YENİ BİR MERKEZ SAĞ ARAYIŞI
Genel seçim sonuçlarıyla özellikle muhalif
kamuoyunun ilgisi siyasetten uzaklaşmış durumda. CHP’de yönetim devrinin
temkinli iyimserliği, CHP kemik seçmeni üstünde henüz etkisini sürdürmekte.
Helalleşme politikalarından bir iş çıkmadığını gören Muhalif medya ise kendi
mahallesinin kodlarının limitlerine çekilmiş vaziyette. İhtiyacı olan ilgiyi
siyasette magazine yoğunlaşmakla aramakta. Kısmen veya açıktan da olsa onlarda
artık Altılı ötekilerine ambargo uygulamakta. Muhalefet adeta siyaseti ve
medyasıyla statüko-otorite-popülizmin sarkacının sağlam bir diğer aktörü olma
zorlanmasının görüntüsünde. Bu durumda orijinal MHP veya Ak parti varken neden
ayrı partiler kuruldu madem, içeride mücadele etseydiniz sorusunu hedef seçmene
sordurmakta.
Son birkaç genel seçimde iktidar blokunun
halk desteği hiçbir şekilde düşmedi. Merkezde seçmenin kaygılarını giderecek ve
özlemlerini yeşertecek bir merkez Sağ parti arayışı zihinlerde ve pratikte hep
oldu. Bu anlamda İYİ partinin kurulması ve süreci dikkat çekici oldu. İYİ
partinin siyasi serencamına baktığınızda MHP’nin ve AKP’nin ana gövdesinden oy
alamadığını görmekteyiz. Her şeye rağmen de Türk siyasi tarihindeki başarılı
veya başarısız kopuş hareketlerine baktığınızda İYİ parti hareketini tabanını
da oluşturması vesilesiyle başarısız sayamayız.
TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİNDE TARİHSEL
KONSEPT DEĞİŞİMİ
Burada tarihte “kaygı durumlarında
yükselen Milliyetçilik ideolojisinin” ülkemizde hangi niteliklerde seçmene ve
siyasete yansıyabildiğine bakabilmeliyiz. Akçura ve Gasprinski gibi aydınların
Türkçülük-Turancılık ideolojilerini bugünkü Milliyetçilik tasavvurları ile
aynileştirmemek gerekmekte. Zira o dönemde Çarlık yıkılırken Rusya’daki Türk
aydınları Lenin ile bir özerklik mutabakatı içindeydiler. Kazan aydınları
devrim ideolojisiyle çelişmeyip Osmanlı-Rus barışını da sağlayacak Osmanlı’nın
bekasıyla birlikte emperyal bir uzlaşmaya gidebilecek bir fikrin peşindeydiler.
Gaspıralı’nın “dilde, fikirde ve işte birlik” düsturu böyle bir şeydi. Bu durum
kısa bir süre içinde olsa İTC’nin fikir kulübü Türk Yurdu dergisi müdavimlerine
cazip gelebiliyordu. Bu Türkçülük anlayışı sonradan Balkan savaşı sonuçlarıyla
senteze girip daha realist bir devlet ideolojisi niteliğini taşıyacaktı.
Yeni Türkiye devletinde Milliyetçilik
ideolojisi ve siyasi hareketleri bir iç veya dış tehdide karşı korunma refleksi
olarak gelişti. Bugünkü gibi Türkiye’de siyasi milliyetçilik hep devlet
öncelikli oluştu toplum öncelikli oluşamadı. Devlet güvenlik bürokrasisinin
tercihleri belirleyiciydi. Hikâyenin başlangıcı da Sovyet tehdidi ve ideolojisi
Komünizme karşı zuhur etti. Bu NATO ve devlet güvenlik politikalarına aykırı
bir durumda değildi. Anadolu doğusu ve kuzeyi Rus işgalinden çok çekmişti.
Komünizme karşı mücadele dernekleri ve siyasi hareketleri hep ilgi görecekti. O
sıralarda İsrail’in kuruluşu ve apokaliptik iddiaları da devlet için tehditti.
O dönemde yeşeren politik milliyetçi hareketlerin retoriğine anti Siyonist
diskurun ilavesi de sürpriz sayılmazdı.
