Diyarbekir, insanlığın ilk yerleşim
yerlerinden, dünyanın en kadim şehirlerinden biri.
Araştırmalar bölgede ilk yerleşimin on bin
yıl öncesine kadar uzandığını gösteriyor.
Aslında 'Diyar-ı Bekir' ismi güneyde Cizre
ve Nusaybin'den başlayarak, Karacadağ'a ve Siverek'e; kuzeyde ise Muş ve Bingöl
Dağları'na kadar uzanan bölgenin adı.
Adını, İslamiyet’ten önce buralara
yerleşen ünlü Arap kabilesi Bekir bin Vail’den alıyor. Osmanlı döneminde de
önce eyaletin, sonrasında da vilayetin adı Diyarbekir.
Tarihi Diyar-ı Bekir Bölgesi’nin coğrafi
sınırları bugünkü Mardin ve Batman’ın tamamını, Siirt, Şırnak ve Urfa'nın da
bir kısmını içine alıyor.
Eyalet ve vilayetin yönetim sınırları ise
bir dönem Adıyaman (Hısn-ı Mansur), Malatya, Elazığ (Harput) ve Bingöl'ü
(Çapakçur) de kapsayacak kadar geniş.
Vilayetin merkezi 5,3 kilometrelik
surlarla çevrili Amid şehri. 'AMED' ise 'Amid'in Kürtçe telaffuzu.
Cumhuriyet'in ilan edildiği 29 Ekim 1923'e
kadar resmi olarak, 'Amid Sancağı'ı; Diyarbakir Vilayeti'nin merkez sancağı.
"Sırlarını, surlarına söyleyen",
"Ağzı var dili yok" binlerce yıllık Amid şehri neler gördü, neler
yaşadı neler?
"Kara taşları gibi bahtı kara"
Amid, öyle günler gördü ki on binlerce yiğidini surlarının dibine gömdü;
Öyle günler de gördü ki, bir ömre bedel!
16 Kasım 2013 günü tarihinde gördüğü çok
az sayıdaki 'Bir ömre bedel' günlerden biri.
16 Kasım 2013 günü, Barzani ve Şivan
Perwer'in, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın resmi davetlisi olarak Diyarbekir'e
geldikleri ve Urfa Yolu üzerindeki Kantar Meydanı'nda halka hitap ettikleri
gün.
Çözüm sürecinin en coşkulu günlerini
yaşamakta olduğumuz umut dolu günler...
Başbakan'ın, Barzani ve Şıvan Perwer'i
davet ettiği duyulur duyulmaz, bu konu ile ilgili tezviratlar da servis
edilmeye başlandı.
Böylesine önemli bir daveti
anlamsızlaştırmak için muzavırlar;
"Erdoğan 4 ay sonra yapılacak
Diyarbakır Belediye Başkanlığı seçimini kazanmak için Barzani ve Şivan’ı
kullanmak istiyor.
Bu davet, AK Parti’nin seçimlerde BDP’yi
alt etme manevrasından başka bir şey değil.
Barzani ile Şivan kesinlikle gelmemeliler,
hem zaten Newroz’a gelmeden bu şekilde gelmeleri işbirlikçilikten başka bir şey
değil" demeye başladılar.
Dedikleri kısmen doğruydu!
Tabii ki AK Parti siyaseten çözüm
sürecinin meyvelerini toplamak ve bölgede oylarını artırmak istiyordu, ancak
aynı şey BDP için de geçerliydi.
Göz ardı ettikleri bir şey vardı ki o da;
İki parti Türkiye Büyük Millet Meclisi
çatısı altında birlikte çözüm sürecini yürütüyorlardı ve düşman değil;
rakiptiler. Bu, siyaseten karşılıklı bir alışverişti.
Önemli olan ‘Kazan, kazan’ı sağlamaktı.
Hem Barzani ve Şivan, hükümetin izni
olmadan, Erdoğan'la iyi geçinmeden; böylesine büyük bir adımı nasıl atabilir ve
Diyarbekir'e nasıl gelebilirlerdi ki?
Birazcık siyaset bilen için durum açık ve
netti. Önemli olan aralanan bu kapıyı Kürtlerin lehine sonuna kadar
açabilmekti.
Karşı hamle yaparak süreci bir daha geri
dönülemeyecek kadar ileriye götürmekti.
Süreci sabote etmek isteyenler tam tersini
yaptılar ve Barzani’nin gelişini kendilerince boşa çıkarmak için harekete
geçtiler.
