiti yapmaktadır. Zihniyet insanın iç
dünyasıdır ve niyet okumak üzerinden suçlu tespiti yapmanın hukukta yerinin
olmadığını hukukçu olmayanlar dahi bilir.
Yassıada Mahkemesi Başkanı yargıç Salim
Başol da sarf ettiği cümlelerle, sanıkların somut eylemleri üzerinden değil,
“bir devrin muhasebesini yapıyoruz” gibi tamamen siyasi ve soyut cümlelerle
hareket ettiğini göstermiştir. Yassıada’da görülen davaların birinde bazı
çingeneler de tutuklanmış ve yargılanıyordu. O zaman “çingene” yerine “kıpti”
kelimesi kullanılıyordu. Davanın, sanığın çingene olmasıyla hiçbir ilgisi yok
iken, sanığa “Sen Kıpti misin?” diye sormuş ve buna tepki gösteren sanık “Ben
de bana bu sözü isnad edenlerin hepsi kadar Müslümanım” demişti. Bu defa Salim
Başol, “Müslümanlık başka, kıpti imişsin, tipin de biraz gösteriyor” demişti.
Bu cümleler mahkeme zabıtlarında aynen mevcut. Davayla hiç ilgisi olmadığı
halde, sanığın çingene olup olmadığını sorması ve “tipin de çingeneyi
andırıyor” demesi bu mahkemenin savcısının da yargıcının da sanığa bakış
açısını gösteren ilginç örnekler.
Sanığın zihniyetinden hareket etmek, bir
devri yargılıyoruz gibi hukukla ilgisiz siyasi suçlayıcı cümleler kurmak,
sanığın tipinden ve çingeneliğinden hareketle aşağılayıcı tavır almak normal
bir hukuk düzeninde rastlanacak şeyler değil. Böyle bir yargıda “Şüpheliler
Yasası”nda olduğu gibi herkesi suçlamak mümkün.
Fransız Devrim Mahkemesi ve Yassıada
Mahkemesi’nden günümüze doğru gelecek olursak, sıklıkla kullanılan “iltisak”
kavramı ile karşılaşırız. Ceza hukukumuzda olmayan bu kavram 15 Temmuz
2016’daki darbe girişiminden sonra KHK ile hukukumuza sokuldu. Ancak bu
kelimenin, sözlük anlamının dışında bir anlamla dolaşıma sokulduğu da bir
hakikat.
Yassıada Başsavcısının “Sanıkların
zihniyetinden bahsederek adaletin tecellisine hizmet ediyorum” cümlesinin
bulunduğu orijinal zabıt
İLTİSAKIN SÖZLÜKTEKİ SERÜVENİ
Dil biliminin uzman ismi Muharrem Ergin’in
kontrolünden, Yılmaz Öztuna gibi titiz bir entelektüelin redaksiyonundan geçmiş
olan Hayat Büyük Türk Sözlüğü’nde iltisak kelimesinin anlamı, “yapışma,
birleşeme, kavuşma, bitişme” olarak yazılmış. Aynı sözlükte, “İki demiryolu
hattının iltisakı”, “İltisâk-ı ecfân: Göz kapaklarının yapışması” gibi kullanım
örnekleri de verilmiş. Püsküllüoğlu Türkçe Sözlük’te “yapışma” olarak geçiyor.
Ferit Develioğlu Lügatı’nda (2023, 36. Basım) “bitişme, kavuşma, yapışma, birleşme”
deniyor. Ancak Türk Dil Kurumu’nun Türkçe Sözlük’ünde ilginç bir gelişme olduğu
görünüyor, 2011 yılındaki 11. Baskıdaki anlamı bahsettiğimiz diğer
sözlüklerdeki gibi “kavuşma, bitişme, birleşme” iken, 2023 yılındaki 12.
baskıda iltisakın anlamı genişletilerek, anlamlar numaralandırılmış; “1)
Bağlantılı olma, 2) Birbirine yapışma, birbirine bitişme, 3) Zararlı yapılarla
kurulan örgütsel ilişki ve bağlantı” şeklinde açıklanmış. Görüldüğü üzere, daha
önceden “bağlantı” hiç kullanılmazken, bu defa hem “bağlantı” vurgulanmış ve
hem de “zararlı örgütlerle ilişki ve bağlantı” eklenmiş. Belli ki, iltisak
kelimesi gerçek anlamından habersiz bir şekilde KHK ile hukukumuza yamanmış,
ancak bunun eğreti durduğu fark edilince de kelimeden vazgeçmek yerine sözlüğe
yeni anlamlar ilave edilmiş. Şüpheliler Yasası gibi kullanışlı bir kavram olan
“iltisak” kelimesini gerçek anlamı ile rahat bırakmak yerine, kelimeye
zorlamayla anlam yüklenmiş ve bunun için de Türk Dili’nin sözlüğünün
değiştirilmesi tercih edilmiş.
İltisak kavramı bundan böyle Fransız
Devrim Mahkemesi’nin uyguladığı yasa olan Şüpheliler Yasası gibi, herkesi
şüpheli göstermeye müsait bir kavram olarak kullanıldı ve kullanılmaya devam
ediyor. Ceza hukukumuzda olmayan kavram KHK ile hukukumuza yamanmış ve kötüye
kullanılmıştır. İşten atmalar, tutuklamalar, belediye başkanlarını görevden
almaların bugünkü hukuktaki (!) gerekçesi iltisaktır.
AKLA ZİYAN GÖZALTILAR VE
TUTUKLAMALAR
Herkesi şüpheli gösteremeye müsait iltisak
kavramı çerçevesindeki hukuksuzluklar, darbe dönemi ürünleridir. Darbe ürünü
arızalı hukuk cambazlıklarının normal dönemde de devam ediyor olması,
demokrasimizin kalitesizliğini ve hukukun yerlerde süründüğünü gösteriyor. Bu
durum, ülke insanını darbe dönemi atmosferine mahkum etmek anlamına gelir.
Adalet Bakanlığı istatistiklerinde savcılıklara intikal eden “şüpheli” sayısı
bir gösterge olabileceği gibi, uluslararası endekslerde ülkemizin yerinin
neresi olduğu da ciddiye alınması gereken durumdur. Gerek yolsuzluk ve gerekse
hukukun üstünlüğü endeksinde son yıllarda giderek arka sıralarda kendimize yer
bulabildiğimiz dikkate alınacak olursa, “iltisak”ın bizi nerelere savurduğu
daha iyi anlaşılır. Mevcut hukuk pratiği, memleketimizi şüpheliler ülkesi
haline getirmiştir. Sabahın köründe evlere baskınlar düzenlemek, yıllar
öncesinin Gezi Vak’ası ile “iltisak”landırılarak bazı gazeteciler ve
sanatçılarla ilgili akla ziyan gözaltılar bu ülkenin hukuku hakkında yeteri kadar
fikir veriyor. Bugün yargının tarafsız ve bağımsız olduğu beyan edildiğinde
insanlar acı acı gülümsüyor. İktidar tarafından dillendirilen bu söylem fanatik
taraftarlar dışında kimseyi tatmin etmiyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorum yazarak, düşüncelerinizi benimle paylaşabilirsiniz.