GÜVENLİK İÇGÜDÜSÜ MİLLİYETÇİ
ADRENALİN
Sovyetlerin dağılması ve ideolojisinin
artık bir tiyatro niteliği kazanması Türk siyasetinde Milliyetçi konsepti de
değiştirdi. Bosna savaşı sonuçları özellikle Milliyetçilik ideolojisinin
Komünizmden sonra yeni ötekisini Haçlılar-Batı olarak yaptığını kısmen
söyleyebiliriz. Artık işin içine İslamcılık ve Osmanlıcılık ’da girmişti. Bu
durum aynı zamanda realist gözükmese de kendi dışında tarihinin eski dostlarını
da koruma içgüdüsüyle ve haçlı tehdidinin de bitmeyeceği kaygısını da
taşıtıyordu. Aynı tarihlerde silahlı PKK ve siyasi Kürt ayrılıkçı hareketinin
terör eylemleri ve talepleri de Bosna savaşı dış tehdidinin yanında uzun yıllar
sürecek toplumsal bir iç tehdit rahatsızlığını da pekiştiriyordu.
Ortadoğu’daki gelişmeler İşid, Suriye ve
Irak’ın bir şekilde bölünme süreci, Türkiye siyasetinde Milliyetçi ideolojinin
refleksif bugünkü kapsamını oluşturuyordu. Bu Milliyetçilik artık sadece
MHP’nin değil devletin ve iktidarın da sınırlarıydı. Toplumun belirlediği
sınırlar içinde siyaset yapmak zorunluluğunu kabullenen diğer politik muhalif
aktörlerin de arka planda kırmızı çizgileriydi.
REFORM HAMLELERİNİN VERDİĞİ TEMEL
GÜVEN
Söz konusu milliyetçiliğin adrenalin ve
kaygı üretme sürekliliği son 40 yılda birkaç defa kesintiye uğrayabildi. Ülkede
reform rüzgarları yaşanabildi. AB normları ve Kürt sorunu çözümü devletin
gündemi olabildi. Bu dönemler 1983-90 Özal ve 2002-2013 Ak parti dönemleriydi.
Bu dönemlerde demokrasinin özgüveni etkisiyle hukuk ve ekonomik refah ön
plandaydı. Toplum, devlet bu işlere el attıysa vardır bir hayır diyebiliyordu.
Korku adrenali yerine Kürt sorunu dahil dış politikada da ümit verici hamleler
yapılabiliyordu. Şimdiki muhalefetin başta İYİ parti olmak üzere bu kısa bahar
deneyimlerini göz önünde bulundurmaları gerekmekteydi.
MHP HAREKETİ VE TOPLUMSAL KARŞILIK
Milliyetçi ideolojinin siyasi
serencamında, devletteki kadar, toplumdaki karşılık da önem kazanmakta. Taha
Akyol,1 Mustafa Çalık’ı anarken “MHP Hareketi” kitabından alıntılar yapmakta.
Çalık kitabında, Gümüşhane’de bine yakın sayıda MHP’lilerle ‘derinlemesine
mülakat’ metoduyla görüşmeler yaparak “neden ve ne suretle MHP’li yahut
milliyetçi-ülkücü oldunuz?” sorusunun cevabını araştırır. Merhum Türkeş’i
“gayet otoriter, ciddi ve çok erkek adam” olarak görmeleri, komünizmle onun
başa çıkacağını düşünmeleri önemli bir motivasyondur. Çalık, bölgenin
moderniteye tepkisinde pederşahi otorite anlayışının önemine dikkat çeker.
Çalık’a göre sosyolojik yapıda “Hiyerarşik bir otoriterlik ve tavizsiz bir
disiplin kültü” vardır. “Meşruiyetin kaynağı hukuk ve nizama değil, temel
‘değerler’ ve siyasi ideolojiye dayandırılmıştır.” Çalık, MHP kültürünün bu
yönlerini anlatırken, sol tarafından “faşizm” diye nitelenmesinin yanlış
olduğunu da izah eder.