"Bu tamamen bizim dışımızda AK
Parti’nin programıdır, hiçbir BDP milletvekili katılmamalıdır" dediler.
Bazı milletvekili arkadaşlarımızla buna
itiraz ettik ve kendi aramızda tartışmaya başladık.
Tam bu sırada Kadın ve Aileden Sorumlu
Devlet Bakanı Fatma Şahin (Şimdi Antep Belediye Başkanı) beni aradı ve
Diyarbakır milletvekili olarak, Diyarbakır’daki 400 çiftin nikah törenine davet
etti.
Ben de "Sayın Bakan, Sayın
Barzani'nin gelişini basından öğrendik. Gelmelerine 3 gün kalmasına rağmen,
bizim programla ilgili hiçbir bilgimiz yok.
Sayın Barzani ve Sayın Erdoğan,
Diyarbakır’a ne zaman ve hangi yolla gelecekler, nerede konuşma yapacaklar,
Diyarbakır Büyük Şehir Belediyesi’ni ziyaret edecekler mi?
Bu konularla ilgili hiçbir şey bilmiyoruz,
en azından belediye ziyareti programa konulursa, biz de bir şeyler yapmaya,
arkadaşlarımızı ikna etmeye çalışırız. Tamamen devre dışı bırakılır ve
dışlanırsak biz de bir şey yapamayız" dedim.
Fatma Hanım nezaket göstererek
"Ağabey, bana biraz izin ver, Sayın Başbakan'la görüşüp, tekrar sana
döneyim" dedi.
Birkaç saat sonra tekrar arayarak
"Sayın Başbakan uçakla, Sayın Barzani ise Habur’dan Cizre, Nusaybin
güzergahını takiben karayolu ile gelecekler" bilgisini verdi ve
"Sayın Başbakan ve Sayın Barzani ayrı ayrı Büyükşehir Belediyesini ziyaret
edecekler" dedi.
"Ziyaretlere taraflardan beşer kişi
katılsın" diyerek de ziyaretin protokolünü belirledi, ben de
söylediklerini parti yönetimine ilettim.
Bütün bu çabalara rağmen parti içindeki
belli çevrelerin direnci devam etti.
Süreci boşa çıkarmak isteyenler hep aynı
argümanı tekrarlayarak "Mesud Barzani ve Şivan Perwer’in AK Parti
tarafından kullanıldıklarını" ileri sürüyor ve protesto edilmeleri
gerektiğini söylüyorlardı.
Ben "Arkadaşlar, siyaset hamle
işidir. Varsayalım ki AK Parti fırsatçı tüccar gibi basit hesaplar içinde.
Gelin biz karşı hamle ile bu ucuz
politikasını alabora edelim.
Hem üzüm yiyelim hem de bağcıyı dövelim!
Sadece Diyarbakır halkına değil,
Silopi’den Urfa’ya kadar bütün halkımıza seslenelim, çağrıda bulunalım.
Barzani’yi Habur’dan Diyarbekir’e kadar
yüz binlerle karşılayalım; Diyarbekir’deki mitingde ise bu rakamı milyona
çıkaralım.
Cizre’den Diyarbekir miting meydanına
kadar yüzbinlerin, milyonların ellerinde Türkiye ve Irak Kürdistan bayrakları
olsun. Gençlerimiz her iki bayraklı tişörtler giysin.
Türkçe ve Kürtçe tek bir slogan atalım
‘Biji Türkiye, Biji Kürdistan-BijiBırati, BijiAşiti’ (Yaşasın Türkiye, yaşasın
Kürdistan-Yaşasın kardeşlik, yaşasın barış)
Böyle bir tablo, başbakan; onlarca bakan
ve yüzlerce milletvekilinin katıldığı resmi ideolojinin cenaze töreni olur.
Bu 'Cenaze törenine' özellikle Genel
Başkan Selahattin Demirtaş’ın da katılması gerekir" dedim.
Söylediklerim kabul görmedi.
Başbakanı havaalanında karşılamaya
Belediye Başkanı Osman Baydemir'in gitmesine, karayolu ile gelecek Barzani’yi
ise kimsenin karşılamamasına ve diğer programlara da katılınmamasına karar
verildi.
Bu tavır doğrultusunda, Mesud Barzani’nin
esas muhatapları olan parti eş başkanları Selahattin Demirtaş ve Gülten Kışanak
da Diyarbakır’a gelmediler.
