1- TANIM
Yasa veya kanun, politik iradenin zorla
veya prosedürel olarak “meşru” görülen yöntemlerle oluşturduğu ve ilgili
kişileri bağlayan veya serbest bırakan kurallar demektir. Hukuk ise, Allah’ın
bir sıfatı da olan “Hak”ın çoğulu olarak, kamunun/herkesin hayrına iyiliğine
olan, bunu temin eden “Helal” ve “Haram”ların, meşru/mubah veya gayri meşru,
mekruh/munkerlerin toplamıdır. Bu bağlamda her “Kanuni/Yasal” olan, “Hukuki”
olmayabilir.
Hukuk, ilgili şahıslar tarafından kılı
kırk yaran bir irdeleme, vicdan muhasebesi sonrasında “ma’şeri vicdan”
tarafından onaylanan yani meşru görülen, benimsenen, oy çokluğu veya oy birliği
ile kabul edilen kurallar bütünüdür. Bu niteliklere haiz olmasına rağmen,
tashihe daima açıktır. Zira vicdan metre, terazi, saat, takvim… gibi üzerinde
uzlaşılmış, kesin-aleni bir ölçü birimi değildir. Merhum Ziya Gökalp’ın dediği
gibi: “Ahlak yolu dardır/Tetik bas; önü yardır.”
Hukuk ve Siyaset felsefesinde buna
“Hukukun Üstünlüğü” denir. Tersi, “Üstünlerin (Güçlülerin) Hukuku” dur. Daha
doğrusu yasası/kanunudur. Hukuk, çakılmış sağlam “çivi”ye benzer; dünyayı
ayakta tutar. “Dünyanın çivisi çıkmış” ise orada huzur-sükûn-saadet yoktur.
Yasa/Kanun ise, “torba” ya benzer: “Torba kanun”. İçine onu yapan her kim ise,
kendi çıkarını ve güç istencini koyabilir. Şu ayet, kanunun/yasanın değil,
hukukun özünü, ruhunu, ne-idüğünü en güzel şekilde tasvir eder: “Ey iman
edenler, kendiniz, ana-babanız ve yakınlarınız aleyhine de olsa; Allah için
şahitlik yaparak, adaleti titizlikle ayakta tutan kimseler olun. Müştekilerin
zengin veya fakir olmaları, hükmün sonucunu etkilemesin. Çünkü Allah, onlara
sizden daha yakındır. Öyleyse, adaleti yerine getirmede kendinizi ayartmayın
(Kitabına uydurmayın). Eğer kendinizi kandırırsanız, Allah, yaptıklarınızdan
haberdardır.” (4/135).
2- VİCDANIN KENDİNİ KANDIRMA
HALLERİ
Pür-pozitif bir kavramla kendini kandırma
kolay bir hadisedir. İnsan, kolayca kendi arzusunu, hevesini, vehmini,
alışkanlığını, ön-yargısını, zannını, kibrini, korkusunu… sağduyu/vicdan
sanabilir. Kur’an’da buna örnekler verilir: “Onlara: ‘Yeryüzünde fesat
çıkarmayın’ dendiğinde; onlar: ‘Ne münasebet, biz, sadece ıslah edicileriz’
derler. Dikkat edin; onlar, bozguncudurlar; fakat kendileri, bunun
farkında/şuurunda/bilincinde değiller.” (2/71). “Sana yaptıklarında en büyük
zarara uğrayanları haber vereyim mi? Onlar, dünya hayatı peşinde koşarken,
yaptıkları boşa giden kimselerdir. Fakat kendilerine sorarsan; iyi/doğru işler
yaptıklarını söylerler.” (18/103-104). Vicdanın kendini kandırmasının ikinci
yolu, içinde yaşanılan toplumun dinine, kültürüne, örfüne, geleneğine
sorgusuz-sualsiz teslim olmak ve onu körü körüne taklit etmektir. Kur’an’ın
bireysel bilinci özgürleştirme ve derin vicdanı diriltme çabasına karşı
olanlar: “ Hayır, biz, atalarımızı üzerinde bulduğumuz değerlere uyarız.”
(2/170). “Atalarımızı üzerinde bulduğumuz değerler, bize yeter.” (5/104).” Kötü
bir iş yaptıklarında: “ Atalarımızın böyle yaptıklarını gördük” derler.”(7/28)…
(Geniş bilgi için bkz: “Vicdanın Kendini Kandırması olarak Vicdansızlık”.
İlhami Güler. Kur’an’ın Ahlak Metafiziği. Ank. 2013. s 65-83.)
