Aralık ayının sonunda, sosyal medyadaki tartışmalarla başlayan ve yeni yılın ilk günlerinde konvansiyonel medyaya taşınan “siyasal Alevicilik” gündemi pek çok başka sıcak gündemin arasında yavaş yavaş sönümlenmiş gözüküyor. Fakat hem çıkışı, hem de gelişimi açısında “siyasal aleviciliğin” bizimle kalmaya devam edeceğini söylemek mümkün.
Peki, nereden çıktı bu siyasal Alevicilik
tartışması? Ya da bu kavramın kullanımı neye işaret ediyor?
Bir kavramın şeceresi
Siyasal Alevcilik kavramını ilk kez M.
Talat Uzunyaylalı’nın “Alevi İnanışı ve Siyasal Alevilik” kitabında
kullanılmış. Daha sonra Gezi Parkı eylemleri esnasında sosyal medyada daha
yaygın bir biçimde gündeme gelmiş. Fakat 2023 yılına gelinceye kadar kavram
genellikle “siyasal Alevilik” şeklinde kullanılıyor ve dar bir grup arasında
dolaşıma giriyor.
“Siyasal Alevicilik” kavramının esas
tohumları ise 2023 Cumhurbaşkanlığı Seçimleri sonrasındaki süreçte, muhalefetin
adayı Kemal Kılıçdaroğlu’nun yenilgisinin yorumlanması sırasında atılıyor.
Genellikle kendini muhalefet içinden bir perspektifle tanımlayan aktörler
tarafından kullanılan bu terim, “Siyasal Aleviciler”i, Kemal Kılıçdaroğlu’nu
aday yapmaya çalışan CHP içindeki bir hizip olarak işaret ediyor.
Bu bağlamda, Ruşen Çakır’ın programında
konuşan Levent Gültekin, “siyasal Alevicilik” olarak tanımladığı siyasi aksı şu
sözlerle tarifliyor: “Siyasette bir kurgu var. Türkiye, İslamcı otoriterlik,
siyasal Alevicilik, Kürtçülük ve milliyetçilikten oluşan dört ayak arasına
sıkıştırılmak isteniyor. Bu sürecin aktörlerinden biri de Kemal Kılıçdaroğlu.
Siyasal İslamcılığa karşı, onun muadili bir siyasal Alevicilik oluşmaya
başladı.”
Eski CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu
Siyasal Alevicilik tartışması: İnşa edilen
bir persona “Siyasal Alevicilik” tartışmasının, iktidara yakın yorumcular
tarafından derinleştirilerek daha görünür bir hale getirilmesi ise Esad
rejiminin çökmesi ve Heyet-i Tahrir’uş Şam (HTŞ) ile müttefiklerinin yönetimi
ele geçirmesinin ardından gerçekleşti. HTŞ kontrolündeki bölgelerde
Nusayriler’e yönelik saldırıların yaşandığını iddia eden paylaşımların sosyal
medyada yaygınlaşması, bazı muhalif kullanıcıların Suriye’de bir “Alevi
katliamı” operasyonunun başladığını dile getirmesiyle daha da alevlendi. Bu söylemler,
iktidara yakın sosyal medya kullanıcıları tarafından “siyasal Alevicilik”
olarak nitelendirildi.
2024 yılının son günlerinde sosyal medyada
hız kazanan bu tartışma, yeni yılın ilk günlerinde konvansiyonel medyaya
sıçrayarak daha geniş bir kitleye ulaştı. İktidara yakın bazı isimler, çeşitli
temaları bir araya getirerek bir “siyasal Alevici” personası inşa etmeye
girişti. Bu persona; Müslümanları “siyasal İslamcılık” adı altında dışlayan,
Suriye konusunda İran’la aynı çizgide olup Türkiye’nin çıkarlarını hiçe sayan,
Esad rejiminin katliamlarına yıllardır sessiz kalıp, ardından Batı fonlarıyla
iş birliği içinde Türkiye’yi karıştırmak için “Suriye’de Nusayri katliamı”
iddialarını ortaya atan, CHP’yi gizlice yöneten, Dersim konusunda konuşmaya
cesareti olmayan, komünist, anarşist, Kemalist ve/veya ateist olarak
nitelendirilen, cemevleri ve Alevi Dernekleri’ni kontrol ederek samimi Anadolu
Alevileri’ni yozlaştırmaya çalışan bir figür olarak tariflendi.
