Ölülerin ardından dirilerin onlara dönük yaptığı eylemler, farklı dinsel anlayışlara ve kültürlere göre değişse de, söz konusun eylemlerin simgesel atıflarının olması gerçeği değişmemektedir. Bu eylemlerde temel görev, din adamlarının veya din hizmetleri yürütenlerin rolleridir. İslam söz konusu olduğunda, özellikleri ve görevleri belirlenmiş bir din adamı söz konusu değildir. Ancak dini hizmetler olarak belirlenmiş bazı görevler vardır ki bu görevlerin yürütülmesi için bazı kimselerin görevlendirildiği görülmektedir. Din hizmetleri sınıfındaki memurların görevleri arasında ölü teçhiz ve defin işlemleri de bulunmaktadır. Bu hizmetleri belediyeler üstlense de, yine de söz konusu işler din hizmetleri görevlileri tarafından yürütülmektedir.
Ölülerin defin edildiği yer olarak mezar
veya kabir, orada bulunanları bazı eylemlere davet etmektedir. Bu eylemlerin
yazılı olarak belirlenmiş olması gerekmez. Mezarlıklarda ölüler hakkında dinsel
kabul edilmiş eylemler vardır. Bu da zamana ve yere göre değişse de “ruhuna
fatiha” yazısı günümüzde mezarlarda bulunmaktadır. Bazen de “hüve’l-bâkî/o
kalıcıdır” denilerek, Allah’ın sonsuzluğuna gönderme yapılmakta; onun dışındaki
varlıkların geçiciliği yani ölümlü oldukları ima edilmektedir. Gerçekte onun
sonsuzluğu ve bizim de sonluluğumuz, insan tarafından bilinmektedir. Belki de
bu gerçek, insan hayatına egemen olan en güçlü hakikattir. Mezar taşlarında
ölülerin isimlerinin, doğum ve ölüm tarihlerinin yazılması, mezarın kime ait
olduğunu belirlemenin ötesinde bir anlamı yoktur.
Ölülerin ardından yapılanları, “ölü ve
gelin” adlı bir yazımda dillendirmiştim. Ölüyle ilişkili diriler tarafından
yapılan yıkama, kefenleme, salat etme, mezarı hazırlama ve defnetme
eylemlerinin, aslında onu yargılaması için Allah’a/Hakk sunum eylemleri
olduğuna dikkat çekmiştim. Ancak yaptığımız eylemler bunun sınırlı değil. Defin
işleminden sonra yaptıklarımız, genel olarak okumakla ilişkilidir. Dua okumak…
Fatiha okumak… Genel olarak da Kur’an yani ilahi kelamı okumak… Bunlardan beklentimiz
ölen bir kimsenin mağfiret edilmesi veya Allah’ın ölüye rahmet etmesidir.
Ölen bir kimsenin ardından sadece “Allah
onu hesap gününde bağışlasın/mağfiret etsin” denilir. İbrâhim’in (a.s.)
“Rabbimiz! Hesap görülecek günde, beni, ana babamı ve inananları bağışla”
(İbrâhim 14/41) duası, sadece ölüler için değil, aynı zamanda diriler için de.
Bir kimse kendisi için de dua edebilir. Ancak bu dua hesap gününde bağışlanma
şeklindedir. Bir kimse kendi ruhuna dua edemez ve olguda da etmemektedir.
Öyleyse bağışlanma ancak Allah’ın hesap gününde insanı bağışlamasıdır.
Ölüler, dirileri işitmezler ve dirilerin
eylemlerini görmezler. Bu gerçek “Diriler ile ölüler de bir olmaz. Allah,
dilediğine işittirir. Sen, kabirde bulunanlara işittirecek değilsin” (Fâtır
35/22) ayetinde açıklanmıştır. Bu ayette diriler ile iman edenler ve ölüler ile
de inkarcılar kastedilmektedir. Ancak iman edenlerin dirilere ve inkarcıların
da ölülere benzetilmesinin gerçek olabilmesi için, ölülerin işitmemesi gerekir.
Ancak bu durumda bu benzeme anlamlı olur. Bizler de gerçekte ölülerin
işitmediğini bilmekteyiz. Fakat bazen mezarlıklara gidip ölülerimizle konuşmak,
onlara seslenmek duygusal olarak bizi rahatlatmaktadır.
Ölülerin ardından Fatiha suresi veya ilahi
kelam olarak Kur’an ayetleri okunmaz. Çünkü Fatiha Kur’an’ın başlangıç ilkeleri
ve Kur’an da Allah’ın insana gönderdiği iletileridir. Kur’an insana hidâyet ve
dalâleti göstermektedir. Ölüler için ne doğru yol ve ne de eğri yol mümkündür.
