'2011’deki Arap
Baharı sonrasında yürütülen politikalar İsrail ve özellikle Mısır’ı Türkiye
karşıtı ittifaka hediye etti. Mısır’ın içişlerine 2011 sonrasında bu kadar
müdahil olmasaydık, Yunanistan ile Türkiye arasında bir tercihte
bulunmayacaktı.'
TAHA AKYOL / KARAR
Karadeniz’deki keşif üzerinden bir ‘eksen
değişimi’nden bahsetmek gerçekçi olmayacaktır. Umarım Türkiye’nin eksen
değiştirmesi -ki bu tabirden kasıt ülkenin ekonomik refah olarak çok daha üst
sıralara çıkmasıdır- bulacağı doğal kaynak üzerinden olmaz.
Yunanistan’ın amacı Türkiye’nin daha da
yalnızlaşmasını sağlamak. Sorun biriktirmek maharet değil. Türkiye yeniden
ittifaklarını güçlendirmeli. Dünyada güçlü olmak da düşman biriktirmekle değil
dost biriktirmekle başlar.
Mısır’ın en büyüğü Zohr bölgesinde toplam
1.2 trilyon metreküp, İsrail’in en büyüğü Leviathan olmak üzere 990 milyar
metreküp, Rum Yönetimi’nin en büyüğü Afrodit olmak üzere 550 milyar metreküp
kanıtlanmış doğal gaz kaynağı var. Toplam kabaca 2.5. trilyon metreküp.
2011 Arap Baharı sonrasında yürütülen
politikalar bir anlamda İsrail ve özellikle Mısır’ı Türkiye karşıtı ittifaka
hediye etti... Mısır’ın içişlerine 2011
sonrasında bu kadar müdahil olmasaydık, Mısır muhtemelen Yunanistan ile Türkiye
arasında bir tercihte bulunmayacaktı.
Karadeniz’de bulunan 320 milyar m3 gazın
değeri nedir?
Öncelikle bu keşfin ülkemiz adına
sevindirici bir gelişme olduğunu söylemekle başlamak lazım. Nihayetinde
Türkiye, hidrokarbon kaynakları bakımından dışarıya bağımlıdır. O nedenle yeni
kaynak bulunması, gerek bu bağımlılığın azaltılması gerek ekonomik etkisi
bakımından faydalıdır. Ancak bu erken aşamada daha somut bir ekonomik değer
hesabı yapmak da pek mümkün değildir. Öncelikle açılan tek bir kuyu üzerinden
tahmini bir rezerv rakamı telaffuz edilmiştir. Bundan sonra yürütülecek
çalışmalar ve ilave kuyular sonrasında kanıtlanmış rezerv rakamına ulaşılması
gerekecektir. Bu noktada ilk tahmine göre doğal gaz miktarı yukarı veya aşağı
yönlü revize edilebilir. En son aşamada da çıkarılabilir rezerv hesaplaması
yapılması gerekecektir. Bu noktada gazın ne kadar derinlikte olduğu,
karşılaşılan kaya formasyonlarının geçirgenliği gibi teknik parametrelerin yanı
sıra ithalat yoluyla tedarik edilen doğal gaz fiyatının hesaba katılması
gerekecektir. Bütün bu aşamalar geçildikten sonra daha somut bir ekonomik değer
hesaplaması yapılabilir.
GAZ-PETROL ZENGİNİ ÜLKELER
Karadeniz’de başka keşifler ihtimali?
Evet mümkündür. Umarım da olur. Zaten bu
keşif bugüne kadar Karadeniz’de bulunan en yüksek miktara tekabül etmektedir.
Nispeten yakın bir bölgede Romanya’nın “Neptün” adını verdiği kaynakta 42-84
milyar metreküp doğal gaz bulunduğu tahmin edilmektedir.
Türkiye’nin Rusya, İran, Körfez ve Suud
gibi gaz-petrol zengini olma ihtimali var mı?