HANGİ MİLLİYETÇİLİK
Köylü nitelikli, mesleksiz ve devlete
bağımlı kısmen dış dünyaya kapalı, garantici, sorgulamadan devletçi bir
sosyolojinin yanında olan taşralı milliyetçilik anlayışına karşın; dünyaya
açık, meslekli, devlet gelirine muhtaç olmayan kısmen seküler orta sınıf bir
sosyolojinin siyasi milliyetçiliğinin potansiyelinden de bahsedebiliriz. İYİ
parti kurulurken böyle bir sosyolojinin ümidiydi. Türkiye’nin de malum temel
sorunları olan demokrasi ve Kürt sorunu gibi hususların toplumsal bir temel
güveni sağlayacak şekilde çözülebilmesinde ikinci tür milliyetçilik nirengi
noktasını teşkil edebilecektir. Kastedilen bu durumu Basitleştirirsek; parmak
sallayan korkutan milliyetçiliğe karşı kucak açan gülen milliyetçilikten
bahsetmek mümkün olabilir. Bunu herkes için “Vatanseverlik” şeklinde
özetleyebiliriz de.
Kentli milliyetçilik sıkça seküler
ulusalcılık ile karıştırılmakta. Ulusalcılık tartışmaya kapalı doğrularıyla,
içinde ötekilere öfkeyi barındıran dolaylı olarak da olsa nasyonal-sosyalizmi
anımsatan bir bakış açısı. Sınıfsal ve elit niteliği de kısmen dikkat çekmekte.
Ülkedeki göçmen ve sınıfsal ötekinin nefreti üzerine güçlenmekte.
SAĞ SİYASETTE YATIRIMCI YOLSUZLUK,
SOLDA İSE HIRSIZLIK
Türkiye siyaseti 1950’den bu yana, Sağ
ağırlıklı oluşan bir merkezin rant ekonomisi ile ilişkisi üzerine kurulu.
Muhalif yerel yönetimlerde bu tartışmalardan bağımsız değil. Düzgün
siyasetçiler ve idealist partililer dahil siyasetin finansmanı sorunu, şarklı
yöntemlerle kendilerince aşılmaya çalışılmakta. Parti teşkilatlarının önemli
bir kısmının motivasyonu ise, yerel veya merkezde rol alabilip, bu şekilde
devletten kendi hayati çıkarlarının sağlanması üzerine. İşin tuhafı da toplum
da bu tip siyasetten veya rant ekonomisinden rahatsız olmamakta bu siyasetin
kendisine bir şey ummakta. Önceki yazılarımda belirttiğim gibi mahalle Sağ
yolsuzluğu alt yapı ve hizmet yatırımı, Sol siyasetin yerel yolsuzluğunu ise
ilgili aktörlerin doğal olarak yatırıma dönüştürme becerisini gösteremedikleri
bir hırsızlık olarak varsaymakta.
SONUÇ
Ne yazık ki ortak bir aidiyet açısından
kapsayıcı seküler milliyetçilik iddiasında olan politik hareket, zuhurundan bu
yana “siyasetin yapıcı yolsuzlukla finansmanı” tartışmalarının dışında
kalamadı. Belki geldikleri merkez eski Sağ geleneğin bu vazgeçilemeyecek bir
alışkanlığı ve metoduydu. Klasik toplumsal sağ taban da bu tarzdan rahatsız
değil gözükmekte. Ancak derinden ülkenin %75’i oy vermesine karşın mevcut
siyasetten rahatsız ve kaygılarıyla da bir yeniyi arama potansiyelini
taşımakta. Fakat İYİ parti ve diğer muhalif aktörler şimdilik olumlu
potansiyellerine rağmen yarının Türkiye’sinin yenisinin inşası için henüz hazır
gözükmemekteler. Statükonun dayattığı bekacı popülist milliyetçiliği toplumun
kırmızı çizgisi farz etmekteler.
Değişimler genelde dip dalga ile gelir.
Bunu görebilen siyaset gelecekte söz sahibi olabilir. Ulusalcılık ve
kasabalılık sarmalında sıkışan bir milliyetçilik anlayışının popülist siyasetin
kullanımı dışında bir işlevi gözükmemektedir. Bunun bedeli en azından
ekonomimize, gençlerimizin geleceğine ve demokrasimize olmaktadır. Yarınlarımız
ve ortak aidiyetimiz için kültürel muhafazakarlığı, öteki ile uzlaşabilmeyi ve
vatanseverliği içeren önyargısız makul bir milliyetçiliğe ihtiyacımız elzem
durmakta.
Ekopolitik Düşünce Merkezi’nin Kurucusu
Tarık Çelenk "Ortak aidiyetimiz için kültürel muhafazakârlığı, öteki ile
uzlaşabilmeyi ve vatanseverliği içeren önyargısız makul bir milliyetçiliğe
ihtiyacımız elzem" değerlendirmesinde bulunuyor.
