BİRİKMİŞ ACILAR VE NEFRET
2016’da Diyarbakır’dan liberal bir düşünce
kuruluşu ile New York’ta Diyarbakır Ermenilerinin davet ettiği bir yemekteydim.
Diasporadan Ermeniler de vardı. Ataları Yozgat kökenli bir iş adamı grup
halinde benimle vedalaşırken, beni Diyarbakırlı Kürt zannederek Türk olduğumu
bilmeden” gelin bu Türkleri tarih sahnesinden birlikte silelim” ifadesini
kullanmıştı. Arkadaşlarım mahcup olmuş, yüzleri kızarmış ben de bu nefreti
hissedebilmiştim.
KÜRTLERİN YAŞAMA, ERMENİLERİN
ÖLDÜKLERİNİ KANITLAMA SORUNU
Kürt edebiyatçısı dostum Halit Yalçın
“Türkiye’nin Büyük Çatısı” toplantılarında sıkça tekrarladığı şu giriş
konuşması hep kulağımı çınlatmaktadır; “Biz Kürtler hep yaşadığımızı, Ermeniler
ise hep öldüklerini siz Türklere ispatlamaya ve ikna etmeye çalışmaktayız.
Açılım, çözüm ve terörle mücadele süreci derken anladığım kadarıyla Kürt
vatandaşlarımızın yaşadıklarıyla ilgili kabulde demokratik hak tartışmalarının
ötesinde pek sorun kalmamış gözükmekte. Osmanlı Ermenilerinin nerede ve ne
şekilde öldüklerine dair ise tartışmalar hep sürmekte. İşin ilginç yanı bu
tartışmalar, aynı dönemlerde katledilen Müslüman Osmanlı vatandaşlarının
miktarıyla da bir rekabet yarışı halinde devam etmekte.
Bizim kayıtlarımıza göre 1 milyona yakın
Osmanlı Ermeni’sinin tehciri esnasında en fazla 20-30 bin kişi saldırıya
uğrayarak öldürülüyor. Salgın hastalıklar ve sert koşullardan dolayı da 150.000
kişi vefat ediyor. Bir şekilde geri kalanı Suriye Deyrizor’a ulaşıyorlar. Hatta
Cemal Paşa bölgede insani haklar bağlamında da onlarla ilgileniyor. Tehcire
tabi tutulanların çok az miktarı da çıkarılan kararnameler ile Anadolu’ya dönüş
yapıyorlar. Geri kalan 830 bin civarında Osmanlı Ermeni’si ise çoğunlukla Amerika
ve Avrupa’ya göç ediyorlar.
Ermeni kaynakları ise 2 milyon Ermeni’den
en az 1 milyon Ermeni’nin İttihat Terakki Merkez komite kararıyla elverişsiz
yaşam koşullarının desteği, Jandarma ve oluşturulan hapishane taburları vs. ile
açık belge olmadan katledildiğini ifade etmekte.
MUKATELE HATIRALARI
Anneannem Erzurum’da Rus işgalini
yaşamıştı. Dayıları ve tanıdıklarının yaşadıkları Rus işgali sonrası Ermeni
çetelerin mezalimini anlatırdı. Antranik’in işkenceleri ve sivil halka mezalimi
hâlâ doğu Anadolu’da dilden dile dolaşmaktadır. Ermeni aydınlar, Ermeni
çetelerin sivil Müslümanları katliam sürecinin esasta 1915 sonrası başlatırlar.
Halbuki sivil Müslümanların katliamına ilişkin kayıtlar 1890’lara kadar
dayanmakta. İstiklal madalyalı subay olan iki dedemin de Ermeni emir erleri
varmış. Anneannem ve babaannem kendilerinden çok memnunlarmış. Ancak savaşın
sonunda önce din değiştirmeleri talimatla teklif edilmiş kabul etmeyince bu
gençler genel talimatla kurşuna dizilmiş. Babamın dayısı anlattığına göre,
onbaşı rütbesinde jandarmayken Ermeni sivillerin çoluk çocuk süngülenip Kemah
nehrine atıldığına ve nehrin suyunun kırmızıya döndüğüne şahit olmuş. Verjine
Svaslıyan benzer yazarlar ve belgeseller bu acıları yaşayan sivillerin
anılarını derlemişlerdir. Hayatta kalabilen Türk ve Kürt sivillerle de Ermeni çetelerin
yaptığı katliamların buna benzer paylaştıkları anılar TRT arşivlerinde
mevcuttur.
24 NİSAN SÜRGÜNÜ OSMANLI AYDINLARI
Zabel Yesayan İstanbul Üsküdar doğumlu
orada Surp Haç ilkokulunu bitiren kadın yazar. Bir azıcıkta politik kargaşadan
çekinerek 17 yaşında zor şartlarda öğrenimine Paris Sorbon’da devam etti.