Şu anda o hedefin çok uzağındayız. Bir
karşılaştırma yapmak gerekirse Katar’ın kanıtlanmış doğal gaz rezervi 25
trilyon metreküp, Rusya’nın 39 trilyon metreküp, İran’ın ise 32 trilyon
metreküptür. Yani Karadeniz’deki Sakarya havzasında açıklanan miktarın tamamı
çıkarılabilir rezerv bile olsa, bu haliyle Türkiye’nin doğal gaz rezervi
Rusya’nın rezervinin yüzde birine dahi ulaşamamaktadır.
DOĞAL KAYNAK KAPANI
Eksen değişmesi ne demek? Söz konusu mu?
Karadeniz’deki keşif üzerinden bir “eksen
değişimi”nden bahsetmek gerçekçi olmayacaktır. Zaten umarım Türkiye’nin eksen
değiştirmesi – ki bu tabirden kasıt Türkiye’nin ekonomik refah olarak çok daha
üst sıralara çıkmasıdır - bulacağı bir doğal kaynak üzerinden olmaz. Siyasal ekonomi literatüründe “doğal kaynak
kapanı” olarak adlandırılan bir kavram vardır. Demokrasileri henüz yeterince
gelişmemiş ülkelerde zengin hidrokarbon kaynaklarının bulunması, bu ülkelerin
yeterince sağlıklı ve çeşitlenmiş bir ekonomik yapıya sahip olmalarını
güçleştirmekte, gelir dağılımını bozmakta ve nihayetinde demokratik gelişimini
de akamete uğratabilmektedir. Venezuela, Rusya ve İran bu tespitin en güzel
örnekleridir. Ülkemiz ekonomik anlamda eksen değiştirecekse kolaycılığa teslim
olunmamalıdır. Bunun kanıtlanmış en somut yolu gerek okul öncesi gerek örgün
gerekse hayat boyu eğitim uygulamaları üzerinden insan kaynaklarına yatırım
yapmaktır. Böylelikle çağdaş ekonomik düzende rekabet edebilecek, katma değer
yaratabilecek bir ulusal zenginlik elde edilir. Eksen değişiminin doğru yolu
budur. Tabiatıyla bu süreci doğru siyasi ve makro ekonomik politikalarla da
desteklemek gerekir.
DOĞU AKDENİZ’DEKİ REZERVLER
Gelelim Doğu Akdeniz’e; burada doğal gaz
rezervleri nelerdir miktarları ne kadardır?
Doğu Akdeniz’de bugüne kadar İsrail, Mısır
ve GKRY’nin iddia ettiği münhasır ekonomik bölgesinde doğal gaz kaynakları
bulunmuştur. Mısır’ın en büyüğü Zohr bölgesinde olmak toplam 1.2 trilyon
metreküp, İsrail’in en büyüğü Leviathan olmak üzere 990 milyar metreküp,
GKRY’nin en büyüğü Afrodit olmak üzere 550 milyar metreküp kanıtlanmış doğal
gaz kaynağı bulunmaktadır.
Türkiye Doğu Akdeniz’de ne neden
yalnız?
Daha önceki dönemde de Doğu Akdeniz’de
Türkiye’nin karşısında Yunanistan ve GKRY’den oluşan bir grup mevcuttu. Ama
özellikle 2011 Arap Baharı sonrasında yürütülen politikalar bir anlamda İsrail
ve de özellikle Mısır’ı bu Türkiye karşıtı ittifaka hediye etti. İç politika kaygılarıyla alınan bazı kararlar
dış politikada böyle olumsuz bir netice doğurdu. Doğu Akdeniz sorununda kritik
ülkenin Mısır olduğunu düşünüyorum. Mısır’ın desteğini bu ölçüde
kaybetmemeliydik. Ama o ülkenin iç işlerine taraf olmaya kalkınca ve de sizin
sonuna kadar ve de açıkça desteklediğiniz Müslüman Kardeşler iktidardan
düşürülünce, Sisi önderliğindeki Mısır yönetimi de Türkiye karşıtlığına kaydı.
Oysa ki Mısır’ın içişlerine 2011 sonrasında bu kadar müdahil olmasaydık, Mısır
çok muhtemelen Yunanistan ile Türkiye arasında bir tercihte bulunmayacaktı.
LİBYA ANLAŞMASI ÖNEMLİ
Bu yalnızlığı kırabilir miyiz? Libya
faktörünün etkisi nasıl olur?
