Yarım yüzyıl önce, bugünlerde (12 Mart 1971’de) Türkiye Cumhuriyeti Genelkurmay Başkanı ile Kara, Deniz ve Hava Kuvvetleri komutanları, parlamento ve hükümete karşı ortak imzalı bir ‘muhtıra1’ yayınladı.
Komutanlar, parlamento ve hükümetin
tutumunun ülkeyi anarşi, kardeş kavgası ve ekonomik ve sosyal huzursuzluk içine
soktuğunu ileri sürüyor; bu gidişe karşı önlem olarak ‘partilerüstü anlayış ve
Atatürkçü görüşle, anayasanın öngördüğü reformları ele alacak yeni bir
hükümetin’ kurulmasını istiyorlardı.
***
Üç maddelik kısa muhtıranın son maddesine
göre, “bu husus tahakkuk ettirilmediği takdirde, Türk Silahlı Kuvvetleri
idareyi doğrudan doğruya almaya kararlı” idi.
Muhtıra, öğle ajansında radyolardan
okundu. (O zaman Türkiye’de televizyon henüz deneme yayınları yapıyordu). Akşam
17.30’da Başbakan Süleyman Demirel, muhtıranın anayasa ve hukuk devleti
kurallarına aykırı olduğunu belirterek görevinden istifa etti.
Meclis’te sessizlikle karşılanan
muhtıranın, parlamentoyu itham eden cümlelerine Başkan Tekin Arıburun Senato’yu
açış konuşmasında karşı çıktı. AP üyesi emekli orgeneral Arıburun eski Hava
Kuvvetleri Komutanıydı. Ancak muhalefetin çoğunluğu muhtırayı destekliyor,
iktidar suskun davranıyordu. Milli Birlik Grubundan2 emekli albay Mucip Ataklı,
“Silahlı Kuvvetlerin devrimci isteklerini parlamentonun basiretle
değerlendireceğini umduklarını” söyledi.
***
Parlamento dışında Türkiye Öğretmenler
Sendikası (TÖS), Türkiye Milli Gençlik Teşkilatı (TMGT), Türk Hukuk Kurumu,
Devrimci Gençlik Federasyonu, Türk İş ve DİSK muhtırayı olumlu karşılayanlar
arasındaydı.
Üniversite öğretim üyelerinden bazıları
muhtırayı destekleyen açıklamalar yaptı. Cumhuriyet’te İlhan Selçuk, 14 Mart
1971 tarihli yazısında muhtırayı ‘devrimci çizgide olumlu bir adım’ olarak
niteliyor; Devrim Dergisinde Uğur Mumcu, “Erkekseniz Karşı Çıkın” başlıklı
yazısında Meclisteki sessizliği alaya alıyordu.
Muhalefetten sadece iki deneyimli isim
muhtıraya temkinli yaklaştı. Türkiye İşçi Partisi (TİP) Genel Başkanı Behice
Boran, demokrasi açısından kaygılarını belirten bir açıklama yaptı. CHP Genel
Başkanı İsmet İnönü, 15 Mart’ta partisinin ortak grup toplantısında,
komutanların hükümete “ne yapmalarını takdir ve zorunlu bir tedbir olarak
teklif ve ısrar etmesini” doğru bulmadığını söyledi.
***
Muhalefetin büyük çoğunluğu, kısa sürede
pişman olacakları bir yanılgı içindeydi.
Bu yanılgının perde arkasında, son hafta
içinde Silahlı Kuvvetlerde yaşananlar hakkındaki bilgisizlik yatıyordu.
12 Mart Muhtırası, aslında 9 Mart’ta
yapılması planlanan ‘sözde devrimci’ bir darbeyi önleyen ve kısa sürede
planlayanların aleyhine dönüştüren bir karşı darbeydi.
Gerçekten, ordu içinde aralarında general
rütbesinde olanların da bulunduğu bir grup subay ve onlarla fikir birliği
içinde olan bir grup siyasetçi ve yazar, 9 Mart’ta TBMM’ye ve hükümete son
veren bir darbe yapacak, yönetime kalıcı biçimde el koyacak, Milli Demokratik
Devrim’i (MDD) gerçekleştirecek, -iddialarına göre- Türkiye’yi bu yoldan
kalkındıracaklardı. Harekatın planlayıcılarının sonra yayınlanan anılarında da
açıklıkla anlatıldığı gibi, hedeflenen (BAAS tipi) kalıcı-otoriter bir yönetim
kurmaktı.
***
9 Mart darbesini planlayanlara göre,
Türkiye’nin çok partili sistem ve seçimlerle gelişmesi mümkün değildi.
MDD’cilere göre, 1960’da 27 Mayıs Darbesi yapılmış, Demokrat Parti (DP)
kapatılmış, milletvekilleri ve bakanları cezalandırılmıştı; fakat 10 yıl içinde
DP’nin devamı olduğu belli bir parti yine iktidardaydı. Onlara göre DP de, AP
de tutuculuktan öte gerici partilerdi ve hep onların kazandığı demokrasi,
Türkiye için çıkmaz bir yoldu.
