Bugün dünya, milletlerin oluş istikameti ve tekevvün hakkı
bakımından iki vâhide ayrılmıştır. Sonunda kaba ve basit iki vâhid... Ya
Amerikayı tutacaksınız, ya Sovyet Rusyayı; ya demokrasiyi, ya komünizmayı...
Bunlardan birine temayül derhal ve kat'i olarak öbürüne aykırılık mânasına
gelir. Onun için, en küçük Amerikan aleyhtarlığı, hangi zaviyeden olursa olsun,
Sovyetleri desteklemek diye anlaşılır. Bu yüzden komünizmaya zıt bir dünya
görüşü kerhen de olsa, Amerikan politikasını korumakla mükelleftir.
İkinci Dünya Harbinden sonra Avrupa medeniyetinin büyük
mümessilleri, bir nevi iktisadi ve teknik tabiiyet yüzünden dünya
görüşlerindeki istiklâllerini kaybetmişler ve mecburî olarak Amerikan
hegemonyası altına girmişlerdir.
İmparatorluğunu ve dünya siyasetindeki başbuğluğunu kaybeden
şahsiyetli İngiltere, şimdi bütün aksiyonunu ve söz hakkını kaybetmiş mahzun
bir ülke halindedir. Almanya, topyekûn varlığıyla ödemek mevkiinde bulunduğu
harp felâketini telâfi için, hârika çapında bir kalkınmadan gayri hiçbir gaye
sahibi değildir. Avrupa'nın diğer milletleri de, Garp medeniyetini meçhul bir
yarına çeken sinsi şartlara karşı, bütün güçlerini, kendi kabukları içinde,
ruhî ve iktisadî günü birlik bir ferahlığa yöneltmiş ve dünya politikası
üzerinde müessir olmak politikasını unutmuş bulunuyorlar.
Yalnız Fransa (Dö Gol) tecrübesinden sonra bir şahsiyet
hummasına düşebildi; ve (frenk) isminin eski temsil hakkı üzerinde yepyeni bir
istikamet kolladığını belli etti. Dış politikada ilk defa olarak (Dö Gol)ün;
Amerikan hava üslerini Fransadan tasfiyeye kalkması, işte bu istiklâl ve
şahsiyet davranışının en bariz işaretidir. Bu işaret, Fransanın artık bir âlet
mevkiinden çıkıp, Garp medeniyetini yuğuran şahsiyetli milletlerden biri olmak
sıfatını her sahada göstermek ve bütün iç ve dış buhranlarını yenmek
istemesinden başka bir maksada yorulamaz.
Hakikat şudur ki, Amerika sadece iktisadi ve teknik üstünlüğü
yüzünden, ayrıca hiç bir payı bulunmıyan Garp medeniyetini bütün hakları ve
imtiyazlariyle ve açıkgözce nefsine yamamış; ve cihanın komünizma dehşetine
karşı kendisini biricik tutamak haline getirmeği bilmiştir. Bu tutamağa el
atanlar da, onun iradesine boyun eğmeğe, dünya çapında hiçbir temsil tavrı
takınmamaya, şahsiyetsiz yaşamaya ve Amerikalılara mahsus basit ve düpedüz
dünyanın bekçiliğini etmeğe mecburdur.
Bu ne boğucu, sıkıcı dünya! Yukarıya tükürsem bıyığım, aşağıya
tükürsem sakalım...
Nazariyede materyalist Rusyaya karşı Amerika, cihana öyle ablâk
bir çehre vermiştir ki, ikisi arasında sıkışıp kalan Avrupa, evvelâ
birincisine, sonra ikincisine karşı (spiritüalist) bünyesini koruyabilmek için
ne yapacağını bilememektedir. Birinden korunmanın öbürüne sığınmak şeklinde
tecelli eden çaresi, gerçek korunmayı ve şahsiyet müdafaasını büsbütün iflâs
ettirici bir durum arzetmektedir.
Bize gelince:
Halk Partisi devrinden beri, mutlak ve mecburi Amerikan
siyasetini tutmak, Türkiye hesabına biricik doğru yol... Buna şüphe yok...
Cihanın ölüm ve dirim halinde iki yolundan dirim istikametini seçmek milli
irade ibresi yalnız bu istikameti gösterdiğine göre, her halde Halk Partisi
hesabına büyük bir keşif değil...
Evet, dirim yolu seçildi; fakat bu yolda diri bir anlayış ve
şahsiyetli bir tavır gösterilmedi. Vaziyet o türlü idare edildi ki, Amerika
bizi cebinde keklik bildi; ve mevzuumuzda, idrâksiz kekliklere mahsus
fedakârlıklardan ileriye gitmedi.
Mesele, Amerikan yardımının azlığında çokluğunda değil;
Amerika'nın karşısında, yalnız kendi milli tekevvün gayesine bağlı, şahsiyetli
bir millet tavrını takınmakta ve ona göre hürmet ve itibar sahibi olmakta...
Coğrafya ve tarihimiz, bizi, kapitalizma ve komünizma sistemleri arasındaki
nihaî muhasebenin ana rakamını temsil edecek kadar nazik bir makamda
bulundurduğuna göre, Amerika'dan bu makamın dolgun hakkını istemek ve nazlı bir
sevgili muamelesi görmek biricik dikkatimiz olmalıydı. Olmadı; sanki Amerika
tarafından boş bir araziye sevkedilmiş ve hudut bekçiliği almış boğaz tokluğuna
çalışır bir millet olduk.