Türkiye, Doğu Akdeniz’deki diplomatik
yalnızlığını kırmak ve deniz yetki alanlarının paylaşımına dair destek
alabilmek için 2019 yılı Kasım ayında Trablus hükümeti ile bir anlaşma yaptı. Trablus’un
Türkiye ile deniz yetki paylaşımı anlaşması yapmaya razı olmasının karşılığında
da bu hükümete askeri destek sağlandı. Kasım 2019 anlaşması Doğu Akdeniz’de
ilginç sonuçlar doğurdu.
Libya ile yapılan bu anlaşmada Türkiye,
Rodos ve Girit adalarına kıta sahanlığı tanımadı, yalnızca 6 millik
karasularını tanıdı. Bu anlaşma Yunanistan’ı harekete geçirdi ve Atina
öncelikle İtalya ile daha sonra da Temmuz 2020’de Mısır ile deniz yetki
paylaşımı anlaşmalarını sonuçlandırdı. Bu anlaşmaları Türkiye ve Yunanistan
açısından değerlendirdiğimizde şunlar söylenebilir. Öncelikle Libya-Türkiye
Anlaşması, Yunanistan-İtalya ve Yunanistan-Mısır Anlaşmalarını tetiklemiştir.
Bunun neticesinde ilk bakışta Türkiye Libya’yı, Yunanistan da Mısır’ı Doğu
Akdeniz’deki diplomatik pozisyonuna destekçi olarak kazanmıştır. Mısır 2002’den
bu yana Atina’nın ısrarlı tutumuna rağmen Yunanistan ile deniz yetki paylaşımı
anlaşması yapmaktan imtina etmiş ve ancak Türkiye-Libya Anlaşmasında Libya’ya
verilen bazı sahaların kendi münhasır ekonomik bölgesi ile çakıştığını
gördükten sonra Yunanistan ile bu anlaşmayı imzalamaya ikna olmuştur. Kaldı ki
Kahire buna rağmen anlaşmayı 26-28 paralel arasına sınırlamış ve Yunanistan’ın
Meis ile ilgili tezlerine taraf olmamıştır.
YUNANİSTAN’IN GERİ ADIMLARI
Ancak daha yakından bakıldığında bu iki
Anlaşma, Yunanistan’ın ülkemize karşı ileri sürdüğü tezlerde de geri adım
attığını göstermektedir. İtalya ile yaptığı anlaşmada Korfu adasının
Batısındaki Otonoi adasının tam bir kıta sahanlığını bulunmadığını kabul
etmiştir. Keza Mısır ile yaptığı anlaşmada da Rodos ve Girit’in kıta
sahanlığının kısıtlanmasını kabul etmiştir. Ayrıca Mısır ile iki ülkenin de
münhasır ekonomik alanına sirayet eden olası bir hidrokarbon rezervinin ortak
işletilmesi – condominium – prensibini kabul etmiştir. Oysa ki Yunanistan
Türkiye’ye karşı Meis gibi bir adanın tam kıta sahanlığı bulunduğunu iddia
etmeye devam etmektedir.
TÜRK-YUNAN ANLAŞMAZLIĞI
Akdeniz’de Yunanistan ve Kıbrıs Rum
Yönetimi ile Türkiye’nin tezleri nedir? Türkiye “Hakkaniyet” tezini kabul
ettirebilir mi?
Anlaşmazlığın özünde iki konu vardır.
Birincisi Kıbrıs meselesi diğeri de adaların kıta sahanlığı meselesidir. Kıbrıs
meselesini burada uzun uzun anlatmaya gerek yok. Ama adadaki siyasi
anlaşmazlığın sürmesi doğal olarak Doğu Akdeniz’deki enerji kaynaklarının
paylaşımı açısından da sorun yaratmaktadır.
Adaların kıta sahanlığı meselesinin arka
planında ise 1982 tarihli Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi – BMDHS
vardır. Türkiye BMDHS’ye taraf değildir. Ülkemiz bu Sözleşmeye iki nedenle
taraf olmamıştır. Birincisi Sözleşmenin adalara kıta sahanlığı tanınmasına dair
121. Madde 2. Paragrafta yer alan genel hükümdür. İkinci neden ise sahildar
devletlerin kıta sahanlığı ve münhasır ekonomik bölgelerine dair
anlaşmazlıklarında zorunlu olarak uluslararası yargıya gitmelerini öngören
Sözleşmenin 287. Maddesidir. O dönemde Türkiye, Ege denizinin özel durumuna
atıfta bulunulmasını istemiş, bu talebi kabul görmeyince de Sözleşmeye taraf
olmamıştır.
