MISIR MI EGYPT Mİ?
Yakınlarda Mısır seyahati yaptım. Seyahat
insanın dünyaya açılan penceresidir. Zaman ve imkân bulunca arada bu pencereden
bakmak gerekir. Ülkelerin geçmişi hakkında en temel kaynaklar arasında
seyahatnameler var. Ayrıca başka bir coğrafyaya geziye gidince ülkeni de
sevmeye zaman bulursun. Seyahate çıkınca oluşan özlem, ülkendeki iyi yönleri
getirir hatırana. Ben ayrıca kendi geçmişimle, ideolojik geçmişimle de
hesaplaşma fırsatı buldum bu gezide.
Biz Mısır’a neden Mısır diyoruz da
uluslararası adı Egypt? Egypt; Kıptî Ülkesi demek. Mısır’ın asıl sahipleri
Kıptîlerdi. Bugün genelde Hristiyan olan Kıptîler nedeniyle Batı Egypt adı
verdi. Mısır ise Mim Sad Ra harflerinin kolajıdır. Meşakkat, Sabır, Refah
kelimelerini içerir. Geçmişte refah içinde olduğu antik şehir ve tapınaklardan
belli. Meşakkat ve sabır bugüne yaklaştıkça sorunu Mısr’ın.
Mısır, batılılaşmayı bizim gibi
“şeytanlaşma” ya da emperyalist sömürü görmediği için Fransa’ya olumlu bakıyor.
Bu sayede eğitim sistemi Fransa ekolünü takip ediyor. İlkokuldan liseye kadar
eğitim zorunlu ve parasız. Ortaokuldan sonra meslek okullarına yönlendiriliyor,
bir meslek edinsin diye öğrenciler. Zeki ve çalışkanlar da Lise ve
Üniversiteye. Arapça ve İngilizce zorunlu derslerden olduğu için yabancı dil
öğretimi de başarılı.
Mısır’da, gerek Hristiyanların mevcudiyeti
gerek batılı ilişkiler nedeniyle, kılık-kıyafet sorunu, farklı inanç meşrep ve
hayat tarzları bir arada sürüyor. Bazı radikaller Hristiyan turistlere saldırma
olayları olsa da gezi boyunca mini etekli, örtülü, her insan hiçbir tepki
görmeden dolaşabiliyor Mısır’da. Sadece camilere girerken mazbut örtüler
gerekiyor.
AYDINLANMIŞ BATI, IŞIKLI DOĞU
Benim için eski hatıralar, İslamcı
geçmişimin hesabının görüleceği bir yerdi Kahire. Kavalalı Mehmet Ali Paşa ile birlikte
batılılaşmanın muhasebesinin yapılacağı bir yer aynı zamanda. İslam medeniyeti
zirvedeyken bu batı neden güçlendi ve İslam coğrafyası güçlü olmak için batıya
benzeme yoluna neden girdi? İslam sadece güç üzerinden, devletin fetihler
yapabileceği, ganimetlere ulaştıran, üç kıtada at oynatan dönemlere erişebilmek
için bir zafer sarhoşluğunu mu ima etmeliydi?
Türkiye’nin Cumhuriyet inkılapları
karşısında Mehmet Akif’in sığındığı Kahire bu mu? Türkiye’ye bakınca ne kadar
arkaik bir çağdan kalmış, bizden 40-50 yıl geriden bu ülke mi Müslümana
sığınak? Mısır Hidivi ailesinden Osmanlı’da İslamcılığın en tutarlı görüşlerini
sergileyen Said Halim Paşa’nın memleketi, aynı zamanda. Öğrenci bütçesini talan
eden “Fizilalil Kuran” tefsirini edinmek için katlandığımız o mahrumiyetler.
Günler geceler boyu cilt cilt külliyatını okuduğumuz Seyyid Kutup’un
fikirlerine hayat veren coğrafyayı görmek, böyle bir karmaşaya mı sürüklemeli
bizi?
Muhammed Kutup’tan İslami edebiyat ve
sanat anlayışı kazanmak için bütün o geceler boyu kitap okumaktan yaşamaya
zaman bulamadığımız tarihimizle yüzleşmek demekti bir yerde Kahire. Müslüman
Kardeşler teşkilâtının önde gelen liderlerinden Abdülkadir Udeh’in İslam Ceza
Hukukunu okuyup İslam Devletinde geçerli olacak hukuk düzenini kurmaya
çalıştığımız o romantik gençlik çağlarında. İdealist gençlerin dinî otorite
olmak amacıyla El-Ezher Üniversitesinde eğitim görebilmek için yayan yapıldak
yollara düştüğü Kahire böyle mi olmalıydı? Yoksulluk, karmaşa, darbelerle süren
bir idare.
