Türkiye sekülerleşiyor mu dindarlaşıyor mu? Bazı sosyal bilimcilere ve seküler ideoloji mensuplarına göre hızla dindarlaşıyoruz ya da toplum dini değerlere göre dizayn edilmeye doğru hızla savruluyor. Ancak başka sosyal bilimciler öyle söylemiyor. Onların ellerindeki veriler, dini kodların kadın-erkek ilişkilerinde, güncel hayatta giderek etkisini yitirdiğini gösteriyor. Sosyal Bilimci Volkan Ertit’le Türkiye’nin seküleşme olgusunun boyutlarını konuştuk.
MUHAFAZAKÂRLAR GELENEKSEL DEĞERLERİN GİDEREK SİLİKLEŞTİĞİNİN FARKINDA
Altı baskı yapan kitabınızın
başlığı Endişeli Muhafazakârlar Çağı. Neden böyle bir başlık tercih ettiniz?
Muhafazakârlar sizce neden endişeli?
Çünkü muhafazakârlar “muhafaza”
etmek istedikleri değerlerin, inançların ve bunların gündelik hayata yansıyan
davranış kalıplarının gün geçtikçe toplumsal hayatta silikleştiğinin
farkındalar. Modernleşme nedeni ile geleneksel ailevi değerler, kadın-erkek
ilişkileri, kıyafet kodları ve benzer öğelerde yaşanan dönüşümler
muhafazakârların arzu ettiği dönüşümler değildi. Bununla beraber mal/mülk
hırsı-statü kaygısı gibi dünyevi arzuların uhrevi kaygıların önüne geçmesi de
bu endişeyi arttıran sebeplerden biri.
Sekülerleşme denince ne
anlamalıyız? Siz neden yeni bir tanım koydunuz ortaya?
Yeni bir tanıma ihtiyaç duymamın iki temel
sebebi vardı. Birincisi İslam’a özcü yaklaşan, yani gerçek İslam’ın ne olduğunu
bildiğini iddia eden Türkiyeli akademisyenlerin bana gösterdiği tepkiler.
Diğeri ise Hıristiyanlıkla ilgili literatürün sekülerleşme tartışmalarında
kullandığı oldukça sığ yöntemler. Yaptığım şey, din kelimesi yerine “doğaüstü”
kelimesini kullanmak ve geçmişle-gün arasındaki kıyasa daha fazla vurgu yapmak.
İLAHİYATÇILARIN SEKÜLERLEŞMEYE
İTİRAZI OLDUKÇA ŞAŞIRTICI
Biraz daha açabilir misiniz?
Tabii ki. Batı ile ilgili literatür sadece
kiliseye gitme sıklığına ve inançlı olup olmamaya indirgenmiş durumda. Hâlbuki
inancın hayata yansıdığı birçok alan varken bunu sadece ibadet etme sıklığı ya
da inançlı olup olmamaya indirgemek toplumsal dönüşümü yansıtmaktan uzak
olacaktır. Zira günün İslam’ı günün Hristiyanlığından çok daha fazla gündelik
yaşamı yönlendirmek ister. Bununla birlikte, sempozyumlarda ne zaman “Türkiye
sekülerleşiyor” iddiasını dile getirsem ve ardından örnek olarak bazı
toplumsal dönüşümlerden bahsetsem, daha çok İslamî İlimler fakültelerinin
fıkıh, kelam gibi bölümlerinde yer alan akademisyenler “sizin verdiğiniz bu
örnekler dinde yok zaten, o nedenle buna sekülerleşme diyemezsiniz” diye
karşı çıkıyorlardı. Verdikleri tepki benim açımdan şaşırtıcıydı, zira gerçek
dinin ne olup olmadığını söyleme hakkını kendilerinde buluyor ve hatta
dayatıyorlardı. Ben ise sosyolog olarak, dine özcü yaklaşma hakkına sahip
değilim. Disiplinim buna izin vermiyor. Sosyologlar, özelde de din
sosyologları, dinin "gerçekliğini" değerlendirmezler, onlar
var olan olgular üzerinden yaşanan dönüşümü anlamak ve açıklamak isterler.
GERÇEK İSLAM’IN NE OLDUĞU
SOSYOLOJİNİN DEĞİL TEOLOJİNİN ALANINA GİRİYOR
Peki “doğaüstü alan” ifadesi size
nasıl yardımcı oldu?
