bahçeli öcalan erdoğan
Trump ile beraber başlayan siyasi
sarsıntının büyüklüğü ve derinliği beklenenin de ötesinde gelişiyor. Gazze ve
Ukrayna meselelerine yaklaşımı kadar NATO’ya, Avrupa’ya yaklaşımı, Kanada ve
Grönland talepleri gibi bir dizi küresel gidişatı etkileyecek hamle aynı anda
gelişiyor. ABD içi politikalara dair görünen ipuçlarına, kadro tercihlerine her
gün şaşırtıcı yeni bir hamle ekleniyor.
Sarsıntının sürekliliği ve alan
çeşitliliği tüm küresel aktörlerde şaşkınlıktan paniğe doğru evrildi.
Yaşanmakta olan küresel egemenlik
paylaşımı geriliminde Trump ile beraber yeni bir raunt başladı.
Hikâyenin sonunda çok kutuplu yeni bir
denge beklentisi kabul görse de hala o çok kutupluluğun ana aktörleri kimler
olacak, belli değil henüz.
Doğal olarak bu soruya verilecek cevap
Türkiye’nin geleceğini belirleyecek en önemli unsur ve dinamiklerden birisi
olacak muhtemelen. Açılım tartışmaları kadar henüz gündemde ağırlığı fark
edilmemiş olsa da Erdoğan’ın “AB’yi içine düştüğü çıkmazdan ancak Türkiye’nin
tam üyeliği kurtarabilir” cümlesi de yukarıdaki soruya cevap arayışı içinden
okunabilir.
İktidar muhaliflerinin beklemediği,
duyunca da samimiyetsiz bulduğu bu cümle bile kendi başına, serinkanlı
tartışmaları hak ediyor bence. Tıpkı ekim başında Bahçeli’nin Öcalan’ın Meclis
kürsüsünde konuşabileceğini söylediği çıkış kadar ezber bozan bir cümleydi bu.
Öcalan çıkışından AB çıkışına anlıyoruz ki
iktidarda ve devlette yeni bir dünya ve bölgesel gidişat okuması,
anlamlandırması ve bunun içinden bir gelecek iddiası, senaryosu var. Belki de
muhalif kanadı şaşırtan Serap Yazıcı’nın Ak Parti’ye katılmasını bile bu yeni
okuma içinden görmek gerekiyor. Belki de her bir konuyu, gelişmeyi kategorik
olarak iktidar yandaşlığı ve karşıtlığı içinden anlamlandırıyor olmak
meseleleri kavramakta eksiklikler, hatalar üretiyor.
Örneğin Serap Yazıcı’nın Ak Parti’ye
katılımını yalnızca siyasi veya maddi menfaat ile açıklamak mümkün olmayabilir.
Yazıcı bilimsel olarak başkanlık modeline karşı, siyaseten iktidarın
politikalarına muhalefet anlamında kararlı, tutarlı görüşleri olan birisi. Ne
oldu da bugün iktidar blokuna geçmeye ikna oldu sorusuna kolay cevap var mı,
emin değilim. Yazıcı’yı kimin ve hangi vaatlerin ikna ettiği sorusuna
kutuplaşma içinden kolay cevap verilse de bu cevap gerçeğe ne kadar yakın,
ondan da emin değilim.
Bir şeyler oluyor, bir şeyler değişiyor ve
kategorik pozisyonlar belki de değişenleri değerlendirmek konusunda yetersiz
kalıyor. Genel ve yerel seçimlerin ardından ulusal siyasette neler değiştiğini
sıralayınca bile önemli değişimler olduğunu görüyoruz. Değişimlerin doğru mu
yanlış mı olduğu tartışmasına girmeden analiz etmeye çalışırsak, durumu şöyle
özetleyebiliriz.
CHP’de örgütsel dinamikler harekete geçti
Elbette birinci önemli değişiklik CHP’deki
yönetim değişikliği oldu. Kim ne söyler ne yaparsa yapsın kurultay yoluyla
liderini değiştirmiş, yıllar sonra ilk defa yerel seçimlerde birinci parti
olmuş bir parti CHP. Eksiklikleri, yetersizlikleri olsa da seçmeninden örgütüne
dinamikleri hareketlenmiş, duyargaları açılmış durumda. Şimdi de yeni katılan
üyeler dahil ön seçimle cumhurbaşkanı adayı belirliyor. Kayda değer eleştiriler
olsa da bu değişiklikler partinin genel ritmini, zihin haritasını değiştirecek
enerjileri üretme potansiyeli taşıyor.
CHP’nin meselesi bu süreci doğru yönetip
yönetememek. CHP’nin ikinci meselesi de yerel seçimlerde kazanılan yerel
yönetimlerde gerçekten toplumdaki CHP ve sol fikriyat karşıtlığını kıracak
başarılar üretmek olacak muhtemelen.