Bu tarifin, hem gerçekle örtüşmediğini,
hem Soğuk Savaş döneminin demode stereotiplerine dayandığını, hem de ciddi bir
nefret söylemi ve ayrımcılık içerdiğini görmek için, sanıyorum ki, muhalif
olmaya gerek yok.
Bununla birlikte, bu tanıma itiraz eden
muhalif yorumculardan bazılarının, yer yer karşıtını besleyerek büyüten bir
üslup kullandıklarını da görmek gerekiyor. Bu isimler, Müslümanlardan
ayırdıklarını iddia ettikleri Siyasal İslamcılar’a yönelik bazı yorumlarıyla;
mütedeyyin hassasiyetlerinin genelini inciten düşmanlaştırıcı bir dil kullanıp,
korku ve öfke duygularının harekete geçmesine sebep olarak, iktidar
sosyolojisini konsolide ediyor olabilirler.
Siyasal Alevicilik tartışmasının stratejik
hedefleri
“Siyasal Alevici” personayı inşa eden
grubun; “siyasal Alevicilik” kavramını sadece “aiyasal İslamcılık”ın bir
antitezi olarak değil, aynı zamanda iktidarın sosyokültürel sıkışmışlığının bir
antikoru olarak da geliştirmeye çalıştığını söyleyebiliriz.
Zira sanat ve siyaset dünyasındaki
yolsuzluk iddialarından siyasal Aleviciliğe kadar uzanan geniş bir cephede
yaratılan yeni gündemlerin esas amacı; muhalif seçmenin siyasete azalan
ilgisini (apati), siyaset karşıtlığına (anti-siyaset) dönüştürmek.
Siyasal Alevicilik tartışmasının ilk
ortaya çıktığı dönem (28-31 Aralık) ve bu tartışmanın büyüyerek konvansiyonel
medyaya taşındığı süreci (1-12 Ocak) incelendiğimizde, konunun çıkışını
açıklamak adına üç temel senaryo ihtimalinden bahsetmek mümkün:
1. İktidar destekçilerinin merkezi bir kontrol
olmaksızın geliştirdiği Alevi karşıtı reaksiyonlar.
2. İdeolojik saiklerle hareket eden mikro
baskı/çıkar gruplarının süreci başlatıp genişletmek için iktidar elitlerini
harekete geçirmesi.
3. İktidarın merkezinde geliştirilmiş, sistematik
bir iletişim stratejisinin ilk aşamaları.
Bu sürecin çıkış kaynakları ve sonrasında
tartışmayı büyüten sosyal medya hesaplarının analizini yaptığımızda, birinci
senaryonun oldukça zayıf kaldığını görüyoruz. İkinci ve üçüncü senaryolar
arasında ise kesin bir ayrım yapmak pek mümkün değil.
Yine de, tartışmanın ilk haftasında
iktidara yakın yorumcular arasında sürece itidalle yaklaşarak toplumsal
kutuplaşmaları derinleştirmeme çağrısı yapanların sayısının ikinci haftada
belirgin şekilde azalması, süreci başlatan aktörlerin ötesinde bir gücün
devreye girdiği izlenimini veriyor. Nitekim aynı dönemde anti-siyaset tutumun
güçlenmesini sağlayacak başka tartışmalar ortaya çıkıyor: Ayşe Barım üzerinden
yürüyen kültür endüstrisi tartışmaları ve CHP’li belediyelere yönelik
yolsuzluk/rüşvet suçlamaları gündemde geniş yer kaplamaya başlıyor.
