Abdullah Öcalan’ın fesih kararının çıktığı PKK’nın 12. Kongresi’ne gönderdiği uzun metinde çok ilginç noktalar var. Örgütü ve hatta Kürt toplumunu ağır sözlerle eleştiriyor. Yerine göre Einstein’dan giriyor kuantum fiziğinden çıkıyor. Narin cinayeti, Big Bang, Gılgamış Destanı, LGBT gibi başlıkların her birine bir şekilde değiniyor
Abdullah Öcalan’ın PKK’nın fesih kararı
aldığı 12. Kongre’ye gönderdiği metin dün gece geç vakitlerde çevrimiçi ortama
düştü.
Aslında böyle bir metnin akşamın daha
erken saatlerinde yayımlandığı fakat sonra sebebi bilinmeyen bir şekilde geri
çekildiği iddia edilmişti. Dolu dolu beş PDF sayfasını kaplayan metnin (sindire
sindire okunması 1,5-2 saat sürüyor) sadece ilk sayfası kalmış, dört sayfası
“uçmuştu”.
Gece yarısına doğru sayfalar geri geldi ve
okumaya başladım. Size metnin bir özetini yapmak istedim.
Öcalan “fesih kongresi” olarak bilinen PKK
kongresine ilettiği metinde neler söylüyordu? Hangi noktalara parmak basıyordu?
Nerelerde öfkeleniyor, nerelerde tartışmanın devamını getireceğini
belirtiyordu?
Gelin birlikte bakalım.
Uzunca bir giriş ve örgüte “kendinizi dahi
taşıyamıyorsunuz” eleştirisi
Öcalan metninde yeni dönemi yedi ana
başlık altında anlatacağını söylüyor lakin bu başlıklara geçmeden önce uzunca
bir giriş kaleme alıyor ve bu noktaya nasıl gelindiğini anlatıyor.
Bu kısmın en çarpıcı iki noktasından biri
kendi döneminin Kürtler tarafından ısrarla anlaşılmadığını vurguladığı bölüm.
“Önderlik Gerçeği diyorsunuz ama nedir bu
gerçeklik anlamıyorsunuz. Halk dağılmış, felç edilmiş, anlama gücü yok”
dedikten sonra faturayı PKK yöneticilerine çıkarıyor: “Kadro donanımsız.”
Kendinin bu süreçte -Kürtler tarafından-
“mesihleştirildiğini” öne süren Öcalan bu duruma da “Artık yeter!” tepkisini
veriyor.
Devamında isyanını şöyle sürdürüyor: “50
yıldır doğru anlaşılmayı bekliyorum. Anlatıyorum, anlatıyorum, sonra yine
anlatıyorum.” Yine de anlaşılmadığını dile getiriyor ve bir noktada
eleştirisini oldukça sertleştiriyor:
“Önderlik gerçeğini doğru anlamadan,
kendini gerçekliğe yatırmadan bırakın topluma öncülük etmeyi, kendiniz
yürüyemezsiniz. Nitekim kendinizi dahi taşıyamıyorsunuz. Muazzam bir söylem ve
eylem gücüm var. Bunları size sunuyorum, zorla vermeye çalışıyorum, yine
almıyorsunuz. Kendinizi bir çözüm olarak dayatmakta ısrar ediyorsunuz.”
“Bizimle amansız savaş önderi Bahçeli”
Giriş kısmının en çarpıcı diğer kısmı ise
Öcalan’ın MHP lideri Devlet Bahçeli hakkında söyledikleri.
Bir eşik atlamanın gerektiğini belirten
Öcalan, birazdan değineceği Bahçeli’nin çağrısıyla ilgili cümlesine “Tuhaftır”
diye başlıyor. Yani anlaşılan o ki, Bahçeli’nin 22 Ekim çağrısını “tuhaf”
bulanlardan biri de Öcalan.