DEM Parti’de olası değişim alametlerinin
Öcalan’ın çağrısı ve sonrasında yaşanacaklarla ilgili olacağı tahmin
edilebilir. Muhalefetin diğer aktörlerinin ise güç kaybetmeye devam edecekleri
anlaşılıyor. İyi Parti ve Saadet Partisi doğal kurultay süreçleriyle genel
başkan değiştirmiş olsalar da bir değişim yaşayıp yaşamayacaklarını henüz
bilmiyoruz ama bu değişime dair henüz bir belirti yok. Deva ve Gelecek
partilerinde ise çözülme, eksilme muhtemelen devam edecek.
Asıl muhalefet aktörlerindeki değişimi
etkileyecek en önemli dinamik ise gidişattan memnuniyetsiz sağ, muhafazakâr,
milliyetçi seçmenin kimliğinden düşünmeye devam edip etmeyeceği olacak. Büyük
seçmen kümesinin kimliği içinden düşünmek ve sol fikriyata karşıtlığı pozisyonu
sürdüğü sürece sağ ve muhafazakâr seçmene hitap eden partilerin belirli bir oy
potansiyeli olacaktır. Bu oy potansiyeli her birisi için yüzde 1-6 aralığında
kalsa da cumhurbaşkanlığı seçiminde sonucu etkileme potansiyelleri yüksek.
İktidar aktörlerinde ise örgütsel bir
değişim yok, Erdoğan da Bahçeli de partileri üzerinden kesin bir hakimiyete
sahipler, Cumhur İttifakı’nın sürdürülmesi konusunda da tereddütsüz bir
kararlılık içindeler. Ak Parti’de yeni katılımlar olsa da Erdoğan partisinin
politikalarında, söyleminde, her bir detayında mutlak bir belirleyici role
sahip ve öyle olmaya da devam edecek.
İktidar Cumhur İttifakı’nı gerek kurumsal
katılımlarla gerekse de bireysel milletvekili ve belediye başkanı
katılımlarıyla tahkim etme çabalarına devam edecek. İktidarın dünyanın gidişatı
ve Türkiye’nin riski ve fırsatları üzerinden ittifakı genişletme çabasına, yeni
bir milliyetçi cephe hedefine doğru yürümeye devam edeceği öngörülebilir.
Kamuoyu katılım meselesini transfer
kavramı ve Meclis’te anayasa değişikliği sayısı olan 360 milletvekili sayısına
ulaşmak çerçevesinde değerlendiriyor olsa da tek açıklama bu olmayabilir.
Çünkü muhalefet aktörleri de dahil
Erdoğan’ın bir kez daha aday olamaması üzerine bir tartışma ve söylem kalmadı.
Herkes Erdoğan’ın aday olmak için her yolu deneyeceği ve sonunda aday olacağı
fikrini satın aldı. Bunun yolu da Meclis’te alınacak erken genel seçim kararı.
CHP dahil herkes tarihi tartışmalı olsa da erken seçim fikrini bir biçimde
dillendirmeye devam ediyor. İktidar kanadı kendi stratejisine uygun gördüğü bir
tarihte Meclis’te erken seçimi gündeme getirecek ve karar Meclis’te belki de
tüm partilerin katılımıyla alınacak. Muhtemelen de bu karar, Erdoğan’ın genel
siyaset tarzından bakınca, yakın zamanda değil 2027’de olacak.
Cumhur İttifakı’nı genişletmeye çalışıyor
olabilirler
Şunu da biliyoruz ki iktidarın
çerçevelemeye çalıştığı yeni bir zihin haritası var. Yapacağı siyasi hamlelere
de o yeni zihni çerçeveden bakıyor. Belki de o yeni çerçeveye uygun yeni bir
koalisyon oluşturmaya, Cumhur İttifakı’nı genişletmeye çalışıyor olabilirler.
İktidarın zihin haritasındaki temel
tercihlerin insanlığın kazanımlarından, insan hakları, demokrasi gibi evrensel
değerlerden farklı olduğunu görüyoruz. İktidara itirazları yaparken, gidişatı
değerlendirirken genel olarak muhalefeti ve muhalif söylemi şekillendirirken
bunları görmek gerek. İktidarın zihin haritasını çerçeveleyen en önemli
farklılık demokrasi ve özgürlük meselesine bakışta ortaya çıkıyor.
İktidarın zihni çerçevesi teklik, güvenlik
temelli
Bugünkü sistem tümüyle merkezileşmeye
dayalı. Denge denetleme mekanizmalarının, güçler ayrılığının olmadığı bir
sistem. Gördüğümüz kadarıyla yargı ve asker-sivil bürokrasi dahil devlet
dediğimiz mekanizmanın tüm aktörleri bu “teklik” konusunda mutabıklar. O
nedenle adli yıl açılışının Külliye’de yapılması, yargının siyasi karar ve
uygulamaları, teğmenlerin ihracı ilgili aktörlerce normal görülüyor. Hata
yapıyor değiller, bilerek, isteyerek yapıyorlar. Yapabildikleri için
yapıyorlar. İnandıkları, öyle gerekli gördükleri için yapıyorlar.