Başbakan Erdoğan’ı Diyarbakır
Havaalanı’nda Belediye Başkanı Osman Baydemir'le birlikte Leyla Zana, Esat
Canan, Sırrı Sakık ve ben karşıladık ve tabi aralarında vali, onlarca bakan ve
yüze yakın AK Parti milletvekilinin bulunduğu büyük bir kalabalık.
Barzani’yi Mardin Yolu’nda karşılamaya ise
benim dışımda hiçbir BDP milletvekili gelmedi.
BDP’li milletvekili olarak bir tek ben
gittim. Barzani’yi seven ellerinde Kürdistan bayrakları olan çoğu eski KDP’li
bin kişiye yakın bir grup da karşılamaya gelmişti.
Barzani yoğun ilgiden arabadan inemedi,
doğruca otele geçtik. Karşılamaya gelmeyen Leyla Zana ve Esat Canan da Barzani ve
Şivan’a otelde hoş geldin dediler.
Duygusal anlar yaşandı, Şivan’la otel
kapısında sarılıp, kucaklaştık, hasret giderdik.
Urfa yolu üzerinde Kantar Meydanı’nda
yapılan mitinge katılmadık. 440 kişinin toplu nikah törenine ise sadece Leyla
Zana katıldı.
Gece, Barzani onuruna verilen akşam
yemeğine de Diyarbakır BDP milletvekili olarak bir tek ben katıldım, diğer
arkadaşlar protesto ettiler.
Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Devlet
Bakanı Egemen Bağış ve Mesud Barzani’nin kardeşinin de bulunduğu 2 Nolu
protokol masasında birlikte oturduk. Yemek boyunca sayın Davutoğlu ile
tartıştık.
Gece geç saatlerde tekrar bir durum
değerlendirmesi yaptık, bu kadar mesafeli durmanın Mesud Barzani’ye karşı ayıp
olduğunu düşünen Ahmet Türk ile birlikte birkaç arkadaşla tekrar otele gittik.
Barzani erken uyuduğundan görüşemedik,
Şivan’la odasında sohbet ettik.
Gündüz miting meydanında Mesud Barzani ve
Başbakan Erdoğan tarihi konuşmalar yaptılar.
Mesud Barzani;
"Sevgili Diyarbekirliler,
Sizlere Kürdistan halkının Erbil'in
selamlarını getirdim" diyerek sözlerine başladı.
Bugün rüyalarıma giren tarihi bir hayalim
gerçekleşti.
15-20 yıl öncesi benim Diyarbekir'e
gelmem, bu meydanda Aziz Diyarbekir'de konuşmam imkansızdı.
Bu fırsatı verdiği için sayın Erdoğan’a
teşekkür ederim…
Kardeşlik hukukunun oluşması için
beyinlerin değişmesi gerekiyordu...
Erdoğan'ın Erbil'i ziyaret etmesi ile
Kürtlerin inkarı dönemi bitmiştir…
Savaş tecrübe edildi, kimse savaştan bir
hayır görmedi…
Barış çok zahmetlidir.
Barışa şans ve zaman verilmelidir.
Barış yolu ne kadar uzun olursa olsun bir
saatlik barış, savaştan daha iyidir…
Barış sürecini destekliyoruz. Tüm Kürt
kardeşlerimin de desteklemesini istiyorum.
Türkçe bilmiyorum,
Yaşasın Türk ve Kürt kardeşliği.
Yaşasın barış, yaşasın özgürlük
sözleriyle konuşmasını Türkçe bitirdi.
Barzani, Kürtçe yayın yapan TRT 6 (TRT
Kurdi)’ye verdiği demeçte de "Başbakan’ın 'Kürdistan' demesinden çok
hoşlandım, Kuzey Irak demek doğru değildir.
Çünkü Irak Anayasası’nda da adı Kürdistan
bölgesidir.
Bu da Başbakan'ın attığı bir adımdır. Bu
bizi daha da yakınlaştıracaktır, İnşallah bundan sonraki Nevroz’a da
çağırırsalar geliriz" dedi.
Başbakan Erdoğan’ın konuşması da duygu
doluydu.
Sevgili kardeşlerim;
Bundan 81 yıl önceydi, 21 Haziran 1932.
Hakkari Şemdinli’den sınırdan çok önemli
misafirlerimiz gelmişti. Toprakları uçaklarla bombalanmıştı, köyleri yakılıp
yıkılmıştı.