Onlar eylem yapamazlar… Eğilmezler… Doğrulmazlar… Yemezler… İçmezler… Dua için
açacak elleri yoktur… Bununla birlikte baştan sona bu metin diriler için bir
ışıktır. Gerçekte bu metin okunmasıyla sevap kazanılan ve kazanılan ya da elde
edilen sevabın da başkalarına hediye edildiği bir metin değildir. O ilahi
söz/kelâm, insandan biliş, duygu ve ahlak istemektedir.
Kur’an, baştan sona okunmasıyla/hatm sevap
kazanılan bir kitap değildir. O, karanlıklardan kurtulmayı ve ışığa yönelmeyi
insana açıklamaktadır. Türkiye’de ve Müslüman dünyada basılan Mushaflara baktığımızda,
istisnasız bunların sonunda hatim duası vardır. Bu dualarda neredeyse geçmişte
yaşamış, şu anda var olan ve gelecekte var olacaklara kazanılan sevap hediye
edilmektedir. Kişi kendisinin bütün günahlarının bağışlanmasını istediği gibi,
başkalarının da bağışlanmasını istemektedir. Halbuki günahlardan bağışlanmanın
birinci yolu tövbe etmek ve diğer yolu da iyilikler yaparak kötülüklerin
örtülmesini sağlamak ve böylece amellerin tartıldığı günde iyiliklerin fazla
gelmesini sağlamaktır.
Ölülerin ardından okumak hakediş/istihkâk
yasaları yönünden mümkün değildir. Hakediş yasaları bir kimsenin sevap ve günah
kazanmasını belirleyen ilahi yasalardır. Bu yasalara göre kişiye ancak
çalışmasının karşılığı vardır ve kimse kimsenin günahını yüklenmez.
Bu gerçek şu ayetlerde hiçbir şüpheye yer
vermeyecek şekilde açıklanmaktadır:
“De ki: “Her varlığın Rabbi O iken ben
başka bir Rab mı arayayım? Herkes günahı yalnız kendi aleyhine kazanır. Hiçbir
kimse başka birinin günah yükünü yüklenmez.
Sonra dönüşünüz ancak Rabbinizedir. O size, ihtilaf etmekte olduğunuz
şeyleri haber verecektir.” (En’âm 6/164)
“Kim doğru yolu bulmuşsa, ancak kendisi
için bulmuştur; kim de sapıtmışsa kendi aleyhine sapıtmıştır. Hiçbir kimse,
başka bir kimsenin günah yükünü yüklenmez. Biz, bir elçi göndermedikçe azap
edici değiliz.” (İsrâ 17/15)
“Hiçbir kimse başka bir kimsenin yükünü
yüklenmez. Günah yükü ağır olan kimse, günahını yüklenmeye çağırırsa, ondan
hiçbir şey yüklenilmez, çağırdığı kimse yakını da olsa. Sen ancak, tanıklık
etmedikleri hâlde Rablerinden korkanları ve salat edenleri uyarırsın. Kim
arınırsa ancak kendisi için arınmış olur. Dönüş ancak Allah’adır.” (Fâtır
35/18)
“Eğer inkâr ederseniz, şüphesiz ki Allah
sizin iman etmenize muhtaç değildir. Ama kullarının inkâr etmesine razı olmaz.
Eğer şükrederseniz sizin için buna razı olur. Hiçbir kimse başka bir kimsenin
yükünü yüklenmez. Sonra dönüşünüz ancak Rabbinizedir. O da size yaptıklarınızı
haber verir. Çünkü O, göğüslerin özünü hakkıyla bilir.” (Zümer 39/7)
“Gerçekten hiçbir günahkâr, başkasının
günah yükünü yüklenmez. İnsan için ancak çalıştığı vardır.” (Necm 53/38-39)
ayetinin bağlamı dikkate alındığında, bu ilkenin bütün dinler için geçerli ve
köklü olduğuna dikkat çekilmektedir.
Bütün bu ayetler insanın ancak kendi
emeğinin karşılığını göreceğini ve başka birinin kendisine okumasından
faydalanmayacağını açıklamaktadır. Bir kimsenin amel defteri kapandıktan sonra
bazı eylemlerin özellikle de sadaka-i cariyenin ona fayda vereceğine ilişkin
rivayetler, ancak söz konusu eylemlere teşvik içindir. Benim Allah’ın
kelamından anladığım budur. Elbette doğrusunu o bilir…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorum yazarak, düşüncelerinizi benimle paylaşabilirsiniz.