Paris’te İstanbul doğumlu kocası ressam Dikran Yeseyan ile evlendi ve iki de
çocukları oldu. Zabel hanım dönemin önemli Ermeni ve Türk dili
edebiyatçılarındandı. Dönemin yaşanan politik ve etnik acılarını her iki dilde
de kaleme aldı. Özellikle “Meliha Nuri Hanım” romanı dönemin Osmanlı
bürokrasisi ve duygu dünyası hakkında analizler içeriyordu.
1915 olaylarının başlangıcı kabul edilen
250’ye yakın Osmanlı Ermeni aydınının güvenlik gerekçesiyle tutuklanarak göz
altına alınması ve tehcirinden kurtulabilmek için Zabel Yesayan hastaneye
sığınarak kıyafet değiştirerek Bulgaristan’a sığındı. Bundan sonraki hayatı
Paris, Baku, Erivan ve Moskova’da geçti. Önemli eserler verdi. Hayatı bir
Stalin sürgünü ile Sibirya’da sona erdi.
Krikor Zohrap, Beşiktaş’ta doğdu. Hukuk
eğitimi aldı. Yayıncılık ve yazarlık yaptı. Tarihi Dreyfus davası için
Fransızca bir savunma hazırlayıp, 1899’a Dreyfus’u savunan Yahudi Komitesi’ne
gönderdi. Komiteden bir teşekkür mektubu ve Dreyfus portreli altın bir madalya
aldı.
Osmanlı Hürriyet ve Teavün-ü Milli
Cemiyeti’ne üye oldu. Ahrar partisi paralelinde, liberal fikirleri ve etnik
gruplar arasında eşitliği savundu. Sonradan İttihatçılara destek verdi. Talat
bey ile yakın ilişki içindeydi. Ermenice Kur’an meali çalışması içindeydi.
İttihat ve Terakki hükümetinin “Ermeni
tehciri” politikası çerçevesinde, 1915 yılında Erzurum mebusu Vartkes
Seregülyan’la birlikte tutuklanıp Konya’ya, ardından Adana ve Halep’e
gönderildi. Zohrap’dan alınan en son haber, karısına 15 Temmuz 1915 tarihli
mektuptur. Halep’ten Diyarbakır Harp Divanı’na sevk edilirken yolda çete başı
Çerkez Ahmet ve Nazım tarafından katledilmiştir.
Zabel Yesayan ve Kirikor Zohrap,
aralarında doktor, sanatçı ve yazar olan söz konusu 235 Ermeni Osmanlı
aydınlarından sadece ikisiydiler. Bu aydınlar Hınçak ve Taşnak komiteleriyle
bir şekilde organik veya düşünsel bağlamda ilişki içinde olmak ile suçlanıyorlardı.
Bu Osmanlı Ermeni’si aydınların her biri
hakkında tutuklanma ve sürgünlerine ilişkin geçerli istihbarat raporlarını
Yusuf Sarınay “24 Nisan 1915’de ne oldu” kitabında yayınlamıştı. Ayrıca Talat
ve Bahattin Şakir beylerin Ermeni aydınlara savaşta bizim yanımızda durun bunu
açıklayın biz de sizle özerklik dahil her şeyi konuşalım dendiği de ifade
edilir.
TEHCİR TEK ÇARE MİYDİ?
Berlin antlaşmasından (1878) sonra
Osmanlı’nın iki yakası bir araya gelemedi. Özellikle idari ve mali
yetersizlikle bir türlü düzen kurmakta zorlanan Osmanlı yönetimi ülkede sadık
tebaa olarak adlandırılan Ermenilerin eşit vatandaşlık ve hatta kısmi özerklik
talepleri karşısında bocalıyordu. Osmanlı’daki ticaret, kültür ve bürokratik
hayatı taşıyan Ermeni unsura karşı artık devlet güven kaybediyordu. Çanakkale
ve 1. Dünya harbinde yaşananlar ve son Van olayları tecrübesinden sonra İTC
merkez komitesi Anadolu’nun homojenleştirilmesi veya Ortodoks Ermenileri tehcir
kararını almıştı.
21.Yüzyılda biz hâlâ bu acı geçmişin
düğümlerini karşılıklı olarak çözememekte veya görmemekte, ben merkezli ısrar
etmekteyiz. Ne yazık ki bunu görebilen ender aydınlarımızdan Hrant Dink’i bile
devletimiz hapishane taburu anlayışına karşı muhafaza edemedi.
ÖLÜMLER KASITLI MIYDI?
Tarihi koşullara bakınca tehcir kararı
anlayışla karşılanabilir. Ancak sürecin lojistik ve güvenlik yetersizlikleri de
ayrı bir devlet sorumluluğu idi. Halide Edip ve dönemin bazı aydınları, sivil
ölümlerinden dolayı başta Talat ve Bahattin Şakir beyleri hatta ideolojik
planda da Ziya Gökalp beyi suçluyorlardı.
