25 Şubat 2025 Salı

TÜSİAD hukuk devleti ve demokrasi Prof. Dr. İshak Torun25/02/2025

TÜSİAD’ın iki üst düzey yöneticisi 13. 02. 2025’deki genel kurul toplantılarında hükümeti sert bir şekilde eleştirdi. Teğmenlerin atılması, belediyelere kayyum atanması ve mahkeme kararlarının sorgulanması hükümet nezdinde tepki ile karşılandı. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan bunu siyasi alana müdahale olarak değerlendirdi. Ardından açıklama yapan başkanlar hakkında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı soruşturma başlattı. Polis maharetiyle savcılığa getirtti. İfadeleri alındı.

Patronların devletin iç işleyişi ve milli güvenlik konularıyla ilgili fikir beyan etmeleri siyasal iktidarı tahrik etmiş görünüyor. Siyasal iktidar, patronların bu davranışını kendilerine yönelik bir meydan okuma olarak algıladı. TÜSİAD, eski Türkiye’nin siyasal yapısında bürokratik devletin bir parçasıydı. Bu tarz açıklamalar eski Türkiye’de “bürokratik iktidarın” “siyasal iktidara” karşı muhtırası addedilirdi. Bu açıklamalarla siyasal iktidarlar değişir, hükümetler düşerdi. Bürokratik iktidarın yapısı laik yaşam biçimine sahip, orta ve üzeri sosyal tabakaya ait ve başta ordu olmak üzere kritik bürokratik kurumların elit insanlarından oluşmaktaydı. Karşısında ise geniş halk kitlelerine yaslanan siyasal iktidar vardı.

TÜSİAD yöneticileri acaba malum açıklamalarıyla siyasal iktidara meydan mı okudu, yoksa demokratik haklarını mı kullandı? Aynı soru siyasal iktidar için de formüle edilebilir: Siyasal iktidar TÜSİAD’ın açıklamalarını eski Türkiye’ye mahsus refleksle mi karşıladı, yoksa ekonomi aktörlerinin kullandığı demokratik hakları mı bastırdı? Kanımca siyasette niyetler değil, açıklamaların nasıl algılandığı ve hangi olgusal sonuçlar yarattığı önemlidir.

Eski yapının tasfiye edildiğinden hareketle, TÜSİAD ile hükümet arasındaki malum gerilimi yeni konjonktür üzerinden okumak gerekir. TÜSİAD patronları, sermayelerini Kemalist bürokratik düzene eklemleşerek devşirdikleri ve burjuva sınıf bilinci geliştirmedikleri doğrudur. TÜSİAD çevresi iş adamları, üretim faaliyetlerini devletten bedava kredi almak ve spekülasyon yapmak için bir vitrin olarak kullanmışlardı. Servetlerini spekülasyondan kazandılar. Zamanında bunlar gümrük Birliği’ne bile karşı çıktılar. Çünkü kanun zoruyla millete fason mal satarak servet edinmeye alışmışlardı. İddianın argümanları için Ayşe Kadıoğlu’nun Devlet ve İş Adamları adlı eserine bakılabilir. Öte yandan iş adamlarına ait yapı ve zihniyetin günümüzde devam ettiğini söylemek haksızlık olacaktır. Aksine bugün TÜSİAD çevresi iş adamları dünya piyasa şatlarında üretim yapan, dünyayla rekabet eden ve zihniyetçe iş adamı bilinci kazanmış patronlardan oluşmaktadır. Hatta bu çevrenin Türkiye’yi yeni küresel standartlarda en iyi okuyan sosyolojik kesim olduğu bile söylenebilir. Mesela bu patronların vakıf statüsünde kurup finanse ettiği üniversiteler Türkiye’nin en iyi üniversiteleri arasında yer almaktadır.

04.02.2025’de hükümetin yaptığı yasal düzenleme ile TMSF’nin şirketlere kayyum atamasının yolu açılmıştı. Bu yasa esasen yolsuzluk ve terör suçları için çıkarılmıştı. Ama aynı yasa şirketlere ve iş adamlarının mal varlıklarına da hükümet tarafından müdahale etmeyi mümkün kıldı. TÜSİAD çevresi iş adamlarını kaygılandıran ve betimlenen açıklamaları yapmaya iten asıl saik bu olmalıdır.

İş adamlarının hukuk devleti ve yargıya yaptığı vurgu yanlış anlaşılmaktadır. Klasik hukuk devletinin burjuva icadı olduğu doğrudur. Ama burjuvalar (girişimciler) hukuk devletiyle servetlerini, faaliyet serbestilerini ve sözleşme hürriyetlerini korumak istemişlerdir. Girişimciler yine istikrarla ilgili değilse demokrasiyi de pek umursamamışlardır. Bilmek gerekir ki, iş adamları hukuk devletini demokrasinin karşısına koyarlar. Demokrasiyi popülizm ve irrasyonellik olarak değerlendirirler. Demokrasi istikrar sağladığı için, sağladığı sürece iyidir. Kısaca işadamlarının hukuk devletini yüceltmeleri, dillendirmeleri işadamlığı bilincinin gereğidir. Gereklidir de. Nitekim işadamları siyasal iktidarın faiz sebep – enflasyon sonuç popülizmine karşı rasyonel ekonomi politikalarını savunmuşlardır. Doğru da yapmışlardır.

