“Geçmişin arabalarıyla hiçbir yere gidemezsiniz…”
Maksim Gorki Türkiye’nin son 40 yılına damgasını vuran ana
konulardan birisi, PKK’nın yürüttüğü terör faaliyetleri. Tabii mesele, yalnızca
güvenlik boyutuyla değil, siyasi, ekonomik ve toplumsal yansımalarıyla da
kapsamlı bir şekilde ortada duruyor. Terör faaliyetlerinden kaynaklı sorunların
tümünü konuşmanın yolu, silahın devreden çıkmasıyla doğrudan ilgili. Silahın
aradan çıkmasının en temel çıktısı, var olan sorunlar yumağını konuşabilmek ve
çözüm üretmek. Bu nedenle, Öcalan’ın “Örgütün kuruluş sürecindeki gerekçeler
ortadan kalktı, silahı bırakın ve örgütü feshedin” çağrısı anlamlı.
Bahsettiğimiz konu sıradan bir talep olmaktan öte, yaşadığımız dönemin ruhunun,
jeopolitik ihtiyaçların, tarihi koşulların ve toplumsal dönüşümün gereği olarak
yapılmış bir çağrı.
MAZERET ÜRETME MEKANİZMASI
Çağrının içeriği gayet açık. Neyin konuşulduğu ve yol haritası
gayet net. Buna rağmen mazeret üreten yaklaşım sahiplerinin neye hizmet
ettikleri onların sorunu. Bu ülkenin insanları, bahsettiğimiz mazeret üreten
yaklaşımı ve mazeretçileri gayet iyi tanıyor. İsterseniz Şubat 2015 sürecini
hatırlayalım.
Türkiye’nin çözüm sürecinde iki açıklama yapıldı. İlki Mart
2013’te, “örgütün silah bırakıp yurt dışına çıkmasını” içeren açıklamaydı.
İkincisi ise 28 Şubat 2015’te yapılan ve örgütün, “Türkiye Cumhuriyeti
devletine karşı silah kullanmaya son vermesi” çağrısıydı. Bu iki açıklama da
örgüt kurucusunun pozisyonunu ortaya koyan metinlerdi. Siyasal parti adına
süreç içinde sorumluluk almış olan kişiler ve Kandil’dekiler gayet iyi biliyor.
Bugünlerde sergilenen mazeretlerin ana kaynağını, motivasyonunu anlayabilmek
için 28 Şubat 2015’ten sonra örgütün yaptığı açıklamaları ve ürettikleri
mazeretleri hatırlamakta yarar var.
DOLMABAHÇE AÇIKLAMASI SONRASI NELER OLMUŞTU?
28 Şubat 2015: Dolmabahçe’de PKK’nın silah bırakmasına ilişkin
çağrı yapıldı.
28 Şubat 2015: KCK üyesi Mustafa Karasu, Dolmabahçe’de yapılan
silah bırakma çağrısından hemen sonra, “Hükümet eğer ciddi ise bizi Öcalan ile
görüştürsün” şeklinde bir açıklamada bulundu. Açıklamanın devamında ise “Bu
sorun çözülmeden PKK silah bırakacak, PKK kongre yapıp silah bırakma kararı
alacak biçimindeki yaklaşımlar demagojidir” ifadesini kullandı. Örgütünün
farklı kanadının sesi olan Karasu daha da ileri giderek; “Şimdi Kürt sorununun
çözümü tartışılıyor, hatta AKP tarafından PKK’nın silahlı mücadeleyi bırakacağı
algısı yaratılmaya çalışılıyor. Apo’yla PKK arasında görüşme olmadan, bu sorun
çözülmeden, PKK silah bırakacak, PKK kongre yapıp silah bırakma kararı alacak
biçimindeki yaklaşımlar demagojidir…” sözleriyle çözümsüzlüğün temsilcisi
olduklarını ortaya koymuştu.