Doktora tezimde ortaya attığım tanımın
merkezinde “doğaüstü alan” var. Yani, sekülerleşmeyi “doğaüstü alanın
geçmişe kıyasla toplumsal prestijinde ve gücünde gerçekleşen azalma” olarak
tanımlıyorum. Böylece, artık herhangi bir toplumsal davranış kalıbı kaynağını
doğaüstünden (fiziğin ötesinden) alıyorsa, sekülerleşme tartışmalarının parçası
durumundadır. “Gerçek” dinin ne olduğunu söyleme hakkını kendinde gören
akademisyenlerin de itirazları anlamını yitirmiş oluyor. Zira ben İslam’ın
değil, İslam’ın da dahil olduğu doğaüstü referansları olan tüm inançların
gündelik hayattaki yansımaları ile ilgileniyorum. Gerçek İslam’ın ne olduğunu
anlatmak isteyen akademisyenlere de “bu konu din sosyolojisinin alanına
girmiyor, ister gerçek ister değil eğer bir davranışın ardında doğaüstü alan
varsa, o konu sekülerleşme tartışmalarının parçasıdır” diyorum.
FAL VE ASTROLOJİYE İLGİ ARTIYORSA
ORADA SEKÜLERLEŞME YOKTUR
O zaman son zamanlarda astrolojiye
artan ilginin ve ruhçuluk akımlarının sekülerleşme teorisinin iddialarını
çürüttüğünü ifade edebilir miyiz?
Eğer elimizde böyle bir bilgi varsa pek
tabii. Eğer bir toplumda gün geçtikçe astrolojiye ve bahsi geçen ruhçuluk
akımlarına ilgi artıyorsa sekülerleşme tersine gidiyor demektir. Ancak, ne
astroloji toplumsal olarak gündelik yaşama dokunacak kadar güçlenmiş durumda,
ne de bahsi geçen ruhçuluk akımlarına üye olanlar, baskın dinden uzaklaşanların
sayısını kompanse edecek durumda.
ALEVİ DEDELER DE GENÇLERİN HAYATINA
DOKUNAMIYOR
“Türkiye sekülerleşiyor” tezinizin sadece
Sünniler için değil, Aleviler için de geçerli olduğunu söylüyorsunuz. Alevi
sekülerleşmesi denince ne anlamalıyız?
Aleviler ile ilgili yaptığım çalışma ve
diğer akademisyenlerin ortaya koyduğu bilgileri bir araya getirdiğimizde şunu
açıklıkla ifade edebiliriz: Aleviliğin inanç esasları ve kurumları yeni kuşak
Alevilerin gündelik yaşamına daha az nüfuz etmektedir. Nasıl ki cami imamları
artık gündelik hayata dair herhangi bir konuda fikir danışılan kişiler değilse
ve bir nevi kanaat önderi olmaktan memurluğa evrilmişlerse, aynı şekilde Alevi
dedeler de yeni kuşak Alevi gençlerin gündelik yaşamına eskisi kadar
dokunamıyorlar. Musahiplik ve Düşkünlük gibi esas kurumlar kentleşme sebebi ile
fonksiyonlarını yitirmiş durumdalar.
MUHAFAZAKARLARIN EŞCİNSELLİĞE SERT
TEPKİSİ, SEKÜLERLEŞMENİN DAHA GÖRÜNÜR OLDUĞUNUN BİR KANITI
Kitabınızda eşcinsellerin
Türkiye’de yaşadığı dönüşümü sekülerleşme olarak ifade etmişsiniz. Peki son
dönemlerde özellikle İstanbul Sözleşmesi sebebi ile yaşanan tartışmalarda
eşcinselliğe ve eşcinsellere gösterilen sert tepkileri nasıl yorumluyorsunuz?
Yumuşama bir tarafa söylemlerde bir sertleşme söz konusu.
