2 Ekim 2020 Cuma

Ölülerin Ardından Okumak Prof. Dr. Erkan Yar

Ölülerin ardından dirilerin onlara dönük yaptığı eylemler, farklı dinsel anlayışlara ve kültürlere göre değişse de, söz konusun eylemlerin simgesel atıflarının olması gerçeği değişmemektedir. Bu eylemlerde temel görev, din adamlarının veya din hizmetleri yürütenlerin rolleridir. İslam söz konusu olduğunda, özellikleri ve görevleri belirlenmiş bir din adamı söz konusu değildir. Ancak dini hizmetler olarak belirlenmiş bazı görevler vardır ki bu görevlerin yürütülmesi için bazı kimselerin görevlendirildiği görülmektedir. Din hizmetleri sınıfındaki memurların görevleri arasında ölü teçhiz ve defin işlemleri de bulunmaktadır. Bu hizmetleri belediyeler üstlense de, yine de söz konusu işler din hizmetleri görevlileri tarafından yürütülmektedir.

Ölülerin defin edildiği yer olarak mezar veya kabir, orada bulunanları bazı eylemlere davet etmektedir. Bu eylemlerin yazılı olarak belirlenmiş olması gerekmez. Mezarlıklarda ölüler hakkında dinsel kabul edilmiş eylemler vardır. Bu da zamana ve yere göre değişse de “ruhuna fatiha” yazısı günümüzde mezarlarda bulunmaktadır. Bazen de “hüve’l-bâkî/o kalıcıdır” denilerek, Allah’ın sonsuzluğuna gönderme yapılmakta; onun dışındaki varlıkların geçiciliği yani ölümlü oldukları ima edilmektedir. Gerçekte onun sonsuzluğu ve bizim de sonluluğumuz, insan tarafından bilinmektedir. Belki de bu gerçek, insan hayatına egemen olan en güçlü hakikattir. Mezar taşlarında ölülerin isimlerinin, doğum ve ölüm tarihlerinin yazılması, mezarın kime ait olduğunu belirlemenin ötesinde bir anlamı yoktur.

Ölülerin ardından yapılanları, “ölü ve gelin” adlı bir yazımda dillendirmiştim. Ölüyle ilişkili diriler tarafından yapılan yıkama, kefenleme, salat etme, mezarı hazırlama ve defnetme eylemlerinin, aslında onu yargılaması için Allah’a/Hakk sunum eylemleri olduğuna dikkat çekmiştim. Ancak yaptığımız eylemler bunun sınırlı değil. Defin işleminden sonra yaptıklarımız, genel olarak okumakla ilişkilidir. Dua okumak… Fatiha okumak… Genel olarak da Kur’an yani ilahi kelamı okumak… Bunlardan beklentimiz ölen bir kimsenin mağfiret edilmesi veya Allah’ın ölüye rahmet etmesidir.

Ölen bir kimsenin ardından sadece “Allah onu hesap gününde bağışlasın/mağfiret etsin” denilir. İbrâhim’in (a.s.) “Rabbimiz! Hesap görülecek günde, beni, ana babamı ve inananları bağışla” (İbrâhim 14/41) duası, sadece ölüler için değil, aynı zamanda diriler için de. Bir kimse kendisi için de dua edebilir. Ancak bu dua hesap gününde bağışlanma şeklindedir. Bir kimse kendi ruhuna dua edemez ve olguda da etmemektedir. Öyleyse bağışlanma ancak Allah’ın hesap gününde insanı bağışlamasıdır.

Ölüler, dirileri işitmezler ve dirilerin eylemlerini görmezler. Bu gerçek “Diriler ile ölüler de bir olmaz. Allah, dilediğine işittirir. Sen, kabirde bulunanlara işittirecek değilsin” (Fâtır 35/22) ayetinde açıklanmıştır. Bu ayette diriler ile iman edenler ve ölüler ile de inkarcılar kastedilmektedir. Ancak iman edenlerin dirilere ve inkarcıların da ölülere benzetilmesinin gerçek olabilmesi için, ölülerin işitmemesi gerekir. Ancak bu durumda bu benzeme anlamlı olur. Bizler de gerçekte ölülerin işitmediğini bilmekteyiz. Fakat bazen mezarlıklara gidip ölülerimizle konuşmak, onlara seslenmek duygusal olarak bizi rahatlatmaktadır.

