Ayşe Kadıoğlu “…Cumhuriyet Türkiye’sinin en ideal öğrencileri soruların cevaplarını bilen ancak kendileri soru sorma alışkanlığı edinmemiş kişiler olarak yetişmişlerdir” tespitinde bulunur. Tespitin devamı çok daha çarpıcıdır: “Nitekim “…çıplak bir düşünme anını simgeleyen …Düşünen Adam (heykelinin) Türkiye’de bilinen en popüler kopyası bir akıl hastanesinin bahçesinde bulunmaktadır.” Müfredat tartışmalarının yapıldığı bu süreçte hem tartışmanın biçimi hem de içeriği paylaştığım tespitin nasıl da isabetli olduğunu teyit ediyor. Tartışmanın koordinatları mevzuyu ne tür bir düzlemde tartıştığımızı veya tartışmadığımızı doğrudan belirliyor. Türkiye’yi normal bir tarihsel arka plan, kendi doğallığı içinde seyreden bir devlet-toplum ilişkisi üzerinden alırsanız daha doğrusu bu boyutları tartışma dışı tutarsanız pekâlâ bir müfredat tartışması yapabilirsiniz, teferruatlı bir düzenlemeye de girişebilirsiniz. Ancak meselenin bağlantılı olduğu esas alanı ve dinamikleri göz ardı eden her okuma tabiatı icabı atıl kalmaya mahkûmdur. Tıpkı uzun bir süredir ülkemizde bin bir emekle verdiğimiz eğitim mücadelesinin memnun olmadığımız düzeyde kalması gibi.
***
Hayatımızın çeşitli alanlarında
giriştiğimiz düzenlemelerin, eğitimde olduğu gibi, bekleneni vermemesi sadece
hayatın kompleks, öngörülemez niteliğinin karşımıza çıkardığı engellere
bağlayamayız. Elbette insan hayatı her türlü planı, mühendislik faaliyetini
hele hele bu hayatın doğal ritmine uymayan ideolojik-politik arzuları
çökertecek hesaba gelmeyen unsurları içinde daima barındırır. Zaten insanın bir
tarihinin olmasının, bir uyum aparatı olmaktan öte bir varlık olmasının anlamı
ve önemi de buradan gelir. O halde bu tartışma bağlamında yapmamız gereken
temel tespit; yürüttüğümüz eğitim faaliyetini etkisiz, işlevsiz kılan hususun
hayatın kendi doğal değişim dinamiğinin olmadığı gerçeğidir. Şüphesiz büyük bir
değişim-dönüşüm dalgası içindeyiz ve yürüttüğümüz faaliyetin kaderine etki eden
bu dalgayı inkâr edemeyiz. Ancak müfredat tartışmasında MEB tarafından
meşrulaştırıcı bir gerekçe olarak ileri sürülen değişim-dönüşüm dalgası hem
meseleyi kendi asli ve geniş bağlamından kopartıyor hem de teknik ve kaçınılmaz
bir bugüne adaptasyon sorununa indirgeyerek olanı biteni manipüle ediyor.
***
O halde kimsenin itiraz etmeyeceği,
edemeyeceği meşrulaştırıcı gerekçeyle bağlamından koparılan ve manipüle edilen
şeye odaklanmamızda zaruret var. Şu an yürüttüğümüz şekliyle tartışma tam da
sınırları çizilmiş bir alanda beklenen şekilde, içerikte ve düzeyde yürütülen
bir tartışmadır. Bu sadece bir iktidar odağının stratejik müdahalesi olarak
değerlendirilmemelidir. Onu da içeren daha geniş ve kapsamlı bir durumla karşı
karşıyayız. Türkiye’nin tabiri caizse dünyayla oryantasyonuna rengini, ruhunu
veren varoluş biçimi var. Bu varoluş biçimi hayatla, toplumla, sorun tanılama
ve çözüm üretme sistematiği ile belirli şekilde davranmayı, belirli şekilde bir
ilişki tesis etmeyi normalleştiriyor. Bunu sadece iktidarın davranışlarına yön
veren müesses nizam olarak düşünmeyelim. Aynı zamanda iktidarın uygulamalarına
karşı çıkanları da içeren çok daha geniş bir düzlem var karşımızda ve tam da bu
geniş düzlemi düzenleme, belirleme kapasitesi nedeniyle müesses nizamdan
bahsettiğimizde esaslı bir şey söylemiş oluruz. Bu yüzden zannedilenin aksine
iktidar odağında hangi aktörlerin olduğundan, onların ideolojik-politik
aidiyetlerinin ne olduğundan daha öte bir şeye vurgu yapar müesses nizam.
İktidarın her türlü tasarrufuna karşı muhalefet ederken bile sizi yönlendiren,
ufkunuzu belirleyen dokunun, iklimin ayırdına varmamız gerekiyor. Çünkü
nihayetinde bir noktadan sonra iktidarın ve muhalefetin de belirli hatta
kalmasını ve hareket etmesini sağlayan bir şeyden bahsediyoruz.