Sekülerleşme tartışmalarının temel bir
kıstası var. Geçmişle-gün kıyaslaması yapmak. Eğer iki tarih aralığını
kıyaslamıyor isek, sekülerleşme tartışması yapma şansımız yok. Şimdi
eşcinseller özelinde Türkiye’de yaşanan dönüşümü izninizle birkaç madde ile
özetlemek istiyorum. Zaten anlatacaklarım, neden bu kadar sert tepkiler oluştu
sorusuna da yanıt olacak. 1. İlk defa 2003 yılında 10 kişi ile
gerçekleşen eşcinsellerin onur yürüyüşü, 2013 ve 2014 yıllarında 100 bine yakın
katılımla gerçekleşti. Sanırım muhafazakârlar ilk defa bu yürüyüşlerde
eşcinselliğin gün geçtikçe normalleştiği gerçeği ile karşılaştılar. Bu
yıllardan sonra da sizin bahsettiğiniz sert söylemler devam etti. Ancak,
Türkiye’nin dindarlaştığının iddia edildiği 2000’li yıllardan günümüze 19
üniversitede LGBTİ örgütlenmesi gerçekleşti; eşcinseller birçok farklı dernek
çatısı altında bir araya gelerek hakları için mücadele vermeye ve kamuoyunu
bilgilendirmeye başladılar; aileleri de dernek kurdu (LİSTAG); evlilik
törenleri düzenlemeye ve birlikte yaşamaya başladılar; yaşamlarını sosyal medya
aracılığı ile geniş kitleler ile paylaştılar. Eşcinsellerin yaşantı biçiminden
rahatsızlık duymayacaklarını ifade edenlerin oranı 2006 yılında yüzde 25,7 iken
2012’de bu rakam yüzde 29,1’e yükseldi. Kendimi yanlış ifade etmek istemem.
Burada ortaya konulan bilgiler, eşcinsellerin mutlu bir hayatın parçası
oldukları ve gündelik yaşamlarında herhangi bir sorunla karşılaşmadıkları
anlamına gelmemektedir. Aksine, merkezinde eşcinsellerin ya da trans bireylerin
olduğu insan hakları ihlalleri sıklıkla haber sitelerinin konusu olmaktadır.
Yine sizin belirttiğiniz son dönemlerde oldukça sert tepkiler ile
karşılaşmaktadırlar. İşte bu sert tepkilerin ardında, eşcinselliğin ve
eşcinsellerin Türkiye’de “geçmişe kıyasla” daha normal algılanmasına
dair bir öfke olduğunu düşünüyorum. Yani daha önce tehlike olarak görecek kadar
üzerinde durmadıkları bir konu sosyal medyanın da etkisiyle gündemlerinin
parçası olmuş durumda. Bu durumda izninizle soruyu şöyle yanıtlayayım:
Muhafazakârların, eşcinsellerin ve eşcinselliğin algılanışındaki ve kabul
edilişindeki değişime gösterdikleri sert tepkiler aslında tam da yaşanan sert
sekülerleşme sürecinin yansımalarıdır.
HEM MODERNLEŞEN HEM DİNDARLAŞAN BİR
TOPLUMLA HENÜZ KARŞILAŞMADIK
Siz Türkiye’nin sekülerleşmesinin
en çok 2000’li yıllarda gerçekleştiğini iddia ediyorsunuz. Bu durumda AK Parti
bir taraftan toplumun dindarlaşmasını isterken, diğer taraftan da toplumun
sekülerleşmesine neden olacak politikaları mı hayata geçiriyor? Bu, paradoks
değil mi?
Aslında Türkiye’deki durum bu anlamda
oldukça ilginç. Sekülerleşme teorisinin iddiası oldukça basit: Modernleşme
sekülerleştirir. Teorinin din sosyolojisi alanındaki gücü bu basit iddiaya
dayanıyor. Çünkü hem modernleşen hem de dindarlaşan bir toplumla henüz
karşılaşmadık. Olduğunu iddia edenler de ortaya veri koyamıyorlar. Özetle ifade
edebiliriz ki, bir toplumun modernleşmesine sebep olacak uygulamalar, aynı
zamanda o toplumun -dolaylı olarak- sekülerleşmesini de hızlandırma potansiyeli
taşımaktadır. Burada modernleşmeden kastımız Avrupa modernleşmesinin de esas
unsurları olan kentleşme, üniversitelileşme, bilimsel gelişmelerin uygulama
alanı bulması ve endüstriyel kapitalizm. Sekülerleşme bu dinamiklerin sonucu
olarak deneyimleniyor. O nedenle her şehre üniversite açmak, kentleşme oranının
artması, internet alt yapısının güçlendirilmesi, modern sağlık kurumlarının
sayısının ve ulaşılabilirliğinin 20-30 sene öncesine kıyasla artması,
sekülerleşme sürecini besleyen temel öğeler. AK Parti’nin övünerek
gerçekleştirdiğini söylediği birçok dinamik aynı zamanda gençlerin
sekülerleşmesine neden oldu. Ancak vurgulanmalıdır ki, bu değişim sadece bu
topraklara özgü değil. Özellikle Facebook, Twitter, Instagram, Youtube ve
akıllı telefonların gündelik hayatın parçası olduğu toplumların gün geçtikçe
dindarlaşacağını beklemek çok gerçekçi olmayabilir. İster Türkiye’de ister
Breziya ya da İran’da.