Buradaki kardeşleri onları muhabbetle
kucakladılar. Gelenlerden bir tanesi şunu söylüyordu:
‘Biz Türkiye’de asılmayı, idam edilmeyi
bekliyorduk. Ama biz Türkiye’ye seve seve geldik, çünkü ölsek de Türkiye’de
ölmek istiyorduk.
Türkiye’de beklediğimiz manzara olmadı.
Çok iyi muamele gördük.’
Bunu söyleyen Molla Mustafa Barzani’ydi.
Merhum Kadı Muhammed’in dediği gibi,
‘Allah’a, dine, İslam dininin önderine
inanmış Müslüman milletinde nasıl ki dürüstlük ve sadakat varsa bütün bu
özellikler Molla Mustafa Barzani’de de vardır.’
İşte o Barzani 81 yıl önce kardeşlerinin
Türkiye’de misafiri oldu. Bugün de Molla Mustafa’nın oğlu değerli dostum Mesud
Barzani’yi Diyarbakır’da misafir ediyorum.
Babanız, amcalarınız gibi kardeşlerinizin
toprağına ve onların ülkesine Türkiye Cumhuriyeti’ne, Diyarbakır şehrimize hoş
geldiniz.
Sizi, şahsınızda Kuzey Irak Kürdistan
bölgesindeki değerli kardeşlerimizi muhabbetle selamlıyorum...
Biz Erbil’de kendimizi kendi şehrimizde
hissettik. Sizde kendinizi evinizde hissedin diyorum...
‘Ben seni özledim inan ki seni özledim,
Baharın rengine sor, o ağacın çiçeklerine
sor,
Barış güvercinlerine sor, arkadaşlık ve
dostluğa sor,
Hapishane duvarlarına sor onlar sana
doğruyu söylerler
Ben seni çok özledim inan ki seni
özledim.’
(Şivan'ın en ünlü parçalarından 'Min
bériya te kiriya...'nın Türkçesi)
Evet, tam 37 yıl süren bu anlamsız acı, bu
kederli hüzne son veriyoruz.
Nihayet hoş geldin Şivan Perver diyoruz…
Ezelden kardeşiz, ebede kadar kardeşiz…
Biz sadece yol arkadaşı değil, kader
arkadaşıyız. Biz pazara kadar değil mezara kadar, mahşere kadar biriz,
beraberiz…
Ah keşke bugün biri daha aramızda olsaydı.
‘Ben yandım siz yanmayın Allah aşkına’
diyordu.
‘Şimdilik hoşçakalın gözüm’ diyordu.
Ne var ki, vatana dosta, kardeşe hasret
şekilde 13 yıl önce bugün bir 16 Kasım’da gurbette hayata veda etti.
Ahmet Kaya’yı Diyarbakır’ın, Malatya’nın
evladını sevgili dostum Ahmet Kaya’yı vefatının 13. sene-i devriyesinde
rahmetle anıyorum.
Ahh diyorum o da burada olaydı. Ben Pınarhisar’a
giderken o da uğurlamaya gelmişti. Öyle bir dostluk vardı…
Yüz yıl önce bu topraklarda adeta cetvelle
sınırlar çizildi ama bizim muhabbetimize sınırlar çizemezler.
Bizim ortak tarihimize ve geleceğimize
sınır çizemezler…
Nasıl ki Türk’ü Kürt’ten ayıramazlarsa
Kürt’ü de Türk’ten ayıramazlar. Bir annenin çocuğuyla anadilinde konuşamıyor
olmasından büyük azap ne olabilir?
Şivan Perwer’in kasetlerinin nasıl gizli
gizli dinlendiğini ben de bilirim.
Faili meçhullerin, işkencelerin,
sürgünlerin ne büyük acı olduğunu bilirim…
23 Nisan 1920 ruhuyla yeni bir Türkiye
inşa ediyoruz. Yeni Türkiye’yi her etnik, her inanç unsuruyla, her mezheple
inşa ediyoruz.
1920’de TBMM’de Kürt, Türk, Arap, Laz,
Gürcü, Çerkes, Boşnak nasıl beraber olduysa, İstiklal Savaşı’nı birlikte
verdilerse, Cumhuriyet’i nasıl birlikte kurdularsa yeni Türkiye’yi de o ruh, o
öz ve kardeşlik ruhuyla ayağa kaldırıyoruz…
Diyarbakırlı Kürt kardeşim, Türk kardeşim,
Zaza, Arap kardeşim bu Cumhuriyet senin Cumhuriyetindir.
Ne kadar İzmirlinin ne kadar İstanbullunun
ne kadar Ankaralının cumhuriyetiyse o kadar da senin cumhuriyetindir.
