7 Eylül 2020 Pazartesi

NEDEN AGNOSTİĞİM ve NEDEN TANRI YOK GİBİ DAVRANMALIYIZ? Rüzgar AlacaKaranlık/5 Eylül 2020

Tanrı var mı yok mu? Var olduğu ispat edilemiyorsa var kesin bilgi olamaz. Yok olduğu da ispat edilemiyorsa tıpkı vardaki gibi kesin bilgi değildir. O halde bilinemezcilik kaçınılmazdır.

Bilinemezci olmamayı o kadar çok isterdim ki; ama çapımız belli, kendimizi kandırmaya gerek yok. Bilmiyorum demekten de asla çekinmemeliyiz.

Tanrı bilgi sınırlarımızın ötesinde, O asla bilinemez. Sadece O'nun şekli, şemali değil, O'nun hakkında hiçbir şey bilinemez. Varlığı ve yokluğu da buna dahildir. Tabi iki ihtimalde de aklımızın almadığı bir çok yer var.

* Tanrı yoksa; Kâinat nasıl oluştu, Kainat'ın içerisinde yaşam alanı olan Dünya nasıl var oldu? Dünya'nın içerisinde canlılar ve canlılar için yaşamını devam ettirmesi için oksijen, yiyecek ya da ısı miktarı... gibi ayarlar nasıl sağlandı? Ayrıca hepsini geçtim, bu mantık kuralları neye göre belirlenmiş? Bunlar rastlantısal eseri oluşmuş demek, akla uzak.

Örnek vereyim; zarı bir kereliğine deneyip de 100 kere üstüste 6 geliyorsa bunun tesadüf olarak gelme ihtimali 6¹⁰⁰dür. Bu da imkânsıza yakın bir şeydir. Fakat siz o zarı 1 kere değil de sonsuz kere denerseniz, üstüste 100 kere 6 gelme ihtimali çok yüksek olacaktır. Hatta sonsuz deneme olduğu için olmama ihtimali yok. Ama Ateistlerin bu önermesine eleştiri olarak da şunu diyeyim: sana o zarı kim veriyor ki? Bu önermeyi doğru kabul edersek, nasıl olsa sonsuz zar atılıyorsa o zaman biz yeniden bir yerde yaşam alanı buluruz. Kıyamet de kopsa başka bir Evrende tekrar yaşarız ve böylece sonsuza kadar devam eder olur; ama bunu da mantık kabul etmiyor. Sanki bizim her zaman yaşama zorunluluğumuz varmış gibi, tekrar mı dünyaya ya da başka bir gezegende yaşayacağız? O nedenle Ateistlerin sonsuz zar örneği de bu bağlamda yanlıştır.

* Tanrı var önermesinde ise; sonsuz bir yaratıcıdan bahsediyoruz. Her şeyiyle sonsuz, aklı bile sonsuz. Tabi O'nunkine akıl denir mi, o da ayrı bir sorun; ama neyse kavramlara pek takılmayalım. Her şeyi sonsuz olan mutlak bir Tanrıyı beynimizin alması mümkün değil; ama mukayyet olan beynimizle yorum yaparsak; sonsuz olan bir Tanrı nasıl karar verebilir sorusu gündeme geliyor. Karar verme acizlerin işidir. Çünkü herhangi bir şeyden kararsızken karar alıyorsun. Ee Tanrı karar veriyorsa, demek ki daha önceden kararsızmış. Bu da mantığa sığmıyor.

Ayrıca insanı neden yarattı, amacı neydi, ondan ne istiyor, sınav mı yapıyor gerçekten... gibi sorulara da insanoğlu pek mantıklı cevaplar veremiyor.

Dinlerin "O gizli bir hazineydi, bilinmek istedi." gibi yorumları da mantıklı düşünen bir insanın inanacağı türden cevaplar değildir. Koskoca Tanrının işi gücü yok da bilinmek isteyecekmiş  Ayrıca istekli bir Tanrı mantığımıza ne kadar komik geliyor değil mi?

Ayriyeten insanların hiçbir yönden adaletli yaratılmaması, genetik ve çevre şartlarının insanda çok etkili olması... gibi sebepler de Tanrı var önermesine aykırı bir yorum gibi görülüyor.

***

Peki kesin bilgimizin olamayacağını düşünüyorsak, Tanrı'yı yok mu saymamız gerekir?

Evet!

Tanrı bilinemez. Belki vardır; ama kendini gizlemiş ve hiç bilinemeyecekse O'nu var saymanın ne anlamı var? Ya da belki de yoktur. O halde zaten yok sayacağız.

Evet aslında mantık olarak bir Tanrı var olsa bile O'nu yok saymamız icab etmektedir. Özellikle Fen Bilimleri alanında, bilemediğimiz her alana Allah'ın hikmeti deyip geçtik. Oysaki bilim ilerledikçe, onun da bir fizik kuralı olduğu ortaya çıktı. O halde Tanrıya inanıyorsanız dahi; doğada, bilimde Tanrı yokmuş gibi bakmak zorundayız. Yoksa Tanrı var olsa bile Tanrıyı bir sihirbaz gibi gördüğümüz için, şimdiki fizik kurallarıyla açıklayamadığımız her konuda işi Tanrıya götürüyoruz. Bu da bizi o ilimde, bilimde, teknolojide kısaca her şeyde gelişmemize mâni olacaktır.

İşte neden dindar toplumların geri kaldığını mantık çerçevesinde anlıyoruz aslında. Ben Fen Lisesinde derse girerken, oradaki çocukların zeki olduğunu düşünüp şu soruyu sormuştum?

- Neden Güneşin ateşi hiç sönmüyor?