Ulusalcılık ve kasabalılık sarmalında
sıkışan bir milliyetçilik anlayışının popülist siyasetin kullanımı dışında bir
işlevi gözükmemektedir. Bunun bedeli en azından ekonomimize, gençlerimizin
geleceğine ve demokrasimize olmaktadır.”
YENİ BİR MERKEZ SAĞ ARAYIŞI
Genel seçim sonuçlarıyla özellikle muhalif
kamuoyunun ilgisi siyasetten uzaklaşmış durumda. CHP’de yönetim devrinin
temkinli iyimserliği, CHP kemik seçmeni üstünde henüz etkisini sürdürmekte.
Helalleşme politikalarından bir iş çıkmadığını gören Muhalif medya ise kendi
mahallesinin kodlarının limitlerine çekilmiş vaziyette. İhtiyacı olan ilgiyi
siyasette magazine yoğunlaşmakla aramakta. Kısmen veya açıktan da olsa onlarda
artık Altılı ötekilerine ambargo uygulamakta. Muhalefet adeta siyaseti ve
medyasıyla statüko-otorite-popülizmin sarkacının sağlam bir diğer aktörü olma
zorlanmasının görüntüsünde. Bu durumda orijinal MHP veya Ak parti varken neden
ayrı partiler kuruldu madem, içeride mücadele etseydiniz sorusunu hedef seçmene
sordurmakta.
Son birkaç genel seçimde iktidar blokunun
halk desteği hiçbir şekilde düşmedi. Merkezde seçmenin kaygılarını giderecek ve
özlemlerini yeşertecek bir merkez Sağ parti arayışı zihinlerde ve pratikte hep
oldu. Bu anlamda İYİ partinin kurulması ve süreci dikkat çekici oldu. İYİ
partinin siyasi serencamına baktığınızda MHP’nin ve AKP’nin ana gövdesinden oy
alamadığını görmekteyiz. Her şeye rağmen de Türk siyasi tarihindeki başarılı
veya başarısız kopuş hareketlerine baktığınızda İYİ parti hareketini tabanını
da oluşturması vesilesiyle başarısız sayamayız.
TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİNDE TARİHSEL
KONSEPT DEĞİŞİMİ
Burada tarihte “kaygı durumlarında
yükselen Milliyetçilik ideolojisinin” ülkemizde hangi niteliklerde seçmene ve
siyasete yansıyabildiğine bakabilmeliyiz. Akçura ve Gasprinski gibi aydınların
Türkçülük-Turancılık ideolojilerini bugünkü Milliyetçilik tasavvurları ile
aynileştirmemek gerekmekte. Zira o dönemde Çarlık yıkılırken Rusya’daki Türk
aydınları Lenin ile bir özerklik mutabakatı içindeydiler. Kazan aydınları
devrim ideolojisiyle çelişmeyip Osmanlı-Rus barışını da sağlayacak Osmanlı’nın
bekasıyla birlikte emperyal bir uzlaşmaya gidebilecek bir fikrin peşindeydiler.
Gaspıralı’nın “dilde, fikirde ve işte birlik” düsturu böyle bir şeydi. Bu durum
kısa bir süre içinde olsa İTC’nin fikir kulübü Türk Yurdu dergisi müdavimlerine
cazip gelebiliyordu. Bu Türkçülük anlayışı sonradan Balkan savaşı sonuçlarıyla
senteze girip daha realist bir devlet ideolojisi niteliğini taşıyacaktı.
Yeni Türkiye devletinde Milliyetçilik
ideolojisi ve siyasi hareketleri bir iç veya dış tehdide karşı korunma refleksi
olarak gelişti. Bugünkü gibi Türkiye’de siyasi milliyetçilik hep devlet
öncelikli oluştu toplum öncelikli oluşamadı. Devlet güvenlik bürokrasisinin
tercihleri belirleyiciydi. Hikâyenin başlangıcı da Sovyet tehdidi ve ideolojisi
Komünizme karşı zuhur etti. Bu NATO ve devlet güvenlik politikalarına aykırı
bir durumda değildi. Anadolu doğusu ve kuzeyi Rus işgalinden çok çekmişti.
Komünizme karşı mücadele dernekleri ve siyasi hareketleri hep ilgi görecekti. O
sıralarda İsrail’in kuruluşu ve apokaliptik iddiaları da devlet için tehditti.