***
Tartışmayı taşıyan zemini dikkate alarak
hareket etme zaruretimizin altını çizerek başlamalıyım. Tartışmanın yapıldığı
alan, alanın içinde yer aldığı bağlam dikkate alınarak ancak
değerlendirilebilir.
Çünkü alan hem varlığını ve meşruluğunu
hem de anlamını ve olası işlevini bağlantılı olduğu bu geniş bağlamdan alıyor.
O halde bakanlığın paylaştığı son müfredata ilişkin bir şey söyleyebilmek için
ancak devam ede gelen uygulamayla birlikte ele alındığında mümkündür.
Türkiye’nin modernleşme sürecinden bu yana modern eğitimin konumlandırıldığı
bir yer var. Bu yerin temel motivasyonunun makbul vatandaş olduğu bugün
neredeyse tartışma dışı bir veri olarak önümüzdedir. Makbul vatandaşa odaklı
bir düzeneği sorgulamak ile makbul vatandaşın içeriğinin nasıl olacağını
tartışmak arasında çok temel bir fark var.
Türkiye’de başından bu yana makbul
vatandaşın kimliğinin ne olacağına ilişkin ideolojik-politik bir çatışma, bir
mücadele var ve maalesef bu mücadele bugün de yürürlüktedir. Bu mücadelenin
niteliği ayrı bir tartışma olmakla birlikte devlet tekelinde yürütülecek bir
mühendislik faaliyeti ile mamul edilecek vatandaşın hangi donanımda olacağı bir
egemenlik meselesidir ve aynı zamanda gösterisi ve göstergesidir. Nitekim
müfredat meselesi esas itibariyle epistemik otoritenin kim olduğunu söylemesi
itibariyle önemlidir ve hararetli tartışmaya konu olması da bir yönüyle bu
yüzdendir.
***
Önce müfredat bağlamında MEB’in tarihsel
süreklilik içerisinde devam ettirdiklerine bakalım. Ardından da varsa ayrıştığı
hususları inceleyelim kısaca. MEB, esas itibariyle kendi tarihsel sürekliliğini
çok fazla bozmadan sürdüren dirençli bir yapı. Mevcut bakanın müsteşar iken
belirttiği gibi “MEB’de Cumhuriyet’in başından bu yana paradigmatik bir değişim
yaşanmamıştır, teknik-tali konularda minimal değişikliklere gidilmiştir.” Yeni
müfredatın paylaşıldığı bugünlerde de durum aynıdır. MEB’in yasal dayanaklarında
hiçbir değişikliğe gidilmemiş, yapı, işleyiş ve ilişki olduğu biçimiyle
yürürlükte tutulmuştur. Ne ideolojik-politik kimlik, ne
otoriter-merkeziyetçi-hiyerarşik yapı ve ilişki hedef alınmıştır. Tersine bu
temel noktalar sorun edilmemiş, tartışma dışı bırakılmıştır. Dolayısıyla
Tevhid-i Tedrisat’tan 1739 Sayılı MTK’ya kadar mevzuatın aynıyla kaldığı,
eğitimin içinde yer aldığı genel ekonomi-politik düzenin tüm mantık ve
kurgusunu devam ettirdiği dolayısıyla eğitimin makbul vatandaş üretim tezgâhı
olarak görüldüğü ve kullanıldığı bir yerde yapısal, paradigmatik, köklü bir
değişimden bahsetmek anlamsızdır. Durum böyle olduğu halde MEB’in müfredat
açıklamasını sistemin dinamikleri ile oynayan köklü bir girişim olarak sunumu
da hangi muhalif kesimden ve hangi saikle gelirse gelsin gerçeği manipüle eden
ve statüko lehine çalışan bir hamle olarak kaydedilmelidir.
***
Gelelim MEB’in yeni müfredatla getirdiği
ayrışan hususlara. Kamuoyundaki tartışmanın odaklandığı nokta da burası zaten.
Cumhurbaşkanının zaman zaman dile getirdiği “dindar nesil” vurgusunda
somutlaşan talep yeni müfredatın esas itibariyle örtük amaçlılığını
oluşturuyor. Açıklanan müfredatın başlığına seçilen “maarif” kelimesinden tutun
yerli, milli, medeniyet vurgularının tümü bu amaçlılığın göstergeleri olarak
okunabilir. Ancak anlamlı ve bütünlüklü bir sembolik dilden ziyade derme çatma
bir retorikten öte olmayan bu tasarımın açıklayanların da tecrübeyle
görecekleri üzere yeni bir reform söylencesinin hedefi olmak üzere sırasını
beklemekten öte bir anlamı olmayacaktır. Vaveyla ile açıklanan 2023 Vizyon
Belgesi de benzer bir dil üzerinden kamuoyuyla paylaşılmış ancak 2024’e
eriştiğimiz bu günlerde Vizyon Belgesi’nin adı bile kalmamışken biz on
yıllardır yaptığımız şeyi aynı şekilde yapmaya devam ediyoruz. MEB’in bir
şeyler değiştiriyormuş havası yaratarak müesses düzeni sürdürme gibi sıra dışı
bir tecrübesi var. Aslında bu tecrübe bir Türkiye tecrübesidir ve öylesine
baskın ve kalıcıdır ki her toplumsal kesimde, her iktidar adayında metamorfoz
oluşturabilecek kudrettedir.