Bu tartışmalarının asıl hedef kitlesi
anti-Erdoğan bloğuna yakın olmakla birlikte ana muhalefete mesafeli duran gri
bölge seçmenleri. Ne tamamen iktidara ne de tamamen muhalefete bağlı olan bu
seçmen grubunun siyasi tercihleri; son yıllardaki bütün seçimlerde Türkiye’nin
siyasi dengelerini -hatta doğrudan kaderini- belirledi.
Yaratılan bu gündemler sayesinde, gri
bölge seçmenlerinde oluşan “Ya iddialar doğruysa?” şüphesinin, “İddialar neden
doğru olmasın ki?” kanaatine dönüştürülerek; anti-siyaset akımın
güçlendirilmesi hedefleniyor. Anti-siyaset ruh hali, CHP’nin merkezinde olduğu
anti-Erdoğan seçmen bloğunu zayıflatmak ve kararsız seçmen kitlesini
genişletmek için stratejik bir araç olarak kullanılıyor.
Apati değil, anti-siyaset
2023 Cumhurbaşkanlığı seçim süreci ve
sonrasında yaşanan gelişmeler, anti-siyaset akımın yaygılaşması için güçlü bir
zemin hazırladı. Kemal Kılıçdaroğlu’nun yenilgisi, ana muhalefet seçmeninde
derin bir hayal kırıklığı yaratırken, özellikle milliyetçi ve ulusalcı
hassasiyetlere sahip muhalif seçmenlerde CHP’nin "kurucu felsefesinden ve
Atatürk çizgisinden uzaklaştığı" algısını pekiştirdi.
Bu seçmen gruplarında, Kılıçdaroğlu
liderliğindeki CHP’yi değerlendirirken partiyi kontrol ettiği iddia edilen bir
“Alevi lobisi”ni suçlama eğilimi öne çıkmaya başladı. Dahası, bu anlatı,
Kılıçdaroğlu’nun lider olmadığı bir CHP için bile cazip bir açıklama sunuyordu.
Bu kurguda, “Atatürk’ün partisini kuruluş ilkelerinden koparıp Kürt siyasi
hareketiyle iş birliğine yöneltenler” ve “siyasi idealleri istismar ederek
maddi çıkarlara bulaşan” CHP’liler, tüm başarısızlıkların merkezindeki
aktörlerdi. Bu söylem, söz konusu grupların Türkiye’nin genel çıkarlarını göz
ardı ederek, dar çıkarlar ve ağlar üzerinden hareket ettiğine dair güçlü şüphe
tohumları ekmeyi hedefliyordu.
Zira belediyelerin kamu kaynaklarını
kötüye kullandığına dair suçlamalar ve kamuoyunda geniş yankı bulan menajerlik
sistemi üzerinden çıkar sağlama iddiaları da benzer bir sistematiğe sahipti ve
muhalefete duyulan güveni aşındırma hedefi taşıyordu.
Bu söylemler, muhalefeti yalnızca
ideolojik değil, ahlaki bir kriz içinde gösterirken, CHP’yi de menfaat grupları
tarafından yönetilen ve Türkiye’nin genel çıkarlarını bir kenara bırakan bir
yapı olarak tarifliyor. Böylece, hem anti-Erdoğan seçmen bloğunun
zayıflatılması, hem de anti-siyaset duygusunu daha geniş bir sosyolojiye
yayılması amaçlanıyor.
Siyasete güvensizlik derinleşirse
Anti-siyaset, seçmenin siyasetle
ilişkisini sadece ilgisizlik (apati) üzerinden okumaz; çözüm üretemeyen,
yozlaşmış ve dar çıkar gruplarına hizmet eden bir alan olarak görülen siyasete
duyulan öfke üzerinden okur. Bir diğer deyişle bu yaklaşım, yalnızca siyasete
mesafeli bir duruşu değil, tüm siyasi aktörlere ve sisteme duyulan aktif bir
güvensizliği ifade eder.
