TÜSİAD’ın iki üst düzey yöneticisi 13. 02. 2025’deki genel kurul toplantılarında hükümeti sert bir şekilde eleştirdi. Teğmenlerin atılması, belediyelere kayyum atanması ve mahkeme kararlarının sorgulanması hükümet nezdinde tepki ile karşılandı. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan bunu siyasi alana müdahale olarak değerlendirdi. Ardından açıklama yapan başkanlar hakkında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı soruşturma başlattı. Polis maharetiyle savcılığa getirtti. İfadeleri alındı.
Patronların devletin iç işleyişi ve milli
güvenlik konularıyla ilgili fikir beyan etmeleri siyasal iktidarı tahrik etmiş
görünüyor. Siyasal iktidar, patronların bu davranışını kendilerine yönelik bir
meydan okuma olarak algıladı. TÜSİAD, eski Türkiye’nin siyasal yapısında
bürokratik devletin bir parçasıydı. Bu tarz açıklamalar eski Türkiye’de
“bürokratik iktidarın” “siyasal iktidara” karşı muhtırası addedilirdi. Bu
açıklamalarla siyasal iktidarlar değişir, hükümetler düşerdi. Bürokratik
iktidarın yapısı laik yaşam biçimine sahip, orta ve üzeri sosyal tabakaya ait
ve başta ordu olmak üzere kritik bürokratik kurumların elit insanlarından
oluşmaktaydı. Karşısında ise geniş halk kitlelerine yaslanan siyasal iktidar
vardı.
TÜSİAD yöneticileri acaba malum
açıklamalarıyla siyasal iktidara meydan mı okudu, yoksa demokratik haklarını mı
kullandı? Aynı soru siyasal iktidar için de formüle edilebilir: Siyasal iktidar
TÜSİAD’ın açıklamalarını eski Türkiye’ye mahsus refleksle mi karşıladı, yoksa
ekonomi aktörlerinin kullandığı demokratik hakları mı bastırdı? Kanımca
siyasette niyetler değil, açıklamaların nasıl algılandığı ve hangi olgusal
sonuçlar yarattığı önemlidir.
Eski yapının tasfiye edildiğinden
hareketle, TÜSİAD ile hükümet arasındaki malum gerilimi yeni konjonktür
üzerinden okumak gerekir. TÜSİAD patronları, sermayelerini Kemalist bürokratik
düzene eklemleşerek devşirdikleri ve burjuva sınıf bilinci geliştirmedikleri
doğrudur. TÜSİAD çevresi iş adamları, üretim faaliyetlerini devletten bedava
kredi almak ve spekülasyon yapmak için bir vitrin olarak kullanmışlardı.
Servetlerini spekülasyondan kazandılar. Zamanında bunlar gümrük Birliği’ne bile
karşı çıktılar. Çünkü kanun zoruyla millete fason mal satarak servet edinmeye
alışmışlardı. İddianın argümanları için Ayşe Kadıoğlu’nun Devlet ve İş Adamları
adlı eserine bakılabilir. Öte yandan iş adamlarına ait yapı ve zihniyetin
günümüzde devam ettiğini söylemek haksızlık olacaktır. Aksine bugün TÜSİAD
çevresi iş adamları dünya piyasa şatlarında üretim yapan, dünyayla rekabet eden
ve zihniyetçe iş adamı bilinci kazanmış patronlardan oluşmaktadır. Hatta bu
çevrenin Türkiye’yi yeni küresel standartlarda en iyi okuyan sosyolojik kesim
olduğu bile söylenebilir. Mesela bu patronların vakıf statüsünde kurup finanse
ettiği üniversiteler Türkiye’nin en iyi üniversiteleri arasında yer almaktadır.
04.02.2025’de hükümetin yaptığı yasal
düzenleme ile TMSF’nin şirketlere kayyum atamasının yolu açılmıştı. Bu yasa
esasen yolsuzluk ve terör suçları için çıkarılmıştı. Ama aynı yasa şirketlere
ve iş adamlarının mal varlıklarına da hükümet tarafından müdahale etmeyi mümkün
kıldı. TÜSİAD çevresi iş adamlarını kaygılandıran ve betimlenen açıklamaları
yapmaya iten asıl saik bu olmalıdır.
İş adamlarının hukuk devleti ve yargıya
yaptığı vurgu yanlış anlaşılmaktadır. Klasik hukuk devletinin burjuva icadı
olduğu doğrudur. Ama burjuvalar (girişimciler) hukuk devletiyle servetlerini,
faaliyet serbestilerini ve sözleşme hürriyetlerini korumak istemişlerdir.
Girişimciler yine istikrarla ilgili değilse demokrasiyi de pek
umursamamışlardır. Bilmek gerekir ki, iş adamları hukuk devletini demokrasinin
karşısına koyarlar. Demokrasiyi popülizm ve irrasyonellik olarak
değerlendirirler. Demokrasi istikrar sağladığı için, sağladığı sürece iyidir.
