Düşüncelerimiz, hayallerimiz, yaşantılarımız içimizde, iç dünyamızda olup biter. İçinizle nasıl bir ilişkiniz var? Dışınızla olan ilişkiyi önemli bir ölçüde etkilediğinin farkında mısınız? Sizi hiç kimse görmediğinde bile ahlaklı olabiliyor musunuz? Yoksa yaşadığınız ahlak başkalarının sizi beğenmesi için mi?
Bu yazıda dünyada ve bizde büyük bir sorun
olan içi dışı bir olmama olgusu üstünde duracağım. Siyasetin ve insan
ilişkilerin yürütülmesindeki temel ahlak sorunlarından birisi ahlakın hep
dışarıda, başkalarının önünde gerçekleşen kamusal alan sayılmasıdır. Bir arada
yaşamımızı etkileyen ahlakın bir de içimizde olan bir boyutu vardır. Bu boyutu
anlamak için önce ahlakla ilgili bazı saptamalar yapalım.
İnsan hem birey hem de toplum olarak,
herhangi bir anda bir ahlak durumu içindedir. İnsan bir ahlak kürede yaşadığı
için, ahlâk durumunu yaşar. İnsan tıpkı hava kürede (Atmosferde) yaşadığı gibi
ahlak kürede yaşar
Ahlâk durumu, bir anlam alanını, onun bir
alt kümesi olan değerler alanını içerir. İnsan ahlâkî değerlerle yaşar.
Bu değerlerle ilişkili olarak, her ahlâk
durumu içinde belli yaptırımları içeren ilkeler, kurallar, normlar, “kod”lar
taşır.
Ahlâk durumu içinde bulunan her
eyleyicinin bu değerlere, kurallara, durumun tüm öğelerine karşı sorumluluğu vardır.
Ahlâk durumu içinde bulunanların, durumun
içerdiği değerlere, yaptırımlara, belli bir sorumlulukla saygı duyarak, belki
bir karar ardından, belli bir niyetle eyleme yöneldikleri görülür.
Durum içinde bulunanların eylemleri,
ahlâkın temel öğelerinden birini oluşturur.
Göz önünde olmayan iç dünyamda, kimseler
görüp bilmediği hâlde, bir iç ahlak durumu yaşarım. Elbette bu durum içinde
bilinçli olmam gerekiyor. Değerler, iç ahlâk durumu değerleridir. Bu durumun
değerlerle yaşanabilmesi, iç ahlâkın mümkün olabilmesi için içimdeki dışımın,
içimdeki ötekinin ortaya çıkması zorunlu görünüyor. İçimdeki öteki, içimin
benim olmadığını gösterir. İçimde dünya, içimde evren, içimde bilincine
varmadığım, varamayacağım, güçler vardır. İç dünyalar, insan için tümüyle belirlenebilir,
denetlenebilir bir yapı taşımaz. İç dünya, kimsenin ülkesi değildir; kimsenin
tümüyle egemenliği altında değildir. (Kısmen egemen olunabilir!) İç
dünyalarımız bize emanettir. Ahlâk açısından, biz onlarda, anlam ve değerleri,
yaptırımlara karşı belli sorumluluk ve temiz niyetle, iç eylemlerde bulunarak,
yaşamakla yükümlüyüz.
Birey olarak, iç dünyamın içinde ahlâklı
yaşamak ne demek? Toplum yokken, öteki (bir anlamda!) yokken, benden başka
“gören” yokken, içimle ahlâkı yaşamak ne demek? İçimde ahlâksız olmak ne demek?
Düşüncelerimde, düşlerimde, arzularımda, inançlarımda, beklentilerimde, bir
ahlâktan söz edilebilir mi? Edilebilir. İç dünyamda da ahlak küre var. Ahlak
küre tende durmaz. Sınırı ten değildir. Tenin öte yanına geçebilir. İç dünyama
sızan ahlak küre (ethos) iç ahlâkı başlatıyor. İçimde bir ahlâk düzeni var,
kararlar alıyor, kararları düşüncemde uyguluyorum, eylemde bulunuyorum, içimde.
İç eylemde bulunuyorum.
İç ahlâkla, “dış” ahlâk arasında iki temel
fark öyleyse: 1. İçte göz önünde olmayış 2. İçteki eylemin iç eylem olması,
fiziksel, toplumsal etkisinin o an görülmemesi. (İç eylemlerim sonraları “dış”
eylemlere dönüşebilir.) Elbette iç eylemin iç dünyamda etkisi olabilir. İç
ahlâk düzeninin en etkin öğelerinden biri iç eylemdir; bir düşünüp taşınmanın,
seçenekleri gözden geçirmenin (Aristoteles’in prohairesis’i), sonucunda
gerçekleşebildiği gibi, apansız bir biçimde de ortaya çıkabilir.
