Dış politikada derinlikli bir stratejimiz
olmadığı için Suriye’de kelimenin tam anlamıyla çaresiz durumdayız. Astana ve
Soçi süreçlerinin oyun kurucu aktörü olan Rusya, Esad rejimiyle birlikte adım
adım nihai hedefine doğru ilerliyor, bizse sadece seyrediyoruz.
Öyle anlaşılıyor ki Rusya’ya
söyleyeceğimiz hiçbir sözümüz yok. Rusya açıkça diyor ki: “Suriye’nin toprak
bütünlüğü konusunda anlaştık mı, evet anlaştık... İşte ben de şimdi bunun
gereğini yapıyorum.” Peki biz ne diyoruz,
ya da ne istiyoruz? Açıkçası bunu bilmiyoruz.
Epey bir süredir “Avrupası, Amerika’sı,
NATO’su birleşti bizi yok etmek istiyorlar” diyerek bütün müttefiklerimize
meydan okuduk. Ortağı olduğumuz F-35’lerden bile vazgeçtik ve bir NATO üyesi
olarak, NATO’nun düşman tanımı içinde yer alan Rusya’nın S-400 füzelerini
aldık. Nükleer santral ihalesinden S-400’lere kadar Putin’e imtiyazlar
sunmamıza rağmen, Rusya’nın müttefiklik ahlakına uymayan tavırlarına mani
olamadık.
Dün meydan okuduğumuz Makron’un,
Merkel’in, NATO’nun bugün İdlib’de ciddi ve somut destek vermesini bekliyoruz.
Amerika’dan patriot almayı planlıyoruz, ama S-400’den de bir türlü
vazgeçemiyoruz...
Hani bu Batılılar hepsi birleşip topuyla
tüfeği ile bize diz çöktürmeye çalışıyorlardı. Şimdi onlardan bizi korumalarını
talep ediyoruz? Bir karar verelim artık Batı ittifakı ile birlikte mi hareket
edeceğiz, yoksa dostumuz Putin’le birlikte mi yol yürüyeceğiz? Eğer şu ana
kadar PKK’yı terör örgütü olarak bile tanımayan Rusya ile ittifaka devam
edeceksek onu da bilelim yani...
Türkiye’nin Rusya ile girdiği ittifak
yolculuğunu memleketin bekası için adeta bir “bağımsızlık mücadelesi” olarak
gören iktidar medyasının perişan hali, aslında halen içinde bulunduğumuz
dramatik tabloyu çok iyi özetliyor.
Rusya İdlib’de bir ayda 15 askerimizi
şehit etti, Ruscu tayfanın dili tutuldu. Rusya sevdasının başladığı ilk günden
bu yana, koro halinde “S-400 bizim bağımsızlık sembolümüz” şarkısı söyleyen
iktidar yandaşı kalemlerin ezberi bozuldu, şimdi hep birlikte kırık dökük
kelimelerle yeni bir şarkı üretmenin telaşına kapıldılar.
Ama hala bazıları Rusya’ya dönüp
askerlerimizi şehit etmesiyle ilgili tek kelime bile etmeden, yüksek perdeden
atmaya devam ediyorlar. İçlerindeki “savaş karanlığı”nı atamadıkları için de
hezeyanlar halinde sayıklamaya devam ediyorlar: “Lazkiye’den Kamışlı’ya her yer
hedef olabilir! “Operasyon” dönemi bitti, “savaş” dönemine geçildi. Ağır bir
bedel ödetilecek! Saldırının arkasında
ne var? Libya mı, Doğu Akdeniz mi? Türkiye İdlib’deki oyunu gördü. Nasıl
bozacağını biliyor, bekleyin!”
Evet milletçe bekliyoruz, ama Rusya
askerlerimizi şehit etmeye devam ediyor...
Biliyorum, birileri hiçbir sorumluluk
duygusu hissetmeden bundan sonra da “fetih şarkıları” söylemeye devam edecek.
Ama bilelim ki bu hamasetçi zihniyete yaslanarak dünyada dostlarını çoğaltıp,
düşmanlarını azaltan bir Türk dış politikası inşa etmek mümkün değildir.
Şunu açıkça ifade etmek gerekiyor ki Batı
ittifakı ile yürümenin kriterleri bellidir; demokrasi ve hukuk... Bir kere ne
yapıp edip acilen Türkiye’nin demokratik görüntüsünü düzeltmek zorundayız.
Hukukun üstünlüğüne dayalı bir yönetim anlayışını inşa etmeden, yargıya olan
güveni güçlendirmeden, insan hakları karnemizi iyileştirmeden ne Doğu’da, ne de
Batı’da itibarlı bir ülke olmamız mümkün değildir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorum yazarak, düşüncelerinizi benimle paylaşabilirsiniz.