5 Mart 2015: Cemil Bayık “Önce çözüm, daha sonra silah
bırakılacak” dedi. 11 Mart 2015: Cemil Bayık ve Bese Hozat: “PKK silah
bırakacak açıklamaları, AK Parti’nin seçim propagandasıdır” demişlerdi. Bu iki
isim, “silahların ancak Öcalan’ın bizzat katılacağı bir kongrede karara
bağlanabileceğini” söylemişti. “PKK bu kararı Öcalan serbest kalmadan
açıklamayacak. Bu adımları atmadan hareketimize, halka, Türkiye demokrasi
güçlerine güven vermeden kongrenin toplanması, kongrenin onların belirttiği
gibi kararlar alması düşünülemez” ifadeleri kullanılmıştı.
Bir gazetecinin Cemil Bayık’a; “Öcalan kongreye telekonferansla
katılsa ya da mesaj gönderse, bu, Türkiye’ye karşı silahlı mücadelenin
bırakılması kararı almanız için yeterli olur mu?” sorusuna Bayık; “Hayır. Biz
istediğimiz zaman kongre yaparız, ama bu kararı Önderlik bizzat gerillayla
buluşmadan almayız” diyor. Bese Hozat; “Gerçekçi bakıldığında, çözüm sürecinin
dışarıda sürdürülmesinin koşulları hazırlanmamıştır. Süreci baş müzakereci
olarak Önderliğimiz İmralı’dan yürütecek. Ama çok doğal olarak, bir kongre
toplayacaksak, Önderliğimizin bu kongreye hitap etmesi gerekir” ifadesini
kullanıyor.
12 Mart 2015 günü Sabri Ok; “28 Şubat Dolmabahçe açıklamasının
ardından anlaşma, barış olmuş veya çözüm için yeni bir adım atılmış değil. PKK
silah bırakıyor açıklamaları dogmatik bir kesimin görüşleridir…” diyerek
tavrını göstermişti.
MAZERET ÜRETMENİN SONUÇLARI
Bu açıklamalar dikkate alındığında, örgütünün “silah bırakma”
çağrısını boşa çıkarmak için teknik olarak mümkün olmayan koşullar öne sürdüğü
ve mazeret ürettiği görülür. Bu tutum, “ipe un serme”dir. 28 Şubat 2015
tarihinde Dolmabahçe’de yapılan açıklamanın odağındaki tek konu, örgütün
toplanıp silahı bıraktığını açıklamasıydı. Bu, halkın da talebi ve
beklentisiydi. Başka bir ifadeyle, konuşmak için silahın ve şiddetin araç
olmaktan çıkmasıydı. Bu talebe karşılık Kandil, “Biz yokuz” demek yerine
mazeretler üretmeyi tercih etti.
Peki ne oldu? Örgüt, özyönetim ilan etme talimatı verdi. Örgütün
talimatı, kimi isimler tarafından hayata geçirilmek istendi. Kandil bir adım
daha atarak, terörü şehirlere indirmeyi denedi. ‘Kurtarılmış bölgeler’
oluşturarak zafiyet olduğu algısını yaymaya çalıştı. Kandil’in bu tutumu,
binlerce insanın yaşamına, şehirlerin harap olmasına mal oldu. Kürtlerin geniş
bir kesimi örgütün varlığını ve neye hizmet ettiğini sorgulamaya başladı. Çözüm
süreciyle ilgili her gün açıklama yapan Kandil’deki isimler, bu olayların
sonucunda suskunluğa büründüler ve görünmez oldular.
BUGÜN OLAN NE?
Bugün olan, Kandil’in dünü tekrarlaması. Hepimiz biliyoruz ki
görüşmelerin, dolayısıyla da sürecin temel konusu, silahın bırakılmasıdır.
Çünkü silah bırakıldıktan sonra konuşacağımız çok şey olacak. Fakat öncelik
silahın aradan çıkması. Bunu, örgüt lideri açık açık ifade etti. O zaman ya
örgüt liderinin yazdığı metnin gereği yapılacak ya da örgüt liderinin ve onun
yazdığı metnin kabul edilmediği söylenecek. Bu ciddi bir konu ve konuşulmamış
talepler üzerinden yönetilecek bir mesele değil. Hele hele bu tür konuları iç
siyasi polemiklere ve kısır tartışmalara meze etmek kabul edilemez. İnsanımızın
can ve mal emniyeti için önemli olan bu konu çok değerli. Hiç kimse atılan
adımı istismar etmesin, Kürtleri ateş hattında tutmasın ve Kürtler üzerinde
vesayet kurmasın.