3- HUKUKSUZ YASA/KANUN ÇIKARABİLEN
KURUMLAR
a) Meclis: Türkiye’de Büyük Millet
Meclisi’nde görev yapan milletvekillerinin çoğu, çok kısa süreli görev
yapmalarına rağmen çıkardıkları “Emeklilik” kanunu, emeklilik maaş miktarı,
çeşitli sosyal hak (!)ların tümü “yasal/kanuni” ve fakat “hukuki/vicdani”
değildir. Seksen dört milyon insanın/kamunun hakkını yemektedirler.
b) Adliye: Adliyede istihdam edilen Hâkim
ve Savcıların kimileri, tek tek bireyler veya kamu hakkında öyle iddialarda
bulunmakta veya kararlar vermektedirler ki, sonuçları bağlayıcı (yasal/kanuni)
oldukları halde; hukuki/vicdani değildir.
c) Belediye Meclisleri: Türkiye’de
Belediye meclisleri, kendi üyeleri veya yakınları-partilileri lehine
–emlak-arsa-konut-ihale mevzularında- çoğunlukla öyle kanunlar/kararlar
almaktadırlar ki, kamuyu zarara sokmakta ve kendileri hukuksuz/vicdansız çıkarlar
elde etmektedirler.
d) Bürokratik Erk: Kamu adına ve kamunun
çıkarını/maslahatını korumakla görevli, bunun için maaş alan şahıslar da,
görevlerini kötüye kullanarak, “Kitabına uydurarak” veya “Hile-i Şeriyye
(Hukukiyye)” ile kendilerine veya yakınlarına haksız/hukuksuz (vicdansız)
çıkarlar temin edebilmektedirler.
e) En Yetkili Politik Erk
(Başkan/Tek-adam): Politik erkin açık, kesin Hukuk kuralları ile
denetlenmediği/bağlanmadığı durumlarda, “kanun” bile olmayan KHK’lar ile veya
siyasi-bürokratik bağlılarını yönlendirerek kişisel veya zümresel “Kanuni” ve
fakat hukuksuz/vicdansız olabilen menfaatler ve zararlar hâsıl olabilmektedir.
Byung Chul Han, bu tehlikeyi şöyle tasvir eder: “Politika için kurucu bir
önemde olan “öteki”nin ortadan kaybolması, politik “söylem”in sonunu getirir.
Ötekisiz politika, düşüncenin iletişimsel rasyonalitesini yok eder. Ötekinin
kaybolmasıyla, kendi kendine telkinde bulunma, iletişimsel eylemi güçleştiren
obsessiv, bencil düşünceler üretir. Ötekinin kaybıyla meydanı boş bulan
öz-propaganda, söylem (tartışma-uzlaşma) alanlarının yerini tek sesin yankı
yaptığı boş bir salona dönüştürür. Politik söylem, kişinin kendi “görüş”ünü,
kendi “kimlik” inden ayırmasını şart koşar. Bu yeteneğe sahip olmayanlar, kendi
kimlikleşen görüşlerini sıkı sıkıya tutarlar. Kimlik kaybetme korkusu taşırlar.
Başkalarını dinleyemez; söylediklerini duyamazlar. Politik söylem, bir dinleme
etkinliği olduğu için, ötekisiz demokrasinin krizi, bir “dinleme” krizidir.”
(R. Kılıç. Zamanın Kokusu-B. Ç. Han Üzerine Bir İnceleme-. Ank. 2023. s. 94).
Küresel Ekonominin (doğru-yanlış) işleyiş kurallarına ters olup, doğuracağı
sonuçlar(kamu maslahatı/kâr-zarar) iyi hesap edilmemiş bir “kanun”i zorlamanın,
yakın tarihimizde nelere “mal” olduğunu bütün Türkiye biliyor.
Yukarıda sayılanların toplamına, Kamuyu
temsil eden “Devlet” gücünü/otoritesini kullanarak “Nüfuz Hırsızlığı” yapmak
denir. Bunlara Türkiye’de somut örnekler vermeye kalksak, binlercesini
bulabileceğimizden hiç kimsenin kuşkusu olmadığını, herkes bilir.
SONUÇ
Tanrı Hakkına (itikat-İbadet) titizlikle
riayet eden halkımızın bir bölümü, “Kul Hakkı” veya “Tüyü bitmemiş Yetimin
Hakkı (Kamu Hakkı)” söz konusu olduğunda, kılı kıpırdamadan (vicdanı
sızlamadan) “deveyi hamudu ile birlikte” götürebilmektedir. Özellikle, iktisadi
alanda “Kap-kaç” mantığı, “Kapanın elinde kalan” düsturu,
“beleş-bedava-havadan” zengin olma geçerli olmaktadır. İslam’ın özü, -iktisadi
alanda- emek (kesp- sa’y-amel) ve meşru ticarete (4/29) dayandığı halde; tarihi
süreçte bu, “Ganimet” ve “Yağma” ekonomisine dönüşmüştür. Bugün olup bitenler,
bu tarihi genetiğin semptomlarıdır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorum yazarak, düşüncelerinizi benimle paylaşabilirsiniz.