Türkiye’deki aydın profilleri ve entelektüel tutum hakkında şu ana kadar toplam yedi yazı yazdım. Hatta bu yazı da sekizincisi olarak kabul edilebilir. Çünkü bu yazıda söz konusu yazılara verilen tepkileri değerlendirmek, belli bir hata payıyla da olsa bunları sınıflandırmak istiyorum.
Yaygın tepkilerden ilki ve aslında en
basit olanı şu: “Sen kimsin, kim oluyorsun, kendini ne zannediyorsun, ne
cüretle bunları yazabiliyorsun” türünden tepkiler. Bu tepki türünü artık
ciddiye almıyorum ben kişisel olarak. Ancak bununla başlamamın nedeni,
ülkemizde en yaygın tepki biçimlerinden biri olması ve toplumsal ergenliğin
tipik tezahürlerinden biri olması. Meseleye böyle yaklaşanlar yazılardaki
önermelerle hiç ilgilenmiyorlar. Tepki verdikleri yazıları başından sonuna
okuduklarından bile emin değilim doğrusu.
Bir diğer genel tepki biçimi aslında
ilkinin bir türevi: Yadsımak, yoksaymak, kriminalize ve patolojize etmek. Peşin
hükümlü, kendinden fazla emin bir kendiliğin kategorik zihni tercihlerine
uymayan her türlü söylemi kendini sorgulamaya cesaret edemeden dışlaması. Bu
konum aslında söz konusu yazılarda vurgulanan ideolojik kataraktın ve mahalli
yapılanmış zihin dünyasındaki kale duvarlarının kalınlığını bir kez daha
kanıtlıyor. Bu tavır, yazılarda vurgulanan tespit ve yorumlarla pek
ilgilenmiyor. Onları tartışmayı peşinen reddediyor.
Diğer bir tutum biçimi kayırmacılık
eleştirisi. Bazı sağcılar solcuları, bazı solcular ise sağcıları kayırdığımı
düşünüyor. Çünkü herkes asıl “suçlunun” diğer mahalle olduğundan neredeyse
emin. Bazı sağcılar, solcu olduğum için, sağa daha ağır eleştiriler getirdiğimi
ileri sürüyor. Bazı solcular ise aynı nedenle dengeli görünmek için sola daha
fazla yüklendiğimi iddia ediyor. Bu tutumların ortak noktası yazılarda ortaya
koyduklarımın, yıllar içinde olgunlanmış, büyük ölçüde kişisel tecrübelerde de
dayanan sahici fikirlerim olabileceğini pek düşünmemesi. Bazıları doğrudan
niyetimi sorguluyorlar. Metinlerin olası anlamlarını değil, yazarının niyetini
daha fazla önemsiyorlar.
Başka bir yaklaşım biçim “Ben/Biz o
değilim/değiliz” diye özetleyebileceğim ve açıkçası biraz çocukça bulduğum bir
tavır. Kendini içinde hissettiği mahalle hakkındaki tespit ve yorumlarına pek
fazla itiraz etmiyor ancak kendini veya alt grubunun farklı olduğunu iddia
ediyor. Bu da aslında yadsımanın farklı bir biçimi. Sonuçta benim yazdıklarım
bir saha araştırmasına dayanmıyor. Yıllar içinde birikmiş büyük ölçüde kişisel
tecrübelerime, okuduklarıma ve idrak kapasiteme dayanan değerlendirmeler bunlar.
Yani pek çokları kendisinin bir istisna olduğunu düşünüyor. Eleştirilmiş bir
bütünün parçası olmak istemiyor.
Maalesef hiç şaşırtıcı olmayan bir diğer
yaklaşım ise her mahallenin diğer mahalle hakkındaki değerlendirmelere
katılması ama kendi mahallesi için yazdıklarımı beğenmemesi. Yani solcular
sağcılar hakkında yazdıklarımı, sağcılar ise solcular hakkında yazdıklarımı çok
beğeniyorlar. Hatta az bile buluyorlar. Ancak tersi maalesef geçerli değil.
Genelde herkes kendi mahallesini eleştirilmesinden rahatsız. Sanki bazıları
hâlâ Yeşilçam filmlerinin veya Amerikan westernlerinin dünyasında yaşıyor.
Mutlak iyiler ve mutlak kötüler var. Kötüler hep ötekiler elbette.
Bir başka tepki biçimi çok daha ilginç:
Yazdıkların doğru ama bunları yazmamalısın! Solculardan ve sağcılardan bir
kesim kendi mahalleleri için yaptığım yorumların genel olarak doğru ve
hakkaniyetli olduğunu düşünüyor ancak bunların yazılmış olmasından da rahatsız
oluyor. Çünkü yazdıklarım doğru bile olsa, bunların yazılmış olması diğer
mahalleye avantaj sağlıyor.
Artık yavaş yavaş daha olumlu olan
tepkilere geçiyorum. Bunlardan biri yazdıklarımın aslında yıllardır her iki
mahallede de konuşulan, tartışılan ama pek de yazılmayan şeyler olduğu
gerçeğini söyleyenler. Bunu söyleyenler genellikle bu konuların
tartışılmasından memnuniyet duyuyorlar. Bu yaklaşım kamusal müzakere konusunda
hâlâ gidilecek epey bir yol olduğunu gösteriyor ve yine benim yazılarda
vurguladığım kamusal bilinç eksikliği saptamamı doğruluyor. Bir bakıma herkes
her şeyin aşağı yukarı farkında. Ancak sorunların kamusal olarak tartışılması
geleneği maalesef yerleşik değil.
Kamusal tartışma kültürünün yerleşik
olmamasını şu tür yorumlardan da anlayabiliyorum: Hocam, sen bunları yazmaya
devam et. Çok iyi yapıyorsun. Aslında biz de aynı fikirdeyiz ama bunları
söylemeye durumumuz müsait değil. Bunları söyleyene bu tutumun bir medeni
cesaret açığı olup olmadığını sorduğumda ortalık biraz gerilebiliyor.
Bir diğer olumlu tepki türü, her iki
mahalleden de olmak üzere, yazdıklarımı genelde olumluyor, bu konuda yazmaya
devam etmemi, hatta bu yazdıklarımı kitaplaştırmamı istiyor. Bu konuların
tartışılmasının ülkenin temel sorunlarıyla olan ilişkisinin farkındalar ve bunu
oldukça önemsiyorlar.
Sözünü ettiğim yazıları okuyanların
kolaylıkla fark edebilecekleri gibi, yazılara verilen tepkiler de, yazıların
yazılmasına neden olan ortamdan besleniyor. Bu yazıyı da zaten bir şikâyet
mektubu olarak yazmıyorum. İçinde yaşadığımız toplumun sorunlarını hep birlikte
idrak etmeye çalışıyorum. Sonuçta mevcut Türkiye hepimizin birlikte ürettiği
bir sonuç.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorum yazarak, düşüncelerinizi benimle paylaşabilirsiniz.