Öte yandan Yunanistan, BMDHS’ye taraftır.
Ve bu Sözleşmeye uygun olarak Doğu Akdeniz’deki adalarının kıta sahanlığının
bulunduğunu iddia etmektedir. Biz ise bu adaların kıta sahanlığına ve
dolayısıyla herhangi bir münhasır ekonomik bölgeye sahip olmadıklarını ileri
sürmekteyiz. Anlaşmazlığın özü budur.
ULUSLARARASI YARGI SEÇENEĞİ
Peki bu anlaşmazlık nasıl çözülür?
Bu anlaşmazlığın ilk elde çözüm şekli
Yunanistan ile doğrudan müzakerelerdir. AB dahil bütün tarafların bu şartların
oluşması için çaba göstermesi lazım. Uluslararası hukukta bu tip anlaşmazlıklar
için ilk aşama doğrudan müzakerelerdir. Eğer taraflar bu müzakerelerde gene de
anlaşamazlarsa – ki bazı durumlarda bu müzakereler çok uzun sürebiliyor,
örneğin Rusya ile Norveç deniz yetki alanlarını 40 yıl müzakere ettiler – o
zaman anlaşmazlık konusu sahada ortak ekonomik girişimlere yeşil ışık
yakabilirler. Yani Doğu Akdeniz’de hangi ülkenin münhasır ekonomik bölgesi
olduğu hususunda mutabakat oluşmamış bir alanda Türkiye ile Yunanistan ortak
faaliyette bulunabilirler. Bu bölgede hidrokarbon kaynakları bulunursa, ortak
işletirler vs. Son olarak da tabiatıyla uluslararası yargıya gidilebilir. Ancak
bunun için öncelikle anlaşmazlık konuları ve coğrafyasının tespit edilmesi
gerekecektir. Bu noktada örneğin Türkiye, uluslararası yargıya götürülecek
paket içinde Ege sorunlarını da koymak isteyecektir. En son olarak da
uluslararası mahkemenin göz önünde bulunduracağı hukuk normları konusunda
anlaşmak gerekecek. Yunanistan BMDH ilkeleri derken, Türkiye hakkaniyet gibi
daha temel ilkelerin de dahil olmasını isteyecektir.
AVRUPA VE AMERİKA?
AB genelde Yunan-Rum yanlısı ama
Türkiye’ye yakın duran ülkeler de var. AB içinde bu konudaki gruplaşma nasıl?
AB Cuma günkü Dışişleri Bakanları
toplantısında Yunanistan ile dayanışma içinde olduğuna dair kanaatimce şanssız
bir açıklama yaptı. Ama AB ülkeleri arasında bir görüş birliği yok. Fransa’nın başını çektiği bir grup Yunanistan
ve GKRY’ye kayıtsız şartsız destek veriyor. Buna karşılık İspanya ve İtalya
gibi ülkeler Türkiye’ye daha müzahir. Dönem başkanı Almanya ise daha dengeli
bir yol izleme niyetinde. Nitekim Almanya, bu yönde girişimde bulunarak Temmuz
ayında Türkiye ile Yunanistan arasında 2016 yılından sonraki ilk istikşafi
mahiyetteki görüşmenin Berlin’de tertiplenmesine ön ayak oldu. Ama hemen
sonrasında Yunanistan’ın Mısır ile yaptığı deniz yetki paylaşımı anlaşmasını
açıklaması ile bu süreç baltalandı. Bu noktada AB’nin yapması gereken eğer ki
bu süreçte etkin bir rol oynamak istiyorsa Yunanistan’ın tezlerine doğrudan
destek vermekten imtina etmekle başlamalıdır.