Bu devlet senin devletindir. Bu bayrak
senin bayrağındır. Artık kimse kimseyi hor göremez. Kimse kimseye ikinci sınıf
vatandaş muamelesi yapamaz.
Hiçbir kültür, hiçbir kimlik inkar
edilemez. Yeni Türkiye’de ayrımcılık, öteleme, horlama olamaz.
İnkar, ret, asimilasyon olamaz, olmayacak.
Bu topraklarda nifak, ayrışma, nefret, ötekileştirme olmayacak.
Tıpkı 23 Nisan 1920’de olduğu gibi. Başı
açık da örtülü de bu ülkenin birinci sınıf vatandaşıdır. Bu cumhuriyeti hep
birlikte kurduk. İstikbali de birlikte inşa edeceğiz.
Çocuklarımızın kanı üzerinden hesap
yapanlara Diyarbakır’ın ‘Yeter artık’ demesini istiyorum…
Dağdakilerin indiğini, cezaevlerinin
boşaldığını, 76 milyonun kucaklaştığını birlikte yeni Türkiye olduklarını
göreceğiz.
Irak Kürdistan Bölgesel Yönetim Başkanı
değerli kardeşim Barzani’ye Erbil’den geldikleri, heyecanımızı paylaştıkları
için milletim adına teşekkür ediyorum.
Şivan Perwer’e ülkesinde topraklarına, ana
baba ocağına 37 yıl sonra tekrar hoş geldin diyorum.
Zülküf Peygamberin, Elyasa peygamberin
sahabe-i kiramın, evliyanın onların hatırına rabbim kardeşliğimizi,
muhabbetimizi daim etsin diyorum.
Başbakanın konuşmasından sonra sahneye
çıkan Şivan Perwer ve İbrahim Tatlıses birlikte türkü söylerlerken Emine
Erdoğan ve Bülent Arınç ağlıyorlardı ve onlarla birlikte binlerce kişi de.
Ertesi gün Başbakan Erdoğan ve heyeti
Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir’i makamında ziyaret etti.
Tüm protokol kuralları alt üst oldu,
onlarca kişi odaya doldu.
Oldukça samimi geçen sohbetin gazetelerde
yayımlanan fotoğraflarında Osman Baydemir’in eli Başbakan’ın elinde, Erdoğan da
dahil hepimiz kahkahalar atıyorduk.
Osman Baydemir ve Esat Canan'ın Şal-u
Şapikle yer aldıkları, Mesud Barzani’nin Belediye ziyareti ise tam bir düğüne
döndü, oda ve koridorlar tıka basa doldu.
Benim 8 yaşındaki oğlum Yusuf bile odaya
girdi.
Mesud Barzani her türlü protokol ve
diplomasi kurallarını bir tarafa bırakarak en samimi duygularıyla konuştu.
Çok açık söylemek istiyorum ki,
önceliğimiz Kürtlerin birliğidir. Kürtler birlik olursa hem kendilerine hem de
diğer Arap ve Türk kardeşlerine daha iyi hizmet sunabilirler…
Barış sürecinde Erdoğan ve Öcalan’ı takdir
ediyorum…
Bu sürecin sonunda Öcalan da dahil bir
genel af gelebilir…
Süreci canı gönülden destekliyorum.
Barzani Suriye Kürtleri, Rojava ile ilgili
de önemli bilgiler verdi;
Suriye’de olaylar başladığında, PYD’nin de
içinde olduğu sayıları 15’i bulan Kürt partileri ile Hewler’de (Erbil) bir
toplantı yaptık.
Ben, siz ittifakla ne karar verirseniz,
kararınıza uyacak ve sizi destekleyeceğim.
İster demokratik yollarla eylem (Arapça
muzaharat kelimesini kullandı), isterseniz silahlı mücadele kararı alın
kararınıza saygılı olacak, gerekirse silah da vereceğim dedim.
Barzani "Gerekirse silah da
vereceğim" sözlerini Baydemir’in makamını dolduran içlerinde AK Parti
milletvekillerinin de bulunduğu en az 100 kişinin önünde söyledi.
Barzani, Erbil toplantısı ile ilgili bilgi
vermeye devam ederek şöyle dedi;
Kürt Yüksek Konseyi’ni kurduk ve ‘Peymana
Hewléré’yi (Hewler Anlaşması'nı) imzaladık.
Bu anlaşmaya göre Kürt partileri Esed
rejimiyle doğrudan ve dolaylı hiç bir ilişki kurulmayacak; her türlü ilişki
kesilecekti.