***
MDD’ciler bir süredir sivil toplum
örgütleri ve meslek kuruluşları ile gençlik önderleri arasında taban
oluşturmuşlar, bu örgütlerde ‘demokrasiyi vazgeçilmez yöntem olarak
benimseyenleri’ büyük ölçüde tasfiye etmişler, etkisizleştirmişlerdi. Gazete ve
dergilerde önemli yazarlar darbenin fikri temellerini atıyordu. Örneğin,
tanınmış bir yazar, bazı gençlerin örgütsel propoganda için -kimliklerini
gizlemeden- yaptıkları bir banka soygununu, “banka soymak, banka kurmaktan daha
büyük suç değildir,” diye cesaretlendirebiliyordu.
9 Martçılar, askerler ve siviller arasında
yeterince örgütlendiklerine inanarak, Ordu üst kademesinden destek bulmaya
çalıştılar. Bir süre sonra, Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Faruk Gürler
‘Selim Bey’, Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Muhsin Batur ‘Yavuz Bey’,
Korgeneral Atıf Erçıkan ‘Erçil Bey’ kod adlarıyla ‘kendilerindendi’. ‘Nuri Bey’
kod adıyla Tümgeneral Celil Gürkan zaten cuntanın merkezindeydi.
***
1971 Mart’ının ilk haftası Ankara’nın
komuta merkezleri olağanüstü toplantılara ev sahipliği yaptı. Ancak, darbe
planının içinde bulunmayan Genelkurmay, bütün hazırlıklardan haberdardı.
Sonrada ortaya çıktığına göre, Korgeneral Atıf Erçıkan (Erçil Bey) bütün
çalışmaları yukarıya bildiriyordu. Cuntayla ilgili aydınların bütün
toplantılarına katılan ve devrimci çıkışlarıyla bilinen İktisat Fakültesi
Öğretim Üyelerinden Dr. Mahir Kaynak da, ilerideki tarihlerde yapılan
yargılamalarda MİT ajanı olduğunu itiraf etti.
Genelkurmay’ın 9 Mart planından haberli
olması olasılığı Kuvvet Komutanlarının duraksamasına yol açtı. Harekata
geçilmesi beklenen 9 Mart akşamı Hava Kuvvetleri Karargahında yapılan toplantı,
Kara ve Hava Kuvvet Komutanlarının Genelkurmay’a gitmesi ve geri dönmemesi
üzerine, harekat kararı verilemeden dağıldı.
***
10 Mart’ta Genelkurmay Başkanı Orgeneral
Memduh Tağmaç, kuvvet komutanlarının yanısıra bütün ordu komutanlarını
Genelkurmay’da topladı. 11 Mart’ta Yüksek Askeri Şura toplandı. Toplantı
sonrası Tağmaç, Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay’la görüşmeye gitti.
Ertesi gün öğle ajansında radyolarda,
Genelkurmay Başkanı ve Kuvvet Komutanlarının ortak imzasıyla ‘muhtıra’ okundu.
Kara ve Hava Kuvvetleri Komutanları, 9 Mart darbesinden vazgeçmişler, buna
karşılık komuta kademesiyle hükümetin istifasının istenmesi ve yeni bir
hükümetin kurulması konusunda anlaşmışlardı.
12 Mart’ın ilk günlerinde birtakım ‘sol’
çevrelerin destekçi tutumu, muhtırada anayasanın öngördüğü reformlardan söz
edilmesinden ve metnin altında Kara ve Hava Kuvvetleri komutanlarının adlarını
görmekten kaynaklanıyordu.
***
Ancak, aldananlar sadece onlar değildi.
Bir dolu heyecanlı ‘devrimci’ genç, darbecilerin yolunu açmak için ortamın
hazırlanmasına çalışıyor, gösteri amacıyla banka soyuyor, yabancı askerleri
kaçırıyorlardı. 16 Mart’ta, bu tür suçlardan aranan Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan
(ve kısa bir süre sonra Hüseyin İnan) yakalandı. Aynı gün, içlerinde Mahir
Çayan’ın da bulunduğu ileri sürülen bir grup İstanbul Erenköy’de banka
soyuyordu.
17 Mart’ta, 9 Mart darbe hazırlığıyla
ilgisi olduğu ileri sürülen 4 general, 1 amiral, 8’i kurmay olmak üzere 35
albay emekliye sevk edildi. Taraflar belli olmuş, muhtıracılar sol gösterip sağ
vurmuştu. Emekliye sevk kararnamelerini, henüz yeni hükümet kurulamadığından,
istifa eden hükümet üyeleri imzaladı.
***
19 Mart’ta Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay,
TBMM’deki parti genel başkanları ile görüşerek CHP Kocaeli Milletvekili Prof.
Nihat Erim’i -partisinden ayrılması koşuluyla- hükümeti kurmakla görevlendirdi.
Kamu Hukuku Profesörü Nihat Erim, tanınmış, önde gelen bir CHP’liydi.