İktidarın zihin haritasında bazı
bilinenleri ters yüz etmek var. Örneğin ekonomide son beş yıldır yaşadığımız
bir temel tercih değişikliği vardı. Enflasyon sebep faiz sonuç mu yoksa faiz
sebep enflasyon sonuç mu tartışması. İktidar bu konudaki tercihi için bedelini
göze alarak her şeyi yaptı. Sonuçlarını da yaşadık. Şimdi başka bir ekonomi
politikası yürüyor gibi görünse de ilk fırsatta yine “faiz sebep enflasyon
sonuç” politikasına geri dönmelerini beklemek gerekiyor.
Benzer bir terse çeviriş Kürt meselesinde
gözleniyor. “Terör çözülemeyen Kürt meselesinin sonuçlarından biridir”
noktasından “Terör Kürt meselesinin nedenidir ve de zaten Kürt meselesi de
yoktur” noktasına gelindi.
Demokrasi ile kalkınma, kalkınma ile gelir
ve refah adaleti, kalkınma ile çevre gibi ikiliklerde bunlara bir arada değil,
yalnızca kalkınma ve büyüme sayıları fetişizmi içinden bakan bir iktidarla
karşı karşıyayız.
Bugünkü ekonomi politikalarının
sanayisizleşmeyi tetiklediğini söyleseniz de iktidar zaten sanayisizleşme
politikalarını bilerek seçiyor.
İktidar güçlü devlet derken kas gücü,
askeri gücü yüksek devleti anlıyor; güvenilir, etkin, meseleleri çözen ve
yöneten devleti anlamıyor.
İktidar sivil toplumun, yurttaşların
siyasi alanda aktif olmasını istemiyor çünkü siyasi alanı partilerin seçim
kazanma yarışına sıkıştırarak bakıyor. Siyasi meselelerde sorunu çözmekten çok
sorundan beslenmeyi tercih ediyor. Yeri geldiğinde hala 23 yıldır iktidar olan
bir dille değil sanki muhalefetmiş gibi vesayetle mücadele diline dönüyor.
Etyen Mahçupyan’nın Serbestiyet’teki
yazısında altını çizdiği nokta önemli: “Muhalefet ‘kendi dünyasının’
kriterlerini kullandığı için Kürt açılımı ile kayyum atamasını birbiriyle
tutarsız buluyor. Çünkü her iki olayı da ‘demokratikleşme’ bağlamı içinde değerlendiriyor
ve zıt yönlerde konumlandırıyor. Ama ya iktidarın dünyasında ‘demokratikleşme’
diye bir kriter yoksa?”
Kamuoyu araştırmalarında hala Ak Parti ve
toplamda Cumhur İttifakı belirli bir oranın altına inmiyor. İktidar bu zihni
çerçevede oldukça önemli bir toplumsal rızayı etrafında tutmayı başarıyor.
Mahçupyan’ın yazısına dönersek: “İktidar
ülkeyi ideolojik ve siyasi anlamda yeniden inşa ediyor. Bu inşa, müdahaleci bir
dış politika ve milli uhdeler etrafında ‘bütünleşmiş’ bir kamuoyu hedefliyor.
Topluma geleceği de kapsayan gurur verici bir benlik duygusu aşılanıyor, makbul
vatandaşlık kimliği dindarlığı içerecek şekilde değiştiriliyor… Milli
çıkarların vatandaşın çıkarlarından daha önemli olduğu ve vatandaşlığın söz
konusu milli çıkarları desteklemekle sınandığı bir yeni dönemin içindeyiz.
Dolayısıyla ‘tutarlılık’ ve ‘başarı’yı iktidarın (devletin) vizyonu içinden
değerlendirmek zorundayız. Yeni rejim bizim dünyamızın kriterlerine göre
tutarsız ve başarısız gözükse de bu izlenimden hareketle iktidarın
zayıfladığını sanmak hayati bir yanılgı olabilir.”
Şunu da not edelim. Gerçek ile yalan,
yaşananlar ile algılananlar bilgiye göre değil söyleyene göre kabul görüyor,
şekilleniyor günümüzde. İktidarın ve Erdoğan’ın da devlet merkezli söylemin de
önemli bir karşılığı var bu coğrafyada.
Öte yandan iktidarın bu zihni
çerçevesinin, Türkiye’nin önünü açacak, toplumsal huzuru sağlayacak bir çerçeve
olmadığı da açık.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorum yazarak, düşüncelerinizi benimle paylaşabilirsiniz.