O dönemde yeşeren politik milliyetçi hareketlerin retoriğine anti Siyonist
diskurun ilavesi de sürpriz sayılmazdı.
GÜVENLİK İÇGÜDÜSÜ MİLLİYETÇİ
ADRENALİN
Sovyetlerin dağılması ve ideolojisinin
artık bir tiyatro niteliği kazanması Türk siyasetinde Milliyetçi konsepti de
değiştirdi. Bosna savaşı sonuçları özellikle Milliyetçilik ideolojisinin
Komünizmden sonra yeni ötekisini Haçlılar-Batı olarak yaptığını kısmen
söyleyebiliriz. Artık işin içine İslamcılık ve Osmanlıcılık ’da girmişti. Bu
durum aynı zamanda realist gözükmese de kendi dışında tarihinin eski dostlarını
da koruma içgüdüsüyle ve haçlı tehdidinin de bitmeyeceği kaygısını da
taşıtıyordu. Aynı tarihlerde silahlı PKK ve siyasi Kürt ayrılıkçı hareketinin
terör eylemleri ve talepleri de Bosna savaşı dış tehdidinin yanında uzun yıllar
sürecek toplumsal bir iç tehdit rahatsızlığını da pekiştiriyordu.
Ortadoğu’daki gelişmeler İşid, Suriye ve
Irak’ın bir şekilde bölünme süreci, Türkiye siyasetinde Milliyetçi ideolojinin
refleksif bugünkü kapsamını oluşturuyordu. Bu Milliyetçilik artık sadece
MHP’nin değil devletin ve iktidarın da sınırlarıydı. Toplumun belirlediği
sınırlar içinde siyaset yapmak zorunluluğunu kabullenen diğer politik muhalif
aktörlerin de arka planda kırmızı çizgileriydi.
REFORM HAMLELERİNİN VERDİĞİ TEMEL
GÜVEN
Söz konusu milliyetçiliğin adrenalin ve
kaygı üretme sürekliliği son 40 yılda birkaç defa kesintiye uğrayabildi. Ülkede
reform rüzgarları yaşanabildi. AB normları ve Kürt sorunu çözümü devletin
gündemi olabildi. Bu dönemler 1983-90 Özal ve 2002-2013 Ak parti dönemleriydi.
Bu dönemlerde demokrasinin özgüveni etkisiyle hukuk ve ekonomik refah ön
plandaydı. Toplum, devlet bu işlere el attıysa vardır bir hayır diyebiliyordu.
Korku adrenali yerine Kürt sorunu dahil dış politikada da ümit verici hamleler
yapılabiliyordu. Şimdiki muhalefetin başta İYİ parti olmak üzere bu kısa bahar
deneyimlerini göz önünde bulundurmaları gerekmekteydi.
MHP HAREKETİ VE TOPLUMSAL KARŞILIK
Milliyetçi ideolojinin siyasi
serencamında, devletteki kadar, toplumdaki karşılık da önem kazanmakta. Taha
Akyol,1 Mustafa Çalık’ı anarken “MHP Hareketi” kitabından alıntılar yapmakta.
Çalık kitabında, Gümüşhane’de bine yakın sayıda MHP’lilerle ‘derinlemesine
mülakat’ metoduyla görüşmeler yaparak “neden ve ne suretle MHP’li yahut
milliyetçi-ülkücü oldunuz?” sorusunun cevabını araştırır. Merhum Türkeş’i
“gayet otoriter, ciddi ve çok erkek adam” olarak görmeleri, komünizmle onun
başa çıkacağını düşünmeleri önemli bir motivasyondur. Çalık, bölgenin
moderniteye tepkisinde pederşahi otorite anlayışının önemine dikkat çeker.
Çalık’a göre sosyolojik yapıda “Hiyerarşik bir otoriterlik ve tavizsiz bir
disiplin kültü” vardır. “Meşruiyetin kaynağı hukuk ve nizama değil, temel
‘değerler’ ve siyasi ideolojiye dayandırılmıştır.” Çalık, MHP kültürünün bu
yönlerini anlatırken, sol tarafından “faşizm” diye nitelenmesinin yanlış
olduğunu da izah eder.