İç ahlâk düzeninin üzerinde biyolojik
kökenli dürtülerin etkisi olabileceği gibi, geçmiş yaşantılarımızdan,
“belleğimizden” kaynaklanan etkilerin de payı vardır. İç dünyamız üzerine, dış
çevrenin uyarıcı gücünü de göz önüne alırsak, fiziksel, psikolojik (duygu
durumumuzu etkileyecek etkenlerin yanında, telkinler de önemli olabilir
burada!), ekonomik, toplumsal, kültürel, ahlâkî boyutlarda etken kuvvetlerin
sürekli çalıştığını söyleyebiliriz. İç ahlâk düzeninin gerçekleşip, iç ahlâkın
başlayabilmesi, içimizdeki ötekinin fark edilmesi, içimizin tümüyle bize ait
olmadığının anlaşılması ve iç özgürlüğümüzün duyulmasına bağlıdır. Çoğu zaman,
akılla özdeşleştirilen içimizde, denetleme gücümüz, ötekini içimizden dışarıya
atmaya, tüm denetimi elinde tutmaya çalışır. İç özgürlük akıl denetimiyle
sağlanabilir mi? Başka türlü söylersek, bilinç, tümüyle iç dünyayı egemenlik
altına alabilir mi? İç dünyayı mülklenip, içine dışarıdan bir şey almama, aklın
surları ve mancınıkları ile dışarıdan gelen etkilere engel olarak, içi kontrol
altına almak mıdır, iç ahlâkı başlatacak, iç özgürlüğü? Bu sorunun yanıtını
arama yollarından biri ahlak ve içtenlik arasındaki ilişkiyi aramaktır.
En büyük ahlâk değerinin hayatın kendisi
olduğunu düşünüyorum. Bu gezegendeki, bu kâinattaki hayata saygıdır, en büyük
değer. Karıncanın, böceğin, ağacın, kurdun, kuşun, insanın, sadece bizden olan,
bizim cemaatimize ait olan, yalnız bizim ülkemize, bizim topraklarımıza ait
olan insanın değil, her insanın, bizden olsun olmasın, hayatına saygı duymak ve
burada yaşanan hayatın ihyâsına girişmeye çalışmak; işte benim ahlâktan
anladığım bu. Hayatı yükseltmeye çalışmak, hayatın gelişmesine, hayatın
serpilmesine çabalamak, bunu engelleyen ne varsa buna karşı mücadele edebilmek,
insanların yüreklerine bu hayat saygısını serpmeye çalışmak. Çünkü hepimiz
insan olarak ilahî bir nefesten içimize üfürüldüğü için bu güce sahibiz.
Dolayısıyla hepimiz ahlâk hayatını yaşamaya çalışan insanlar olarak içimizde
sonsuzluğu taşıyoruz. Tahkîkî anlamda, derin anlamıyla, mânâ olarak ahlâklı
olunamamasının arkasında, içimizdeki o ebediyeti, sonsuzluğu idrak edememek
geliyor. Bizdeki ilahî yanın farkına varamamak geliyor. Dünyevî sıkıntılar ve
kaygıların içerisine gark olmuş, gaflet halinde yaşayan bir insan haline
gelmekten kaynaklanan bir durum. Böyle insanlara, bu şuurdan yoksun, bu ahlâk
körü insanlara kurallar koysanız ne olur?! Böyle insanların yönetim biçimini
demokrasi yapsanız ne olur?! Bütün bunlar sadece şekilden başka bir şey değil.
Ve o zaman ne oluyor? Demokrasi, başka insanları ezmek için, çıkarlar üzerine
giydirilmiş bir kılıf oluyor. Vahşetin, zulmün, haksızlığın üzerini kapamak
için hürriyet, özgürlük, demokrasi, eşitlik sözleri söyleniyor. Bundan daha
ağır bir insanlık durumu olabilir mi? Bundan daha trajik, bundan daha ironik,
bundan daha hazin bir durumda olabilir miyiz?