Ölülerin ardından Fatiha suresi veya ilahi kelam olarak Kur’an ayetleri okunmaz. Çünkü Fatiha Kur’an’ın başlangıç ilkeleri ve Kur’an da Allah’ın insana gönderdiği iletileridir. Kur’an insana hidâyet ve dalâleti göstermektedir. Ölüler için ne doğru yol ve ne de eğri yol mümkündür. Onlar eylem yapamazlar… Eğilmezler… Doğrulmazlar… Yemezler… İçmezler… Dua için açacak elleri yoktur… Bununla birlikte baştan sona bu metin diriler için bir ışıktır. Gerçekte bu metin okunmasıyla sevap kazanılan ve kazanılan ya da elde edilen sevabın da başkalarına hediye edildiği bir metin değildir. O ilahi söz/kelâm, insandan biliş, duygu ve ahlak istemektedir.

Kur’an, baştan sona okunmasıyla/hatm sevap kazanılan bir kitap değildir. O, karanlıklardan kurtulmayı ve ışığa yönelmeyi insana açıklamaktadır. Türkiye’de ve Müslüman dünyada basılan Mushaflara baktığımızda, istisnasız bunların sonunda hatim duası vardır. Bu dualarda neredeyse geçmişte yaşamış, şu anda var olan ve gelecekte var olacaklara kazanılan sevap hediye edilmektedir. Kişi kendisinin bütün günahlarının bağışlanmasını istediği gibi, başkalarının da bağışlanmasını istemektedir. Halbuki günahlardan bağışlanmanın birinci yolu tövbe etmek ve diğer yolu da iyilikler yaparak kötülüklerin örtülmesini sağlamak ve böylece amellerin tartıldığı günde iyiliklerin fazla gelmesini sağlamaktır.

Ölülerin ardından okumak hakediş/istihkâk yasaları yönünden mümkün değildir. Hakediş yasaları bir kimsenin sevap ve günah kazanmasını belirleyen ilahi yasalardır. Bu yasalara göre kişiye ancak çalışmasının karşılığı vardır ve kimse kimsenin günahını yüklenmez.

Bu gerçek şu ayetlerde hiçbir şüpheye yer vermeyecek şekilde açıklanmaktadır:

“De ki: “Her varlığın Rabbi O iken ben başka bir Rab mı arayayım? Herkes günahı yalnız kendi aleyhine kazanır. Hiçbir kimse başka birinin günah yükünü yüklenmez.  Sonra dönüşünüz ancak Rabbinizedir. O size, ihtilaf etmekte olduğunuz şeyleri haber verecektir.” (En’âm 6/164)

“Kim doğru yolu bulmuşsa, ancak kendisi için bulmuştur; kim de sapıtmışsa kendi aleyhine sapıtmıştır. Hiçbir kimse, başka bir kimsenin günah yükünü yüklenmez. Biz, bir elçi göndermedikçe azap edici değiliz.” (İsrâ 17/15)

“Hiçbir kimse başka bir kimsenin yükünü yüklenmez. Günah yükü ağır olan kimse, günahını yüklenmeye çağırırsa, ondan hiçbir şey yüklenilmez, çağırdığı kimse yakını da olsa. Sen ancak, tanıklık etmedikleri hâlde Rablerinden korkanları ve salat edenleri uyarırsın. Kim arınırsa ancak kendisi için arınmış olur. Dönüş ancak Allah’adır.” (Fâtır 35/18)

“Eğer inkâr ederseniz, şüphesiz ki Allah sizin iman etmenize muhtaç değildir. Ama kullarının inkâr etmesine razı olmaz. Eğer şükrederseniz sizin için buna razı olur. Hiçbir kimse başka bir kimsenin yükünü yüklenmez. Sonra dönüşünüz ancak Rabbinizedir. O da size yaptıklarınızı haber verir. Çünkü O, göğüslerin özünü hakkıyla bilir.” (Zümer 39/7)

“Gerçekten hiçbir günahkâr, başkasının günah yükünü yüklenmez. İnsan için ancak çalıştığı vardır.” (Necm 53/38-39) ayetinin bağlamı dikkate alındığında, bu ilkenin bütün dinler için geçerli ve köklü olduğuna dikkat çekilmektedir.

Bütün bu ayetler insanın ancak kendi emeğinin karşılığını göreceğini ve başka birinin kendisine okumasından faydalanmayacağını açıklamaktadır. Bir kimsenin amel defteri kapandıktan sonra bazı eylemlerin özellikle de sadaka-i cariyenin ona fayda vereceğine ilişkin rivayetler, ancak söz konusu eylemlere teşvik içindir. Benim Allah’ın kelamından anladığım budur. Elbette doğrusunu o bilir…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorum yazarak, düşüncelerinizi benimle paylaşabilirsiniz.