Burada doğru eleştiriyi de yapabilmek
lazım. Şöyle ki geçmişe baktığımızda Türkiye ile Yunanistan arasındaki
ihtilaflarda hep ABD arabuluculuk rolüne soyundu. Ancak günümüzde hele hele
başkanlık seçimlerine 9 hafta kalmışken Trump Amerikasının böyle bir diplomatik
hamle yapmasını beklemek gerçekçi değil. Dolayısıyla uzun zamandır dış
politikada daha önemli bir aktör olma iradesiyle hareket eden AB’nin bu
uzlaştırıcı rolü oynaması potansiyel olarak mümkün. Üstelik söz konusu alan
asıl AB ülkelerinin ilgi coğrafyasında. Ama AB’nin de bu olumlu rolü
oynayabilmesi için üye ülkesine kayıtsız şartsız destek tutumundan vazgeçmesi
lazım. Bizim AB’ye kendi menfaatinin daha tarafsız bir tutuma sahip olmaktan
geçtiğini anlatmamız lazım. Bir başka deyişle bu konuda AB’nin kendi üyesine
destek olma reaksiyonu ile uzun vadeli menfaati çelişiyor. Bu çelişkiyi ortaya
koymamız lazım. Kaldı ki aslında Almanya bu çelişkinin de gayet farkında.
TÜRKİYE NASIL DAVRANMALI?
Türkiye Ege ve Akdeniz’de nasıl bir
diplomasi izlemeli?
Birincisi Türkiye, Yunanistan’ın gerilimi
tırmandırma politikasına kapılmamalıdır. Yunanistan bir yandan AB üyeliğini
diğer yandan Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki diplomatik yalnızlığını fırsat
bilerek bilinçli bir tırmandırma politikası uygulamaktadır. Amacı Türkiye’ye
aşırı bir tepki vermeye zorlayarak, AB’nin yeni yaptırımlar getirmesini ve
Türkiye’nin daha da yalnızlaşmasını sağlamaktır. Dolayısıyla provokasyonlara
dikkat etmek gerekecektir. Yunanistan ile diyalog çağrısını her fırsatta
tekrarlamak yararlı olacaktır.
Keza bu meselenin kamu diplomasisi
boyutuna da ağırlık vermek elzemdir. Yurt dışı basını incelediğinizde, çoğu kez
Türkiye’nin Yunanistan’ın egemenliğine saldırdığı varsayımı tekrarlanmaktadır.
Günümüzde her ihtilafın aynı zamanda bir enformasyon harbi boyutu olduğu
gerçeğinden hareketle, dünya kamuoyunda da zemin kazanmaya yönelik bir kamu
diplomasisine geçmek gereklidir. Bugüne kadar izlenen yöntem ve stratejilerin
yeterli olmadığı açıktır. Türk’ün Türk’e propagandası ile biz bu enformasyon
harbini kazanamayız. Dış kamuoyuna hitap edecek, onların ekosistemine dahil
sözcü kişi ve kurumları bulmamız ve bunlara yatırım yapmamız elzemdir.
Son olarak dış politikadaki birikmiş
sorunları çözmeye başlayan bir devlet olmamız gerekiyor. Sorun biriktirmek bir
maharet değildir. Bütün dünya da bize karşı değildir.
İlk bakışta birbirinden bağımsız gibi
görülen dış politika meseleleri biriktikçe bir bakarsınız sizin hareket
alanınızı daraltmaya başlar. İşin özü Türkiye yeniden ittifaklarını
güçlendirmelidir. Dünyada güçlü olmak da düşman biriktirmekle değil dost
biriktirmekle başlar.
SİNAN ÜLGEN KİMDİR?
Sinan Ülgen Ekonomi ve Dış Politika
Araştırmalar Merkezi ( EDAM) başkanı ve eski diplomat. 1989-2007 yıllarında
Dışişleri Bakanlığı’nda meslek memuru olarak, Türkiye’nin AB nezdindeki Daimi
Temsilciliği’nde ve Trablus Büyükelçiliği’nde görev yaptı. Kemal Derviş ile
birlikte “Çağdaş Türkiye’nin Avrupa Dönüşümü” adlı bir kitabı yazdı.
Türkiye’nin nükleer enerji politikası ve siber dünyanın küresel yönetişimi
konusunda Carnegie Uluslararası Barış Vakfı tarafından yayınlanmış kitapları
var.