Siyasal Alevicilik tartışmalarıyla
başlayıp, muhalefet içindeki yolsuzluk iddialarına, sanayi ve siyasetteki
çeşitli çıkar ilişkilerine kadar uzanan bu süreç, seçmeni yalnızca politikadan
uzaklaştırmakla kalmaz; siyasetin tüm aktörlerini ve alternatiflerini reddetme
eğilimi yaratır. Bu durum, yalnızca bir partiye yönelik tepkiyle sınırlı
kalmayarak, siyasal sistemin bütününe karşı bir güvensizlik atmosferi yaratır.
Böylece seçmen, değişim umudunu yitirir ve mevcut düzeni “kaçınılmaz” bir
gerçeklik olarak kabul etmeye başlar.
Bu bağlamda, anti-siyaset, mevcut iktidar
için stratejik bir avantaj sağlar. İktidar, bu duyguyu besleyerek, alternatif
çözümleri değersizleştirir, muhalefeti itibarsızlaştırır ve kendisini “zorunlu
ve tek seçenek” olarak konumlandırır. Bu duygu, yalnızca kısa vadeli bir seçim
stratejisi değil, aynı zamanda siyaset kurumlarına kalıcı bir güvensizlik
aşılayarak toplumsal dinamizmi zayıflatmayı hedefleyen uzun vadeli bir
dönüşümün de ana hattıdır.
Geçtiğimiz haftalarda hararetle
deneyimlediğimiz siyasal Alevicilik tartışmaları da bu toplumsal mühendislik
çabasının önemli bir ayağı. Bu söylem, bir toplumsal kesimi hedef alarak hem
muhalefet içindeki grupları şeytanlaştırıyor hem de siyaseti genel olarak
değersizleştiriyor. Muhalif siyaseti örgütlü bir çıkar grubunun dar alanda
paslaştığı ve uzak durulması gereken bir alan haline getiriyor. İktidar, bu
tartışmaları stratejik olarak yeniden alevlendirebilecek şekilde gündemde
tutarak, toplumsal kutuplaşmayı derinleştirme ve muhalefeti bölme fırsatını da
elinde bulunduruyor.
Son olarak belirtmek gerekir ki, siyasal
Alevicilik söylemi yalnızca reelpolitik bir enstrüman değil; aynı zamanda bir
toplumsal grubu hedef gösterip şeytanlaştırarak, Türkiye’nin demokratik
yapısını zayıflatma potansiyeli taşıyan bir tehdittir. Geçmişinde pek çok Alevi
katliamı yaşamış bir ülkede, Siyasal Alevicilik tartışmasını sadece siyasi
rekabet veya pragmatik bir müdahale aracı olarak değil, aynı zamanda
Türkiye’nin siyasi ve toplumsal yapısını dönüştürme çabasının bir parçası
olarak değerlendirmek gerekiyor.
Burak Savaş kimdir?
Lisans eğitimini İstanbul Bilgi
Üniversitesi’nde Uluslararası İlişkiler ve Medya İletişim alanlarında, yüksek
lisansını da Galatasaray Üniversitesi’nde Stratejik İletişim alanında
tamamladı. Ardından Harvard Kennedy School’da, Obama’nın 2008 Başkanlık kampanyasının
“grassroots” ve “storytelling” süreçlerini yöneten Marshal Ganz’dan kamusal
anlatı ve hikayeleştirme eğitimi aldı.
Çeşitli kurumlara ve liderlere siyasal
iletişim danışmanlığı verdikten sonra yönetiminde yer aldığı 2023 genel seçim
kampanyası, EAPC (Avrupa Siyasi Danışmanlar Derneği) tarafından üç adet Polaris
ile ödüllendirildi. Kariyerine kurucu ortağı olduğu Virtus Araştırma’da devam
eden Burak Savaş; siyasal kampanyalar, lider iletişimi ve politik
hikayeleştirme alanlarında çalışıyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorum yazarak, düşüncelerinizi benimle paylaşabilirsiniz.