- Kem küm. Hocam Allah'ın hikmeti, yoksa insanlar, canlılar yaşayamaz.

Peki bu ilmi bir cevap mı?

İşte ne kadar zeki olursanız olun, olayı dine, Allah'a götürürseniz bu sizin gelişiminize mâni olacaktır. Tanrı var olsa bile okus pokus yaparak mı sizi hayatta tutuyor, okus pokusla mı Güneşi söndürmüyor?

Ama Tanrı yok diyenler araştırıyor ve Hidrojenin Helyuma dönüştüğünü, böylece füzyon oluşturduğunu ve bu sebeple Güneşin ateşinin milyarlarca yıl gibi çok uzun süre sönmeden yakınındaki gezegenlere ısı ve ışık verdiğini bilimsel olarak ispatlıyorlar.

***

İşte herhangi bilimsel gelişmede Tanrıyı yok sayarak araştırmak insanı dindar insanlardan daha çok geliştiriyor. Ama bu kez de şöyle bir sorun olur diye eleştiriler geliyor: Tanrı yoksa o zaman her insan kötü olur, niçin iyilik yapıyoruz ki?

Bu soru bizi ahlak, iyi-kötü, etik gibi konulara götürüyor. Bunlar çok uzun konular olduğu için başka bir yazımda bunlara değinmeye çalışayım; ama şu kadarını söyleyeyim ki bu kavramlar da Evrensel değil, Tarihseldir. Yani genel geçer bir iyilik ve kötülük tanımı yok. Zaman içerisinde bize veya canlılara zarar veren şeyler kötü, yarar veren de iyi görülür olmuştur. Buna göre incelersek ise ben iyiliğimi Tanrıdan dolayı mı yapıyorum, Tanrı yoksa ben kötü mü olacağım sorusu gelir. Kötü olan insanlar eğer ki bir Tanrı yoksa yaptıkları kötülüğün karşılığını alamamış oluyorlar. Bu da haliyle insanların Tanrı fikrine yapışmasına sebep oluyor. Yani ilmi değil, tamamen psikolojik bir yönelim. Her vicdanlı kişi kötülüğün karşılıksız kalmamasını ister; ama bunu istememiz Tanrının olduğu anlamına gelmez. Keşkeler ile hayat kurulmuyor.

Tanrı yoksa, Cehennem azabı yoksa, o zaman her haltı yerim diyen zihniyeti Tanrı fikriyle kötülük yapmamaya zorlamak ödül-ceza yöntemi gibi basit bir argüman oluyor ki, bu yöntem de eğitim sisteminde yavaş yavaş terk edilmeye başlanıyor. Çünkü gerçek karakteri kötülük olan; ama ceza için kötülük yapmayan bir insan aslında iyi değil de kötü olmuş oluyor.

Neyse iyi ve kötülük nedir, ahlak ve etik nedir diye yazı yazmam da kaçınılmaz olmaktadır. O nedenle bu konuyu sonraki yazıya bırakalım.

***

Şimdiye kadar söylemlerim genelde Tanrıyı yok saymak üzerine idi. Çünkü Tanrı varsa bile O'nu yok saymak gerektiğinden bahsettim. Tanrı var mı yok mu bilmiyoruz. Peki Tanrı bilinemiyorsa, gerçekten yok mudur?

Herhangi bir "şeyi" bilmediğimiz, o şeyin yok olduğu anlamına gelmez.

Şöyle bir önerme ortaya atıyorlar: "İddia sahibi iddiasını ispat etmekle mükellef, aksi takdirde o iddia yok sayılır." diye.

Oysaki bu cümle yanlış anlaşılıyor. Aksi takdirde yok sayılmaz, geçersiz sayılır. Oradaki yokun manası ontolojik olarak yok değil, o iddianın geçersizliğini vurgulamaktır. Çünkü herhangi bir konuda bir şey bilinmiyor ise o "şey" var veya yok kabul edilemez.

Örnek vereyim: Kâinatta dünyadan başka yaşam olan gezegen var mı bilmiyoruz. O nedenle uzaylı denilen canlılar hakkında bilgi sahibi değiliz. Bilgi sahibi değiliz diye UFO'lar kesinlikle yoktur diyebilir miyiz? Kesinlikle yok diyebilmen için Kâinatın tamamını kuşatman, tamamı hakkında bilgi sahibi olman gerek. O da olmadığı için UFO'lar yok yerine, bilmiyorum deriz.

Tanrı için ise; Kâinatın tamamını kuşatsan bile kesinlikle yoktur diyemeyiz. Tanrı diye bir şey varsa, O Kâinatı da aşan bir mevzu. Çünkü öyle bir güç varsa Kâinatla sınırlı mı kalacaktır? O halde O asla bilinenemez.

Bizler 3 boyutlu varlıklarız. Daha 4. boyutu bile kavrayamışken, Tanrı hakkında suizanda bulunmak niye? Tanrı var diyenler de, yok diyenler de kesin bilimsel delil sunamadıklarından kesinlikle var ya da yok diyemeyiz.

Ben Tanrıyı bilmiyorum; ama bir gücün olduğuna da inanıyorum. Ha inancımda yanılma payım var. Bilgi ispat ister; ama inanç ispat istemez. Adı üzerinde inanç: Bilmiyorum.

Cahil ilmi olarak bilmeyen değil; haddini bilmeyen demektir. O halde haddimizi bilelim ve Tanrı hakkında BİLMİYORUM demekten çekinmeyelim.

Sonuç olarak Agnostisizm benim istediğim bir şey değil, zorunlu olarak seçtiğim bir yoldur.

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorum yazarak, düşüncelerinizi benimle paylaşabilirsiniz.