HANGİ MİLLİYETÇİLİK
Köylü nitelikli, mesleksiz ve devlete
bağımlı kısmen dış dünyaya kapalı, garantici, sorgulamadan devletçi bir
sosyolojinin yanında olan taşralı milliyetçilik anlayışına karşın; dünyaya
açık, meslekli, devlet gelirine muhtaç olmayan kısmen seküler orta sınıf bir
sosyolojinin siyasi milliyetçiliğinin potansiyelinden de bahsedebiliriz. İYİ
parti kurulurken böyle bir sosyolojinin ümidiydi. Türkiye’nin de malum temel
sorunları olan demokrasi ve Kürt sorunu gibi hususların toplumsal bir temel
güveni sağlayacak şekilde çözülebilmesinde ikinci tür milliyetçilik nirengi
noktasını teşkil edebilecektir. Kastedilen bu durumu Basitleştirirsek; parmak
sallayan korkutan milliyetçiliğe karşı kucak açan gülen milliyetçilikten
bahsetmek mümkün olabilir. Bunu herkes için “Vatanseverlik” şeklinde
özetleyebiliriz de.
Kentli milliyetçilik sıkça seküler
ulusalcılık ile karıştırılmakta. Ulusalcılık tartışmaya kapalı doğrularıyla,
içinde ötekilere öfkeyi barındıran dolaylı olarak da olsa nasyonal-sosyalizmi
anımsatan bir bakış açısı. Sınıfsal ve elit niteliği de kısmen dikkat çekmekte.
Ülkedeki göçmen ve sınıfsal ötekinin nefreti üzerine güçlenmekte.
SAĞ SİYASETTE YATIRIMCI YOLSUZLUK,
SOLDA İSE HIRSIZLIK
Türkiye siyaseti 1950’den bu yana, Sağ
ağırlıklı oluşan bir merkezin rant ekonomisi ile ilişkisi üzerine kurulu.
Muhalif yerel yönetimlerde bu tartışmalardan bağımsız değil. Düzgün
siyasetçiler ve idealist partililer dahil siyasetin finansmanı sorunu, şarklı
yöntemlerle kendilerince aşılmaya çalışılmakta. Parti teşkilatlarının önemli
bir kısmının motivasyonu ise, yerel veya merkezde rol alabilip, bu şekilde
devletten kendi hayati çıkarlarının sağlanması üzerine. İşin tuhafı da toplum
da bu tip siyasetten veya rant ekonomisinden rahatsız olmamakta bu siyasetin
kendisine bir şey ummakta. Önceki yazılarımda belirttiğim gibi mahalle Sağ
yolsuzluğu alt yapı ve hizmet yatırımı, Sol siyasetin yerel yolsuzluğunu ise
ilgili aktörlerin doğal olarak yatırıma dönüştürme becerisini gösteremedikleri
bir hırsızlık olarak varsaymakta.
SONUÇ
Ne yazık ki ortak bir aidiyet açısından
kapsayıcı seküler milliyetçilik iddiasında olan politik hareket, zuhurundan bu
yana “siyasetin yapıcı yolsuzlukla finansmanı” tartışmalarının dışında
kalamadı. Belki geldikleri merkez eski Sağ geleneğin bu vazgeçilemeyecek bir
alışkanlığı ve metoduydu. Klasik toplumsal sağ taban da bu tarzdan rahatsız
değil gözükmekte. Ancak derinden ülkenin %75’i oy vermesine karşın mevcut
siyasetten rahatsız ve kaygılarıyla da bir yeniyi arama potansiyelini
taşımakta. Fakat İYİ parti ve diğer muhalif aktörler şimdilik olumlu
potansiyellerine rağmen yarının Türkiye’sinin yenisinin inşası için henüz hazır
gözükmemekteler. Statükonun dayattığı bekacı popülist milliyetçiliği toplumun
kırmızı çizgisi farz etmekteler.
Değişimler genelde dip dalga ile gelir.
Bunu görebilen siyaset gelecekte söz sahibi olabilir. Ulusalcılık ve
kasabalılık sarmalında sıkışan bir milliyetçilik anlayışının popülist siyasetin
kullanımı dışında bir işlevi gözükmemektedir. Bunun bedeli en azından
ekonomimize, gençlerimizin geleceğine ve demokrasimize olmaktadır. Yarınlarımız
ve ortak aidiyetimiz için kültürel muhafazakarlığı, öteki ile uzlaşabilmeyi ve
vatanseverliği içeren önyargısız makul bir milliyetçiliğe ihtiyacımız elzem
durmakta.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorum yazarak, düşüncelerinizi benimle paylaşabilirsiniz.