Enver Sedat’ı bir törende öldüren Yüzbaşı
Halid el-İslâmbûlî kahraman mı yoksa ülkesini kaosa sürükleyen bir kurban mı?
Hasan El Benna’nın kurduğu Tahrir Meydanında toplanarak Hüsnü Mübarek’i alaşağı
edip Mursi’yle iktidara ulaşan Müslüman Kardeşlere ne oldu? Rabia işareti ile
çağdaş firavunlara isyan eden bir kurtuluş ordusu mu yoksa İslam muhayyilesinin
son çırpınışı mı idi İhvan-ı müslimin? Risaleler okuyup bir odaya tıkılmakla
geçen bütün o tarihimiz bugünleri görüp hicrana düşmek için miydi? Enver
Sedat’ın öldürüldüğü platformu, görkemli mezarını görünce, hangi silahlı eylem
bir milletin hayatını kurtaracak diye soru sormak lüks değil mi bir turiste?
DEVRİM Mİ EVRİM Mİ?
30 milyona yaklaşan nüfusu ile kaos,
fakirlik, plansızlık ve yoksulluğu ile sefaleti mücessem hale getiren bu şehir
mi, başka medeniyetlerle yarışabilecek? Antik medeniyetin on binyıldır hala
ayakta ve hayatta olan Tanrı Kralların devasa eserleri ile bu şehirler mi
yarışabilecek? Mısır mitolojisinin gücü ile Çoban Kralların mesajı hangi üstünlükle
karşılaşacak? Bugün Müslüman coğrafyanın o çağların ihtişamından sonra bu
düşüşü nasıl açıklanabilir? Antik Medeniyet seçkinler, asiller, saray
çevresinde inşa edilebilen ihtişamlı bir geçmiş ise, bugünkü fakirlik ve
sefalet, dış yardımlara muhtaç bir ülke, döviz sınırlaması ile hayati
ihtiyaçlarına yabancı para bulmak için ülkeyi turistlere cennet, halkına
cehennem kılan bu sonuçlar nasıl açıklanabilir?
Kafamda derin ve çetrefilli sorular ve
turiste güzelliklerini sergileyen mekânlar çelişkilere düşürüyor beni. İhtişam
ve sefalet, baskı, terör ve sindirilmiş halklar, ülkesi için mi yoksa ihtirası
için mi hükmeden yöneticiler ile hareketli bir hayatı zevk arzu ve eğlenceli
bir cümbüşe çeviren zenginler mi? Yoksa fakirliği görünen bir resme çeviren yoksullar
mı? Bu ülkenin bir gerçeği? Bütün bir coğrafyanın görünen resmi?
Tahlil, analiz ve bizi ikna eden bir
yoruma ulaştıran çıkmadı aramızdan! MİT bile Seyyid Kutup’un İslamda Sosyal
Adalet kitabını Türkiye’de bestseller kılarken ne öngörmüştü acaba? Modernleşmeyi
Mısır üzerinden taklit eden Türkiye, İslamcılık için adresi de neden Mısır
göstermişti?
BATILILAŞMANIN DİKENLİ YOLLARI
Başbakan idam eden ve darbelerle yönetilen
Mısır, Türkiye’nin 1960’lı yıllarını yaşıyor, bir yerde. Askeri yönetim herkesi
sindirmiş ve ben tekbir getirdikçe, “Hazreti Mursi keremellahu veche” dedikçe
neden gelip bana sarılıyor ve gözleri ışıldıyor garip Müslümanların? Minyeli
Abdullah’ı yazan neden Türkiye’yi zemin kılmamıştı da Mısır’a taşımıştı bu
mücadeleyi?
Tahtavi’nin nesnel batı yorumlarına
bakınca aradan geçen 200 sene bizi neden daha irrasyonel ve hamasete sığınan
bir anlayışa ulaştırdı? Mısır’dan 40 yıl ilerde olan Türkiye tekrar geçmişin
anlayış ve zihniyetine düşmek için neden bu kadar iştahlı? Firavunlar ülkesinde
hak ve batıl mücadelesi, yoğun yaşanmış diyenlere selam söylemek Hasan el
Benna’ya ,Mursi’ye rahmet dilemek de kişisel tarihimize bir vefa sayılmaz mı?
Yoksa artık İslamcı değilim ve hatta dinle de mesafeliyim diye geçmişimizi
sileyim mi? Türkiye neden bir muhasebe ve hesaplaşmaya girmez de hala hamaset
ve hamakate prim verir?