İşte, o zaman, bana öyle geliyor ki, bütün
mesele ahlâk açısından bu mânâyı küçücük yaşlarda aile içinden başlayarak
çocuklarımıza anlatmak, insan denen varlığın derinliklerindeki o sonsuzu nasıl
taşıdığını örneklerle göstermek gerekiyor. “Sen mübarek bir varlıksın ve o
zaman dünyaya ve hayata karşı sorumluluğun var. Sen bu hayata borçlusun.
Mademki sen bu dünyaya geldin, o halde bu hayatı yükseltmekle mükellefsin.
Ahlâklı olmak o demek. Onun için, herkes hayatın geliştirilmesi yönünde ne
yapabilecekse, bilgisi, yeteneği, ufku doğrultusunda onu yapmaya çalışmalıdır.
İyi keman çalabilecekse iyi keman çalsın, iyi matematik öğretebilecekse
öğretsin, iyi mimari eserler yapabilecekse yapsın.
Ahlâk, hayatın her tarafına
yedirilmelidir. Maalesef bir sürü yanlışlar yapıldı geçmişte; işte, okullara
ahlak dersleri konularak veya ahlâk konusunda benim yaptığım gibi birtakım
nutuklar atılarak insanların ahlâklı yapılabileceği sanıldı.
Oysa ben hep şöyle bir özlemle
yanmışımdır: Bir okulda matematik dersi veren bir öğretmen, matematik dersini
öyle vermelidir ki, o verişinde öğrenci ahlâklı bir insan nasıl olur
görmelidir. Belki de nasıl ahlaklı olunacağı konusunda hiç konuşmamalıyız.
Çünkü ahlâkı anlatabilmenin en iyi yolu, örnek olmaktır. En ufak hareketimizle,
bakışımızla, duruşumuzla, bize sorulan sorulara cevap verişimizle, karşı tarafa
soru soruşumuzla, birtakım alternatifler karşısında gerçekleştirdiğimiz
tavırlarımızla ne olduğumuz meydana çıkıyor.
Ahlâk, kesinlikle bir samimiyet ve
şeffaflık içinde yaşanan bir şey. Ahlâk, birtakım ahlaksızlıkların kapatılması
için kullanılan bir kavram olamaz. Tıpkı, özgürlüğün, karşı tarafı ezmenin
meşru kılınması için kullanılan bir kavram olmadığı gibi. Ahlâk, kesinlikle bir
samimiyet istiyor. Öyle bir samimiyet ki, içimizdeki eksiklikleri, içimizdeki
çirkinlikleri öncelikle kendimize itiraf etmek, onlarla yüzleşmek ve o yüzleşme
doğrultusunda kendimizi geliştirmekle ilgili bir şey ve elbette bir arada
yaşayacağımız, bir arada yaşamayı öğreneceğimiz bir şeydir. Tek başına ahlaklı
olunamıyor. O nun için, bir arada yaşarken, güzel ahlâk sahiplerini örnek
alarak, geleneğimizi, değerlerimizi yeniden gözden geçirip tazeleyerek,
ahlâkımızı sürekli yeniden yorumlarla canlı kılarak yaşayabiliriz. Çünkü ahlâk
hayatı bir mânâ hayatıdır; mânâ dediğimiz şey de, sürekli değişen hayat
karşısında tazelenmek zorundadır. Eğer sahip olduğumuz değerleri ve onlarla
birlikte yaşadığımız mânâyı yenileme, tazeleme gücümüz yoksa hayatımız kokuşur.
İstediğimiz kadar ona geçmişten devralmaya çalıştığımız, ama yeniden
yorumlayamadığımız, yeniden can veremediğimiz, ihyâ edemediğimiz, eskimiş,
yıpranmış kavramlarla, değerlerle destek olmaya çalışalım, hayat elimizden
gider, hayatın mânâsı elimizden gider. O mânâyı da maalesef bizim üzerimizdeki
güçler bizim hayatımıza giydirirler, geçirirler, zerk ederler. Yazık ki,
hayatımızdaki mânâ da, büyük ölçüde, çok farklı güçler tarafından, örneğin
dilimiz elimizden alınarak, hayat tarzımız, giyimimiz kuşamımız, mûsikîmiz,
edebiyatımız elimizden alınarak ele geçiriliyor. Onun için, ahlâklı olmak,
hayatımıza sahip çıkmak; yüzyıllardan beri yaşanan bu topraklardaki hayata
sahip çıkabilmek, o hayatı geleceğe büyük canlandırmalar ve tazelendirmeler
içinde aktarmaktır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorum yazarak, düşüncelerinizi benimle paylaşabilirsiniz.