Kısaca işadamlarının hukuk devletini yüceltmeleri, dillendirmeleri işadamlığı
bilincinin gereğidir. Gereklidir de. Nitekim işadamları siyasal iktidarın faiz
sebep – enflasyon sonuç popülizmine karşı rasyonel ekonomi politikalarını
savunmuşlardır. Doğru da yapmışlardır.
Binaenaleyh iş adamlarının yanlış
anlaşılmaya açık tutumları hükümetin keyfilik ve güvensizlik pompalayan tutum
ve söylemlerini haklı çıkarmamalıdır. İş adamlarının etkinlik gösterdiği
ekonomik kamusal alan teğmenlerin atılmasında olduğu gibi siyasetin müdahale
edebileceği bürokratik alan değildir. Üniversitelerin tümüne aynı hizipten
rektörlerin atanması gibi hiç değildir. Ekonomik alan tehdit ve zorbalıkla
yönetilemez. Paraya emredilemez, paranın aktörleri kapıkullaştırılamaz. Nitekim
bugünkü ekonomik kriz geçmişte merkez bankası ve ekonomi yönetimine yapılan
hikmetsiz müdahalelerin bir sonucudur.
Kamuoyu 04.02.2025’de çıkarılan yasanın iç
ve dış güvenlik sebebiyle çıkarıldığına, girişimcilerin servet ve
faaliyetlerine el koyulmayacağına ikna edilmelidir. Devletin hazinesi hamasetle
veya sipahi ordusunun fetihleriyle dolmuyor. Üstelik siyaset ve idare eşrafı
Yavuz Sultan Selim gibi tahta kap ve kaşıkla tek çeşit yemek de yemiyor.
Devletin hazinesi ve bürokratların karnı ekonomi aktörleri ve girişimcilerin
devinimiyle doluyor. Güven vermek devlete / hükümete düşer. Bu yerli
girişimciler için değil, yurt dışından gelecek girişimciler için de gereklidir.
Modern ülkelerin en değerli sermayesi girişimcidir. Siyaset ve idarecilerin
kendileri Mercedeslere, Audilere binerken halka TOGG alın diye nasihat
edebilir. Halk, askere çağrıldığındaki gibi gider TOGG sırasına girer veya
yerli üretim arabasını alır. Retorik yapmasını bilmez. Ama girişimcilerden aynı
doğallık beklenemez. Zorunlulukları yok. Çaresiz değiller. Onlar dışlanıp
ötekileştirilemez. Aksi halde vatan kaybeder. Onlara vatan çok!
HHH
Hükümete siyasi baskı yapılamaz iddiası
güçlü ve merkezi devlet geleneğimizle ilgilidir. İktisadi, dini, sivil, ilmi
vb. bütün baskı gruplarını merkeze bağlamak, bağlanmayanları berhava etmek bu
geleneğin sonucudur. Bu gelenek Niyazi Berkes’e göre Bizans dahil, Japonya
hariç bütün Asya’nın ortak karakteridir. Modern siyasal sistemlerde TÜSİAD gibi
derneklerin, sivil olduğu varsayımıyla, kendi faaliyet konularıyla ilgili karar
alıcılara baskı yapması, bu doğrultuda onları eleştirmesi meşru ve gerekli bir
durumdur. TÜSİAD’in aslında sivil toplum örgütü olmadığı, bir sendika gibi
çıkar grubu olduğu varsayımında bile hükümete baskı yapması yine meşru ve
demokratik addedilmelidir. Bütün bunlar hükümetin keyfi ve cebriliğini
sınırlandırmak için arzulanan şeylerdir. Düşünceyi açıklama hürriyeti olarak
değerlendirmek veya muadil karşı söylemlere başvurmak yerine açıklama yapan
itibarlı insanların polis nezaretinde ifadeye götürülmesi hükümetin çıkardığı
yasaya yönelik kaygıları pekiştirmekten başka işe yaramamaktadır. İş
adamlarının servetleri kendi helalleridir. Siyasetçinin elindeki iktidar ise
halkın tevdi ettiği bir emanettir. Siyasetçinin babasından kalan mülk değildir.
Emanet ağır geliyor, sabredilemiyor ve hazmedilemiyorsa elbette o emaneti
yüklenecek birileri bulunur.
Çağlar Keyder iktisat tarihiyle ilgili can
yakıcı bir tespit yapmıştır: Osmanlı sanayileşme yolunda Rusya ve Japonya’yı az
farkla takip etmekteydi. Çünkü kalkınmanın motoru olan girişimci zümresi
Osmanlı’da vardı. Ancak onlar gayri müslim menşeliydi. İttihat Terakki ile
Cumhuriyet elitlerinin dışlayıcı ve yanlış politikaları onları ülke dışına
göçürdü. Ülke girişimcisiz kaldı. Girişimcisizlik ise kalkınmayı olumsuz
etkiledi. Kaçan para değildi. Girişimciydi, beşeri sermayeydi. Şimdi
cibilliyetleri ve yaşam biçimleri toplumdan farklı diye onları da mı
dışlayalım! Aynı hatayı tekrar mı edelim!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorum yazarak, düşüncelerinizi benimle paylaşabilirsiniz.