SEKÜLERLEŞME İLE DÜNYEVİLEŞME
BİRBİRİNE KARIŞTIRILIYOR
Dindarların bir kısmı, diğer
dindarların hedonizminden, rahat rahat faiz kullanıyor olmalarından, dünyevi
arzu ve hırslarını her şeyin önüne koymalarından rahatsız ve bunları
dünyevileşmekle/sekülerleşmekle suçluyorlar. Siz bu iki kavramın arasındaki
ilişki için ne söylersiniz?
Bu iki kavram farklı şeylere tekabül
etmektedirler. Dindarlar için her dünyevileşen sekülerleşmiş olabilir, zira
dünyevileşme aynı zamanda inanç esaslarında da uzaklaşma olarak görülüyor. Buna
itiraz edemem. Ama her seküler ya da sekülerleşen kişi dünyevi olmak zorunda
değildir. Adı üstünde, dünyevileşme, mal/mülk hırsı, statü kaygısı,
unvanlara merak, makam sevdası ve diğer dünyevi arzuları içermektedir. Şimdi
şu soruyu sormama izin verin İslam Hocam: Neden bir deist, ateist, agnostik
veyahut da inançlı da olsa oldukça seküler biri bu bahsettiğimiz dünyevi
hırslara sahip olmak zorunda olsun? Böyle bir sebep-sonuç ilişkisi kurulabilir
mi? Bir kişinin herhangi bir doğaüstü öğretiye inanmıyor olması, onu neden
ihale peşinde koşan, makam hırsı için dedikodu yapan, sahip olduğu unvanlara
sıkı sıkıya bağlı biri haline getirsin ki? Biraz karikatürize bir örnek olacak
ama kendimi daha iyi ifade etmek için izninizle ODTÜ Sosyoloji bölümü hocalarından
Ulus Baker’i hatırlatmak istiyorum. Oldukça seküler bir kültüre sahip olan
Baker’in aynı zamanda dünyevi olduğunu söylemek oldukça zor. Kendisi unvana
önem vermezdi, mal biriktirme gibi bir hevesi yoktu ve hatta kendisine ait bir
CV’si dahi olmayan kişiydi. Şunu bir kez daha vurgulamama izin verin, dindarlar
için her dünyevileşen aynı zamanda sekülerleşmiş olabilir, ama her seküler
ihale peşinde koşmak ya da dünyevi arzulara/hırslara sahip olmak zorunda
değildir. Bu iki kavramı kullanırken daha hassas bir dilin oluşmasına
ihtiyacımız var.
SEKÜLERLEŞMEYİ TERSİNE ÇEVİRMEK
ANCAK DOĞAL AFETLERLE MÜMKÜN
Sekülerleşme sürecini engellemek için ya
da süreci tersine döndürmek için ne yapılması gerekir?
Sekülerleşmek aslında gündelik hayatta
doğaüstüne daha az ihtiyaç duymak demek. Bu durumda desekülerleşmesini
istiyorsanız bir toplumun, o toplumun tekrar doğaüstüne ihtiyaç duymasını
sağlamanız gerekiyor. Bunu nasıl sağlayabilirsiniz? Oldukça büyük ve telafisi
on yıllar alacak doğal afetler, iç savaş, açlık, susuzluk, modern tıp
olanaklarının yokluğu vb… Yakın arkadaşım 1999 depreminden sonra başını kapama
kararı aldı. Sebebi de şuydu: Babası göçük altında kalmıştı ve o sırada Allah’a
“eğer babamı sağ-salim bize bağışlarsan, ben de kapanacağım.” diye dua etmişti.
Eğer o gece deprem olmasaydı, ya da o gece farklı bir şehirde olsalardı, ya da
evleri daha sağlam olsaydı, Allah’a böyle bir duada bulunmayacaktı.
Volkan Ertit kimdir?
Lisansını Orta Doğu Teknik Üniversitesi
Felsefe bölümünden alan Ertit, doktorasını Hollanda’nın eski adı Katolik
Nijmegen Üniversitesi olan Radboud Üniversitesi’nden Alevilerin Sekülerleşmesi
üzerine yazdığı tez ile almıştır. Ertit’in çalışma alanları içerisinde
sekülerleşme teorisi, Batı modernleşmesi tarihi, Aleviler ve Türkiye sekülerleşmesi
yer almaktadır. An itibari ile Aksaray Üniversitesi Sosyoloji bölümünde
çalışmaktadır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorum yazarak, düşüncelerinizi benimle paylaşabilirsiniz.