Suriye iç savaşı geldi, geldi geldi,
İdlib’de düğümlendi.
Söylemesi ne kadar kolay değil mi? Geldi,
geldi düğümlendi!
Varil bombaları, kimyasal silahlar,
yakılan, yıkılan evler, harabeye dönen şehirler, canına kıyılan yüzbinlerce
insan.
Oraya, zaman şeridinin üzerine vahşetten,
cinayetten her türlü cürümden müteşekkil pis bir leke olarak sinen kan ve ceset
kokulu bir on yıl.
Böyle oldu işte, insanlık olarak ne kadar
utansak azdır.
Şam, Lazkiye, Hama, Humus, Halep derken
Beşar Esed, İran ve Rusya’nın himayesinde İdlib’e kadar geldi.
Kuzeyde ABD’nin müttefiki payesini elde
etmiş bir YPG var.
Rusya da lüzumu halinde YPG’yle alış veriş
imkanını diri tutuyor.
İran’ın varmak istediği netice belli.
İran, Suriye’de müttefikini koruyor.
Hem kendisi ayakta kalsın hem de İran’ın
Lübnan’a erişimini de daima garanti etsin.
Rusya ise Ortadoğu’da sürekli kendisine
medyun-i şükran olacak bir rejimi var etmeye çalışıyor.
Rusya ile İran’ın maksatları birbiriyle en
azından şimdilik bir tenakuz oluşturmuyor.
Ama Türkiye’nin Suriye tasavvuru farklı.
Türkiye ne istiyor?
Başlangıçta, Arap Baharı rüzgarlarıyla
mütenasip bir şekilde, Esed’in devrilmesini, rejimin ortadan kalkmasını, yerine
ılımlı ve Türkiye’yle arası daima iyi olacak bir Suriye’nin hayat bulmasını
istiyordu.
Bunu hala biraz istiyor.
‘Rüzgara uymak,’ bugünün verileriyle
bakınca yanlış.
Astana inisiyatifinde Rusya, İran ve
Türkiye’nin Suriye vizyonlarındaki çelişkiyi geri planda tutan bir dil
kullanıldı.
‘Suriye’nin toprak bütünlüğü’nde herkes
mutabıktı ama Türkiye’nin hayalindeki toprak bütünlüğüyle Rusya’nın planladığı
toprak bütünlüğü farklıydı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan zaman zaman bazen
açık, bazen ima yoluyla söylüyor.
Suriye anayasa komisyonu çalışacak.
Komisyonda ılımlı muhalifler ve rejim taraftarları eşit oranlarda temsil
ediliyor.
İyi bir anayasa yapılacak. Suriye özgür ve
adil bir seçime gidecek. Seçimi kazanan Suriye’yi yönetecek.
Herhalde Suriye halkı Beşar Esed’i seçmez.
Böylece biz de 10 senedir dolaylı olarak
kavga ettiğimiz Esed’le konuşmak zorunda kalmayız.
Keşke işler bu minval üzere ilerlese.
Fakat bunun en azından bugünkü şartlarda
mümkün olmadığı çıplak gözle görülebilecek bir şey.
Şimdi rejim, Suriye’nin kuzeyi hariç geri
kalanında kontrolü sağladı.
Geriye bir YPG kontrolündeki bölge bir de
İdlib kaldı.
İdlib’de geçen sene Eylül ayında Rusya’nın
da desteğiyle son darbeyi indirmeye hazırlanıyordu.
Dünya kamuoyunda bir katliam endişesi
vardı. Ne kadar endişeyse!
Cumhurbaşkanı Erdoğan devreye girdi, bir
çatışmasızlık anlaşmasına Putin’i ikna etti ve rejimin nihai operasyonu durdu.
Operasyon durdu ama Rusya’nın ve rejimin
hedeflerinde bir değişiklik olmadı.
Son darbeyi vurup İdlib’de kontrolü
sağlamayı kafalarına koymuşlar.
Bir taraftan da rejimin şerrinden İdlib’e
sığınan yüzbinlerce Suriyeli Türkiye sınırına doğru yaklaşıyor.
Böyle bir aşamada rejim kuvvetleri TSK
gözlem noktalarını vurdu.
Hedef gözeterek ve ısrarla.
Bir hafta arayla yapılan iki saldırıda 13
askerimiz şehit oldu.
Rejim kuvvetlerinin bu cüretlerini nasıl
yorumlamamamız gerekiyor?
Rusya, Suriye rejimi üzerinden Türkiye’ye
‘mutabakatın üzerinde fazla durma, İdlib faslını kapatıyoruz artık’ mesajı mı
veriyor?
Kötü, hiç de dostane olmayan bir mesaj
verme şekli!
Türkiye buna misliyle mukabele etti.
İdlib ve civarı çatışmasızlık bölgesi olmaktan
çıktı, yoğun çatışma bölgesi oldu.
Ne olacak şimdi?
Belli ki Türkiye, krizin derinleşmesini
istemiyor. Tepkilerini rejimle sınırlı tutmaya çalışıyor. Sorunu Rusya üzerinden çözmenin yollarını
arıyor.
Putin, Türkiye’nin taleplerine Astana
süreci boyunca gösterdiği duyarlılığı bu aşamada da gösterir mi?
Dün yapılacağı söylenen ancak bu yazının
yazıldığı saate kadar gerçekleşmeyen Erdoğan-Putin görüşmesinden olumlu sonuç
çıkar mı?
Görüşme verimli olsa bile, bu verim sahaya
yansır mı?
Henüz belirsiz.
Türkiye’nin Suriyeli muhaliflerden oluşan
‘Suriye Milli Ordusu’nu devreye sokması elbette anlamlı.
Ama tek başına İdlib’de bir hareket alanı
sağlamak için yeterli mi?
Bu da belirsiz.
Uçak krizini yatıştırıp arayı
düzelttiğimiz 2016 yılından bu yana Rusya’yla en kritik aşamadayız.
Kritik ve tehlikeli.
Ve nedense, bizim Suriye politikamız bana
hep ‘ilk düğmeyi yanlış iliklemek’ deyimini hatırlatıyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorum yazarak, düşüncelerinizi benimle paylaşabilirsiniz.