Sürece ilişkin ilk adım açıklamaydı, ikinci adım ise örgütün fesih
karar alması. Beklenen bu. Siyasetin yapacağı işlerin tümü, örgüte ilişkin
karar alındıktan sonra başlayacak. Bahçeli’nin açıklaması, Cumhurbaşkanı
Erdoğan’ın onayı ve desteğiyle başlayan süreç konusunda hükümet ve ilgili
kurumlar oldukça kararlı. Örgütten kimi isimler ise hem konuyu dağıtıyor hem
çağrıyı sulandırıyor hem de Öcalan’ın çağrısını gölgeliyor. “Öcalan İrademiz,
karar verici Öcalan ve Öcalan’ın çağrısının arkasındayız” sözlerinin bir anlamı
yok. Yapılacak tek bir anlamlı iş var, o da çağrının gereğinin yapılması.
Beklenen ve istenen bu.
İHTİYACIMIZ OLAN, SAHİCİ BİR SORUMLULUK
Örgütün toplanıp toplanmayacağı elbette onların kararı. Ama çözüm
için uzatılan elin ikinci kez geri itildiği kayda girecektir. Mazeret üretmek
yerine, silahın neden bırakılmak istenmediği ve fesih kararı çağrısına neden
olumsuz bakıldığının açıklanması daha doğru olur. Çünkü bu tüm ülkeyi
ilgilendiriyor. Silahı kullanma kararından daha kıymetli olan, bırakma
kararıdır. Çağrı, sadece örgütün feshi meselesini değil; aynı zamanda bu karar
sonrası sivil siyasi mücadeleyi de içeriyor. Siyasi mücadele ise siyaset
üreterek ve koşullara uyarlanarak yürütülür. Tarihin akış yönüne uygun bir
taktik ve strateji geliştiremeyenler, önlerine düştükleri kitleleri hedefe
değil uçuruma sürüklerler. Bunun olmamasının yolu ise Kandil’in örgüt liderinin
çağrısı ve gerekçelerini doğru okuması, uzatılan ele el uzatması ve yarına izin
vermesidir.
Bundan sonrası kolay olan. Ülkede ve bölgede yaşayan tüm halkların
nasıl bir ortak gelecek inşa edeceği; karşılıklı anlayış ve empati içinde,
demokratik zeminde, konuşarak, birbirini ikna ederek ama suhuletle ve sabırla
belirlenecektir. Böyle bir süreçte her bir siyasi aktör, grup, çevre, birey,
eşit koşullarda fikrini sergileyerek zaman içinde olgunlaşacak bir ortak
zeminde buluşacaktır. Örgüt/Kandil silahı bırakma kararı alsa da almasa da
böyle olacaktır. Bu tarihten sonra halkların ortak iradesiyle şekillenecek bir
süreç başlayacaktır. Hiç kimsenin birilerinin adına konuşma hakkı ve yetkisinin
olmadığı bir süreç. Şunu açıklıkla ifade etmekte yarar var: Mesele bir ‘zafer’
veya ‘yenilgi’ değil. Mesele bir ‘savaş’ veya ‘iç savaş’ da değil. Mesele,
geçen yüzyılın yükünü sırtlamadan, bambaşka bir dünyada yeni bir ortak yaşam
iklimini inşa etmek ve bu inşa için geçmişten ders çıkartıp geleceğe
odaklanmaktır. Bu ise sahici bir sorumluluk gerektiriyor.
Umarım geçmiş dönemde yapılan hatalar yapılmaz ve “biz” olarak
kendi meselelerimizi konuşacağımız bir ikilimin oluşması için süreç selametle
ilerler. Çünkü bu, kaybedeni ve ötekisi olmayan bir süreç. Kayıpsız, ötekisiz
Türkiye ve bölge oluşturmanın dışında bir hedefi yok. Hem Türkler hem Kürtler
hem Araplar ve hem de bölgenin bütün halkları için…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorum yazarak, düşüncelerinizi benimle paylaşabilirsiniz.