Hele lisaniyle, üslûbiyle, tipiyle, ruh haletiyle ve kendine
göre kültürü veya kültür iddiasiyle Amerikalının içimize nüfuzu korkunç bir
şeydir. Dolar kuvvetine dayanan ve sade Türkiye'de değil, dünyanın her
tarafında kendisini hissettiren bu maddî ve aynı zamanda mânevî nüfuz belki
Avrupa'nın ruhî sahada baş derdidir.
Zira Amerikalı, eski bir kök ve şahsiyet damarına bağlı olmaktan
uzaktır.Garbın milletler katışığından öyle bir melezdir ki, o milletlere ait
ruh uktelerini dibinden tıraş etmiş; ve meselesiz, dâvasız, dertsiz,
ıztırapsız, yalnız madde hesaplarına bağlı ve beş hasse plânında yaşar bir yeni
insan tipi getirmiştir. Bu yeni insan, elektriğin ne demek olduğunu düşünmez
veya düşünmekte bir fayda görmez; onu bir ampul içinde zaptetmeği kâfi bulur.
Bu yeni insanın hürriyet fikrinden, daha doğrusu insiyakından başka hiçbir ruhi
sistemi yoktur. Başı boştur, ilcalarına tâbidir, her kayıttan ve ölçüden
âzadedir, manevî sulta ve disiplin boyunduruklarından hiç birinin hükmü altına
giremez; hasılı tam mânasiyle tabiat ve madde insanıdır.
Tarih, şahsiyet, ruhî hayat ve mesele sahibi milletler için de
böyle bir tip, ancak bozucu ve çürütücü olabilir. Hele yeni bir hayat ve
tekevvün arayan ve henüz olamamış bulunan milletler Amerikalıyı örnek aldıkları
gün, meydana, bütün lûgatçesi 10-15 kelimeden ibaret, her ân çiklet çiğneyen ve
homurtu halinde konuşan ve anlaşan, hiçbir ruhî müeyyideye kıymet vermeyen başı
boşlar topluluğundan başka birşey çıkamaz. Amerikalı tipi, kendi vatanında
belki her türlü içtimaî emniyet ve murakabeye malik olabilir; fakat
taklitçilerinin dünyasında sadece felâkettir. Amerikaya gidip Amerikalı olmak
belki iyi; fakat milleti içinde Amerikalılaşmak mümkün olduğu kadar kötü...
Başınızı kaldırıp büyük şehirlerde şöyle bir halimize bakacak
olursanız, Amerikanizm denilen âfetin, kılığımızda, meşrebimizde, üslûbumuzda,
edamızda bizi kendimizden ne kadar uzaklara götürdüğünü, yahut götürmek
istediğini sezersiniz.
Mekteplerimize, gençlerimize, züppelerimize, zevk-u safa
hayatımıza; ve oradan müesseselerimize, evet bütün müesseselerimize dikkatle
bakınız yeter!
Bir Amerikan gemisinin İstanbul'a geldiği gün, şehrin geçirdiği
telâşın, (Noel) babanın çıkını etrafında çocuklar geçirmez.
Eğer arada bir kendilerinden şu veya bu tarzda, hattâ
bayrağımıza kadar uzanan kabalıklar görüyorsak, bunu, Amerikalının mizacında
değil, kendi ruhî zebunluğumuzun muhatabımıza verdiği gururda aramalıyız.
İktisat reçetelerine kadar her şeyi sonsuz cömertliğinden beklediğimiz
bir millet fertlerinin bize karşı ulvî hareket etmesini beklemek ve böyle bir
istidadı da Amerikalıdan ummak, yerinde sayılamaz.
Bize düşen, kendi kendimize sahip olarak, Amerika'nın ebedî
müttefiki, Amerikalının da "Sen sensin, ben de ben" tarzında dostu
olmaktır. Amerikalıyı da böylece kendimiz için bir saadet unsuru kılmak...
Yoksa belâ haline getirmek değil...
Bunu en küçük milletler yaparken biz yapamazsak hazin olur.
Amerika da ancak böyle bir şahsiyete maddî ve manevî itibar biçebilir. Yoksa,
gelip geçici menfaatleri bakımından alâkadar olduğu; ve bir Amerikan
bahriyelisinin iki yana açık bacakları arasındaki perspektif içinde mutalea
ettiği kadrodan ileriye geçemeyiz.
Dış siyasetimizde Amerikan ve iç bünyemizde Amerikanizm
politikasını, kendimizde tecezzi kabul etmez bir şahsiyet vâhidine göre
ayarlamakta, devlet ve millet çapında kalkınışımızı kuşatacak derecede büyük ve
her işe hâkim bir mâna gizlidir.
Bu mâna ta merkezinden ele geçirildiği gün, Türk ve Amerikan
bayrakları, biri şu kadar yıldızlı ve öbürü sadece ay ve yıldızlı, iki ayrı
dünyanın iki ayrı ve fakat daima beraber mümessilleri halinde yanyana göndere
çekilebilirler.
Necip Fazıl KISAKÜREK
Büyük Doğu Dergisi / Sayı 20 /17.7.1959
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorum yazarak, düşüncelerinizi benimle paylaşabilirsiniz.