Binaenaleyh iş adamlarının yanlış anlaşılmaya açık tutumları hükümetin keyfilik ve güvensizlik pompalayan tutum ve söylemlerini haklı çıkarmamalıdır. İş adamlarının etkinlik gösterdiği ekonomik kamusal alan teğmenlerin atılmasında olduğu gibi siyasetin müdahale edebileceği bürokratik alan değildir. Üniversitelerin tümüne aynı hizipten rektörlerin atanması gibi hiç değildir. Ekonomik alan tehdit ve zorbalıkla yönetilemez. Paraya emredilemez, paranın aktörleri kapıkullaştırılamaz. Nitekim bugünkü ekonomik kriz geçmişte merkez bankası ve ekonomi yönetimine yapılan hikmetsiz müdahalelerin bir sonucudur.

Kamuoyu 04.02.2025’de çıkarılan yasanın iç ve dış güvenlik sebebiyle çıkarıldığına, girişimcilerin servet ve faaliyetlerine el koyulmayacağına ikna edilmelidir. Devletin hazinesi hamasetle veya sipahi ordusunun fetihleriyle dolmuyor. Üstelik siyaset ve idare eşrafı Yavuz Sultan Selim gibi tahta kap ve kaşıkla tek çeşit yemek de yemiyor. Devletin hazinesi ve bürokratların karnı ekonomi aktörleri ve girişimcilerin devinimiyle doluyor. Güven vermek devlete / hükümete düşer. Bu yerli girişimciler için değil, yurt dışından gelecek girişimciler için de gereklidir. Modern ülkelerin en değerli sermayesi girişimcidir. Siyaset ve idarecilerin kendileri Mercedeslere, Audilere binerken halka TOGG alın diye nasihat edebilir. Halk, askere çağrıldığındaki gibi gider TOGG sırasına girer veya yerli üretim arabasını alır. Retorik yapmasını bilmez. Ama girişimcilerden aynı doğallık beklenemez. Zorunlulukları yok. Çaresiz değiller. Onlar dışlanıp ötekileştirilemez. Aksi halde vatan kaybeder. Onlara vatan çok!

HHH

Hükümete siyasi baskı yapılamaz iddiası güçlü ve merkezi devlet geleneğimizle ilgilidir. İktisadi, dini, sivil, ilmi vb. bütün baskı gruplarını merkeze bağlamak, bağlanmayanları berhava etmek bu geleneğin sonucudur. Bu gelenek Niyazi Berkes’e göre Bizans dahil, Japonya hariç bütün Asya’nın ortak karakteridir. Modern siyasal sistemlerde TÜSİAD gibi derneklerin, sivil olduğu varsayımıyla, kendi faaliyet konularıyla ilgili karar alıcılara baskı yapması, bu doğrultuda onları eleştirmesi meşru ve gerekli bir durumdur. TÜSİAD’in aslında sivil toplum örgütü olmadığı, bir sendika gibi çıkar grubu olduğu varsayımında bile hükümete baskı yapması yine meşru ve demokratik addedilmelidir. Bütün bunlar hükümetin keyfi ve cebriliğini sınırlandırmak için arzulanan şeylerdir. Düşünceyi açıklama hürriyeti olarak değerlendirmek veya muadil karşı söylemlere başvurmak yerine açıklama yapan itibarlı insanların polis nezaretinde ifadeye götürülmesi hükümetin çıkardığı yasaya yönelik kaygıları pekiştirmekten başka işe yaramamaktadır. İş adamlarının servetleri kendi helalleridir. Siyasetçinin elindeki iktidar ise halkın tevdi ettiği bir emanettir. Siyasetçinin babasından kalan mülk değildir. Emanet ağır geliyor, sabredilemiyor ve hazmedilemiyorsa elbette o emaneti yüklenecek birileri bulunur.

Çağlar Keyder iktisat tarihiyle ilgili can yakıcı bir tespit yapmıştır: Osmanlı sanayileşme yolunda Rusya ve Japonya’yı az farkla takip etmekteydi. Çünkü kalkınmanın motoru olan girişimci zümresi Osmanlı’da vardı. Ancak onlar gayri müslim menşeliydi. İttihat Terakki ile Cumhuriyet elitlerinin dışlayıcı ve yanlış politikaları onları ülke dışına göçürdü. Ülke girişimcisiz kaldı. Girişimcisizlik ise kalkınmayı olumsuz etkiledi. Kaçan para değildi. Girişimciydi, beşeri sermayeydi. Şimdi cibilliyetleri ve yaşam biçimleri toplumdan farklı diye onları da mı dışlayalım! Aynı hatayı tekrar mı edelim!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorum yazarak, düşüncelerinizi benimle paylaşabilirsiniz.