Talat bey ise anılarında tehcirin
sorumluluğunu kabul etmiyor topu orduya-jandarmaya atıyordu. Butik katliam
emirleri iddiaları Talat beyin koordinesinde yerel yöneticilere özel şifreli
mesaj ve talimatlar gönderildiği şeklinde. Ancak ne gariptir ki katliam tezini
savunanlar, Naim efendi hatıratı dahil esasta pek güvenilir olmayan yazışmalar
haricinde ortaya ciddi belge ortaya koyamamaktalar. Katliam tezini savunan
otorite Dr. Hilmar Kaisler’e göre de Kemah katliamı dışında ordunun bu ölümlere
sebep olduğuna dair elde henüz belge yoktur.
Bilindiği gibi 1918’den sonra bu butik
katliam ve sivil cinayetler için yargılanma başlamış Zohrap’ın katilleri dahil
aralarında bazı masumlarında bulunduğu 67 kişi idam edilmiş veya 150’likler
listesi aralarında Ziya Gökalp dahil Malta’ya sürgüne gönderilmişler yargılanıp
beraat etmişlerdir.
HİPOTETİK BİR YAKLAŞIM
Ermeni tehciri ve karşılıklı cinayetler
olmasaydı bugünkü Türkiye nasıl olurdu diye hep merak etmişimdir. Bu bir
hipotetik yaklaşımdır da aslında. Bir görüşe göre Sakarya muharebesine dahil
birkaç bin askeri anca bulabilen devletimiz cephe gerisi güvenliği nasıl
sağlayabilirdi? Homojen ulus devlet nasıl kurulabilirdi?
Bir diğer görüşe göre Çanakkale savaşı
kahramanı ailesi tehcirde hayatını kaybeden sonra buna isyan eden Top. Bnb.
Sarkis Torosyan, Zabel Yesayanların, Kirikor Zohrapların olduğu sanat, estetik
ve ticarette zenginleşmiş muhteşem kozmopolit bir Anadolu toplumu, hoşgörülü
bir demokrasi örneği ile farklı bir Cumhuriyeti oluşturulabilirdi.
Bu zor soruların cevabı aklın, kaygıların
ve vicdanın önceliğine göre de değişebilecektir.
BUGÜNKÜ HÂLİ PÜR MELALİMİZ
21.Yüzyılda biz hâlâ bu acı geçmişin
düğümlerini karşılıklı olarak çözememekte veya görmemekte, ben merkezli ısrar
etmekteyiz. Ne yazık ki bunu görebilen ender mazlum aydınlarımızdan Hırant
Dink’i bile devletimiz hapishane taburu geleneği temsilcilerinden koruyamadı.
Her 24 Nisan’da artan adrenalimiz
muvacehesinde son 10 yılda Ermeni soykırımı yoktur dedirtebilmek için ABD’de
kişi ve kurumlara 2 milyon dolardan fazla para vermekteyiz.
Bu durum çok sürdürülebilir ve makul de
değildir.
Bir görüşe göre Zabel Yesayanların,
Kirikor Zohrapların olduğu sanat, estetik ve ticarette zenginleşmiş muhteşem
kozmopolit bir Anadolu toplumu, hoşgörülü bir demokrasi örneği ile farklı bir
Cumhuriyeti oluşturulabilirdi
SONUÇ
Bugünkü Cumhuriyetimizin ve
demokrasimizin, tek tip bir topluma ve güvenlik anlayışına değil Osmanlı
Hristiyanlarının manevi miraslarının gölgelerine saygı göstermeye ihtiyacı var.
Ermeni diasporası nefret siyaseti üretmek yerine ata topraklarında ortak manevi
hatıraları yeşertecek çözümlere kapı açabilmeli. Türkiye Cumhuriyeti’ne hamle
alanı bırakabilmeli. İşin içinde Ermenistan hatta Azerbaycan’da olabilmeli.
Devletimiz de Osmanlı Ermenilerinin
torunlarının acılarını paylaşmalı bu konuda somut adımlar atabilmeli.
Vatandaşlık ve vakıflarının haklarının verilmesi dahil kabul edilebilir
jestlerle bu eski komşularımızın torunlarına el uzatılmalı. Bu sorunun konuşulması
ve çözümü Türkler ve Ermeniler dışındakilere bırakılmamalı. Bu yası inkâr etmek
yerine ortak yasın bir şekilde tutulmasına karşılıklı saygı gösterilmeli.
Karşılıklı yalanlar üzerine sağlıklı yarınların inşa edilemeyeceği
görülebilmeli.
Osmanlı Ermenilerine Tehcir sırasında
yaşatılan acılar ve kayıpların yaslarını inkâr etmiyor paylaşıyoruz. Bunun
sorumluluğunun bir topluma, millete ve halka yıkılmasını kabul etmiyoruz. Aynı
duyarlılığın da benzer niteliksel acıları yaşayan Osmanlı Müslümanlarının da
hatıralarına gösterilmesini Osmanlı Ermenileri torunlarından bekliyoruz.
Hepimiz için hiçbir kutsal dava, Ermeni
veya Müslüman olsun, ebeveynlerini kaybetmiş yalnız ve çaresiz kalmış mazlum
küçük çocukların gözyaşlarının hatıralarından daha kutsal olmamalı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorum yazarak, düşüncelerinizi benimle paylaşabilirsiniz.