Bütün Kürt Partileri ulusal bir tutum
benimseyerek birlikte hareket edecek, kararlar ve yönetim birlikte
oluşturulacak; bütün gruplar mutabakata uygun davranacaktı.
Ne yazık ki PYD, Kürt Yüksek Konseyi’nin
Erbil Anlaşması’na uymayarak, anlaşmayı bozdu.
Baas rejimi ile ilişkisini sürdürdü ve
kendinden olmayan, kendine boyun eğmeyen Kürtleri tutuklamaya ve öldürmeye
başladı.
PYD'den kaçan on binlerce Kürt, Kürdistan Bölgesi'ne göç etti. (Bugün bu
rakam 250 bin civarında)
Sorduğumuzda ise PYD inkar ederek ‘Benim
ilgim ve bilgim yok’ demeye başladı.
‘Peymana Hewler’e uyarlarsa her türlü
desteği vermeye tekrar hazırım, uymazlarsa yolları açık olsun!
KDP Başkanlık Meclisi üyesi Ali Avni ise
toplantı sonrası verdiği beyanatta;
"PYD, Barzani’yi dinlemedi.
PYD'nin izlediği yanlış siyaset,
Kürtler'in ellerindeki fırsatı kaçırmalarına neden oluyor.
Milletimizin açık açık orada yanlış bir
siyaset yapıldığını bilmesi lazım.
Kürtler yine parçalanıyor, güçsüz
bırakılıyor. Biz Rojava'da, Irak Kürt bölgesindeki gibi bir federasyon
kurulmasını istiyoruz.
PYD, Barzani'yi dinlese, bir yıl içinde
Suriye'de federasyon kurulurdu" diye konuştu.
Belediye’deki buluşmadan sonra topluca
belediyenin hemen karşısındaki bir restorantta yemeğe geçildi. Mesud Barzani
sadece biraz yoğurt ve birkaç lokma ekmek yedi.
Aynı coşku yemek boyunca da devam etti.
Parti eş başkanları Selahattin Demirtaş ve
Gülten Kışanak ne yazık ki, Türkiye barışı ve Kürtler için tarihi önemdeki bu
görüşmelerin hiçbirine katılmadılar.
Sonraki yıllarda ise defalarca ‘Kürt
İttifakı’ ve ‘Ulusal Birlik’ sağlanması için Erbil’e, Barzani’ye gittiler.
Bugünden geriye bakıldığında 2013-2020
yılları arasında korkunç şeyler yaşandı. Her şey ters yüz oldu.
Türkiye’deki kazanımlar yerle bir oldu, 80
milletvekili, 102 belediye başkanlığı ve tüm demokratik kazanımlar hiç oldu.
Suriye, Rojava’daki hedefler ağır yara
aldı.
Çözüm süreci bitti,
16 Kasım 2013'te Başbakan'ın
Diyarbekir'den haykırdığı;
"Dağdakilerin indiğini, cezaevlerinin
boşaldığını, 76 milyonun kucaklaştığını ve birlikte yeni Türkiye olduklarını
göreceğiz" sözleri hayal oldu.
Bırakınız cezaevlerinin boşalmasını,
cezaevlerinde bir yatakta üç kişi yatar oldu!
"Kürdistanlı kardeşlerim"
hitabından,
AK Parti grup toplantısında Başbakan
Erdoğan'ın bizzat ağzından dillendirilen;
"Osmanlı’da da Kürdistan Eyaleti ve
Kürdistanlı milletvekilleri vardı"dan;
"Yallah Kürdistan"a gelindi...
O günlerden bugünlere nasıl geldik,
insanın inanası gelmiyor.
Kabahat samur kürk olmuş da kimse üzerine
almamış
Kime sorarsan suçlu bir başkası,
Kendi ise sütten çıkmış ak kaşık!
AKP, HDP, Devlet, PKK, ABD, İran, İsrail,
Rusya, PYD, Barzani, Talabani, Erdoğan, Arınç, Demirtaş, Buldan, Perinçek,
Esed, Gülen, Bahçeli, İlker Başbuğ, Çevik Bir, Abdullah Gül…
Hiçbiri asla ve kat’a sorumlu ve suçlu
olmadığına göre;
Kibar Feyzo filminde Kemal Sunal’ın,
filmin son sahnesinde "Hakim Bey"e sorduğu gibi, ben de size sorayım!
Hükmü sen ver kurban, suç kimde?