21 Mart’ta CHP Genel Sekreteri Bülent
Ecevit, CHP’nin hükümete katılmasına karşı çıkarak ve bu konuda İsmet İnönü ile
görüş ayrılığına düştüklerini söyleyerek görevinden istifa etti. Başta
Muhtıra’ya karşı tavır alan İnönü, bu girişimin 9 Mart darbesini önleyen bir
karşı hamle olduğunu öğrenince tutumunu yumuşatmıştı.
Ancak Ecevit haklıydı; 1957 seçimde yüzde
41’e çıkan CHP’nin oy oranı , 27 Mayıs 1960 darbesinden sonra, 1961 seçiminde
yüzde 36’ya gerilemiş, CHP, 27 Mayıs darbesinin yanında görünmenin bedelini
ödemişti. Ecevit, benzer bir görüntünün CHP’yi yine gerileteceğini düşünüyordu.
Nihat Erim, “reformları gerçekleştirecek
bir teknokratlar kabinesi” kurduğu iddasıyla yola çıktı. Ancak asayiş olayları,
banka soygunları, fidye için insan kaçırmalar durmak bilmiyor, gündemi işgale
devam ediyordu. Dönemin tanınmış yazarlarından Ali Gevgilili’nin deyimiyle
“1971 Türkiyesinde küçük burjuva devrimciliği, bir gün tarihin ancak çılgınlık
yargısını verebileceği her çeşit serüveni deniyordu.”
17 Mayıs’ta İsrail Konsolosu Efraim
Elrom’un Mahir Çayan ve arkadaşları tarafından kaçırılması ve -faili tartışmalı
biçimde- öldürülmesi, büyük güvenlik operasyonlarına ve hükümetin -reformlar
yerine- tümüyle bu olayları önlemeye odaklanmasına yol açtı.
***
Aslında, muhtırada ve hükümetin söyleminde
yer alan ‘anayasanın öngördüğü reformlar’ ifadesi de oldukça tartışmalı ve
inandırıcılıktan uzaktı. Muhtıranın birinci imza sahibi olan Orgeneral Tağmaç,
uzunca bir süredir anayasadan şikayetçiydi. Kısa süre sonra olaylar, anayasanın
öngördüğü reformların yapılması değil, anayasanın öngördüğü özgürlüklerin
kısıtlanması doğrultusunda ilerledi.312 Mart dönemi, ülkeye her açıdan büyük
zarar verdi. Asılsız suçlamalarla öğretim üyeleri, yazarlar, aydınlar
tutuklandı. Üç genç insan -kimseyi öldürmememişlerdi- siyasi hırs ve öfkenin
kurbanı olarak idam edildi. Nice insan, sonu baştan belli, anlamsız
çatışmalarda canını yitirdi.
Ama, 12 Mart’a giden yolu 9 Mart
girişiminin açtığı gerçeği hiçbir zaman yeterince tartışılmadı. 9 Mart darbe
girişimi olmasa, 12 Mart muhtırası olmayacaktı. MDD’cilerin demokrasiyi
beğenmeyen, halk oyunun sağduyusuna inanmayan ve gelenekçi-liberal siyasi
partileri bile ‘gerici’ sayan tutumu ve darbe girişimi, Türkiye’ye ağır
bedeller ödetmekle sonuçlandı.
9 Mart girişiminin önderlerinden iki
kuvvet komutanı 1972’de ve 1980’de sıra ile cumhurbaşkanı adayı oldular.
Generaller, albaylar ve cuntanın bazı sivil önderleri, -en azından 12 Eylül
darbesine kadar- oldukça rahat yaşadılar. Onlara inanan bir dolu ‘devrimci’
genç, inanç, heyecan ve hayallerinin bedelini canlarıyla yahut uzun yıllar
özgürlüklerinden yoksun kalarak ödediler.
***
Türkiye sosyalist hareketinin demokrasiye
inançla bağlı, en saygın isimlerinden Mehmet Ali Aybar’ın TBMM kürsüsünde
söylediği gibi, tarihin tecrübesi, bir kez daha şiddetin ve anarşinin hep
demokrasi karşıtlarının, otoriterleşmenin işine yaradığını göstermişti.
1980 12 Eylül darbesinden yıllar sonra
anılarını yazan Orgeneral Muhsin Batur’un bir saptaması da oldukça çarpıcıdır:
“Gariptir, bazan hem aşırı solcular, hem iş çevreleri askeri müdahaleyi ister.
Tabii sonuçta solcular kaybeder, iş çevreleri kazanır.”49 Mart darbe
girişiminden de, 12 Mart darbesinden de çıkaracağımız çok ders var.
Ancak Türkiye siyaseti hiçbir zaman bu
derslerden ibret almayı, daha da önemlisi, hiçbir darbe yahut darbe girişim ile
yüzleşmeyi başaramadı. Sonra yaşadıklarımız bundandır.
1 muhtıra: uyarı, ihtar
2 Milli Birlik Grubu, 27 Mayıs Darbesini
yapan komite üyelerinin oluşturduğu Senato Grubu
3 Bu konularda ayrıntılı bilgi için:
Muhtıradan Darbeye, Günay-Tuna, Literatür Yayınları, 2021
4 Muhsin Batur, Anılar ve Görüşler, s.217
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorum yazarak, düşüncelerinizi benimle paylaşabilirsiniz.