SILA HASRETİ
Mehmet Akif’in sıla hasreti ile mekân
edindiği Han El Halil Çarşısındaki Fişavi Kıraathanesine gitmek, Necip
Mahfuz’un yemek yediği lokantasına uğramak, Ettahrir’e yakın kitapçıları ve
Mevlevihane’yi dolaşmak, Mühendisyn’de bir balık yemek, Cafe Laguna’da bir
nargile tüttürmek planlarımız arasında. Ne mümkün. Çarşıya girince, bir kahve
içebilmek ancak turiste sunulan. Üstelik oynak müzikler eşliğinde şenlikli bir
kalabalık, her bir kahveye davet çığlıkları arasında çarşının curcunasına nasıl
katlanmıştı Mehmet Akif acaba? Biz bir saatlik seyir için bunca azaba düşerken?
Hemen karşıdaki El Ezher, Sorbon, Trinity
ve Salamanca Üniversitesi ile aynı zamanda kurulmasına rağmen bu yarıştan nasıl
koptu? Geçmişi ihtişamla yaşamak çabasından, haşr zeyl ve tekrardan bugüne ve
geleceğe merhem olacak bir ufka neden sahip olamıyor? Hemen yanıbaşındaki
Hüseyn Camisindeki Hz. Hüseyin’in hatırasına yapılan türbe demirlerine yapışan,
öpen ve ağlayan Şiiler ve türbeye bitişik görkemli camide namaz kılan Sünniler
neden umutlu görünmüyor, geleceğe aydınlık bir yüz ışıltılı bir gözle
bakamıyorlar?
Müze gezisinden sonra buluşma saatini
beklediğimiz sırada Sisi askerlerinin karakol kurduğu alanda rabia işareti ve
tekbir getirerek günlerce televizyondan seyrettiğimiz Tahrir Meydanı
eylemlerine kendimi kattım ben. İçimdeki çocuğun sesini kırmayayım diye.
Devrimci gençliğimize bir selam olsun diye de. Ne meydanlar bir atılıma çağrı
ne eylemim devrime bir ima! Turist olunca hayatımızı adadığımız dava, teatral
bir görünüme, turistik bir resme fit oluyor. İdealist devrimler
gerçekleşmeyince midealist bir turist olmak ne kadar kolay!
Kalbimiz bu iniş çıkışlar, darbeler,
kaotik dönemler yaşamaktan yorgun düşünce en iyisi Nil’de bir tekne gezisi ve
raks dans ve ışıklı Mevlevi gösterisi ile gezinin eğlenceli bir programı da
olduğunu ispat etmek istiyor, Mısır. Turisti müşteri görünce ona eğlenceli bir
gece ayarlamak da ülkenin zenginliği. Kültürel bilinçlenme de “over dose”
olmuşuz. Biraz eğlenmek de hakkımız. Turist dediğin sürekli yolunmak üzere
yabancı diyarlara gelmiş bir kaz. Her beklentisinden yararlanmak gerekir. Para
onda çünkü. Başka bir diyarda kazanmış ve buralara harcamak için gelmiş.
Dövizleri geri götürmesine fırsat vermemek lazım. İstediği kadar cimri olsun.
Bir şekilde söğüşlemek için cazibeli fırsat ve teklifler sunabilir her ülke.
O kadar yoğun düşünce, bireylerin, ülke
tarihindeki önemsizliği dank edince kafamıza, dava diye yorulduğumuz hayatımız
hiçbir yere ulaşmadığını kabullenince vur patlasın çal oynasın diyecektik en sonunda.
Her yeri bıngıl bıngıl titreyen dansözlere eşlik etmek, Kahireli kadınla
evlenmeyen bakir sayılır diyenlere hak vermek için el çırpmak, her alanda
kutsal virajlar alırken kıvırmak da bir yetenek bizlerde.
Allah var, gecenin o vaktinde Nil’in
esintisi, gemilerden yükselen müziğin şamatası, ne düşünce ne dert tasa
bırakıyor kafamızda. Oynak bedenlere iştirak ederek hayatın şenlikli yanına
düşmek de bir imtihan diye sarılıyoruz kameralara. Nasıl olsa büyük davalar,
idealler ve üstanlatılar dönemi sona erdi.
Kahramanlık Çağından özgür bireyleri öne
çıkaran postmodern bir zamandayız. El Ezher, dindarlar ve doğu hala bunun
farkında olmasa da.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorum yazarak, düşüncelerinizi benimle paylaşabilirsiniz.