***
Bugüne kadar yaptığımızı benzer şekilde
yapmaya devam ettiğimiz bugünlerde açık açık konuşmakta zaruret görüyorum.
Operasyonel bir sürecin içindeyiz. Operasyonu iki türlü anlamamızda yarar var.
Hedef aldığınız toplumu belirli yöne
yönlendirme amaçlı operasyon olduğu gibi bakışı kaydıran, bakışa ayar veren
başka türlü operasyon da olabilir. Bunları doğrudan iktidar hamleleri olarak
görmemiz gerekmiyor. Bir komplodan bahsetmiyorum. Daha büyük bir iktidardan,
onun yönlendirmesinden, gündelik hayatımızın akışına normuna, normaline yön
veren kodifikasyona bakmamız gerekiyor çünkü başımıza gelenler hatta iktidarda
olduğunu zannedenlerin de başına gelenlerin bundan bağımsız olduğunu söylemek
aşırı saflık olur. Matruşka gibi. İktidar içinde iktidar, onun içinde başka bir
iktidar.
İktidar ilişkilerinden bağımsız steril bir
alandan söz etmiyorum, böyle bir şey beklemiyorum. Ancak güç ilişkilerinin ve
müdahalelerinin olabildiğince açığa çıkarıldığı bir düzlem en azından kaba saba
müdahalelerin, manipülasyonların ve işlevsiz uygulamaların sınırlanması
açısından önemli işlev görecektir.
***
Müfredat tartışmasının zemini de bu açıdan
dikkate alınmalıdır. Aktarılacak şeyin, aktarılma şeklinin şüphesiz eğitim
faslında önemli bir yeri var. Ancak bunun nerede, hangi düzlemde, hangi
ortamda, hangi gerçeklikte ve ilişki zemininde olduğu çok daha önemli.
Doğallaştırılan, gözden kaçırılan, tartılma dışı bırakılan yerleri not etmemiz
gerektiğini, bunları göz önünde bulundurmayan tartışmanın yürürlükteki
kandırmacayı sürdürmeye yaradığını belirtmemiz gerekiyor. Cumhuriyet’in ideal
öğrencileri olarak verilen cevapları ne kadar bildiğimiz tartışmaya açık ancak
sorulması icap eden soruları sormaz hale getirildiğimiz aşikâr. Müfredat
dediğimiz düzenlemenin ideolojik, otoriter, merkeziyetçi, katılıma açık
olmayan, Türkiye’nin kronik hastalıkları ile malul ve eğitimi ideolojik bir
aygıt olarak gören yapı içerisinde anlamsızlaşacağı izahtan varestedir. Tam da
bu anlamsızlık yüzünden manipülatif olarak görülmeli ve bizi gerçekten
dolayısıyla anlamlı bir çözümden uzak tuttuğu için eleştirilmelidir. Modern
eğitimin temel parametrelerini görmezden gelerek bir takım teknik
düzenlemelerle ideolojik-politik tahayyülleri devlete yaslanarak gerçekleştirme
beklentisi toplumu şahsiyetsizleştirmek, kimliğinden, aidiyetinden soyundurmak
ve istenilen için bir ameliyat alanına çevirmektir. Yukarıda da değindiğim
üzere Türkiye’de temel ve genel mesele; devletin belirleyeceği bir makbul
vatandaşın renginin ne olacağı meselesi olmaktan çıkarılmadığı müddetçe yanlış
zeminde enerji tüketmeye devam edeceğiz. Türkiye’de ve dolayısıyla eğitim
alanında mesele; makbul vatandaş düzeneğini sorgulamak, onu atıl hale
getirmektir.
Zannedildiği gibi bu düzenek bir çözüm
mekanizması değil tam tersine sorun odağıdır ve bir tecrübenin, bir pratiğin,
bir zihniyetin dışavurumudur. Müfredat bizi düzenekle hesaplaşmaya değil
düzenek içinde pozisyon kapmaya çağırıyor. Bu da hem gerçeği görmekten ve
anlamlı bir çözüm üretmekten bizi alıkoyuyor hem de bu şekilde statükonun
devamını sağlıyor. Anlamlı sorular yerine güzel cevaplarımız olduğunda bunlar
maalesef kaçınılmaz oluyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorum yazarak, düşüncelerinizi benimle paylaşabilirsiniz.