“Tuhaftır, bizim tarafımızdan değil,
bizzat benimle amansız ve her an idamım için her şeyi yapan bir Türk, dönemin
Türk duyarlılığının partileşmiş hatta proto parti devletinin en yetkili sesi ve
eli olarak Devlet Bahçeli açtı bu yeni dönemi” diyor Öcalan.
Arkasından Bahçeli’nin DEM Parti heyetine
dile getirdiği bir cümleyi naklediyor ki sanırım bu cümleyi bu açıklıkta daha
önce Bahçeli veya ona yakın birinden duymamıştık:
“Yani bizimle amansız savaş önderi olarak
Bahçeli, DEM heyetine bunu bizzat söylüyor. ‘Ben bütün ömrümü buna adamıştım
ama şimdi yeni bir dönemi başlatmak istiyorum.’"
Bahçeli, ömrünü PKK’yla mücadeleye yahut
Öcalan’ın ölmesine yahut ikisine birden adadığını, lakin şimdi yeni bir dönem
başlatmak istediğini Öcalan ve DEM Parti’nin aktarımına göre DEM Parti heyetine
açık açık ifade etmiş anlayacağınız.
“Ancak savaşanlar barışır”
Giriş bölümüne küçük ama önemli bir not
daha. Öcalan ancak savaşanların barışabileceğinin altını bu bölümde ısrarla
çiziyor.
Savaşanlar dışındaki diğer unsurların
(benim aklıma üçüncü ülkeler geldi ilk) ancak sürece yardımcı olabileceğini
söylüyor.
Bir de başlayan sürecin Irak, İran, Suriye
devletleri içinde de benzer şekilde yaşanacağını fakat inisiyatifin Türkiye’de
olacağını belirterek sürece dair önemli bir tarif yapıyor.
Gılgamış, Gazali, Big Bang, Einstein,
LGBT… Yok yok!
Akabinde girişte bahsettiğim yedi bölümlük
kısma geçiliyor.
Buradan sonrası ta en son kısma kadar her
biri ayrı bir uzmanlık gerektiren büyük felsefi ve sosyolojik meseleleri
Öcalan, birkaç sayfaya sığdırmaya çalışıyor.
İnsanlığın var oluşundan giriyor konuya,
kuantum fiziğinden çıkıyor. Dinler tarihi, Gılgamış Destanı, Gazali, Big Bang
(Büyük Patlama), Einstein’ın e=m.c2 formulü, LGBT… O kadar kısa bir metinde
(uzun ama bunları anlatmak için kısa) tüm bu başlıklara girip çıkıyor. Tabii
böyle olunca bazen konular karmaşık hale geliyor, birbirinden ayırması
zorlaşıyor, ani geçişler oluyor.
İmralı’da sıkı bir kütüphanesi olmalı
Arada yanlış veya eksik bildiği şeyler
yahut karıştırdığı tarihler de var. Mesela dilin 3 bin yıl önce ortaya
çıktığını öne sürmesi (yazılı dili kastediyor olsa bu bilgi doğru olacaktı ama
sözlü dil kullanımı için bu tarihi veriyor), Tanrı Parçacığı’nı bir atomaltı
parçacık gibi kullanması (oysa bir enerji alanı, bozon) gibi…
Yine de ancak İmralı’da bulunduğu dönemde
ortaya çıkmış, örneğin kuantum fiziği gibi başlıklarda belirli bir düzeyde
bilgisinin olması insanı şaşırtıyor. Belli ki sağlam bir kütüphaneden
yararlanarak çok fazla sayıda okuma yapmış.
Mesela en şaşırdığım tespitlerinden biri
Göbeklitepe’nin bulunduğu bölgede obsidyen denen taşın geniş yataklarının
olduğunu belirtmesi oldu. Buradan yola çıkarak orada, yani Göbeklitepe’de bir
değiş-tokuş, silah olarak (ok ucu ve bıçak) kullanmaya müsait bir taş
(obsidyen) karşılığında hayvan derisi ve et takasının yapılmasına değiniyor.
Bu 12 bin yıl öncesine tarihlenen ve
insanın yerleşik hayata geçişini yeniden tarifleyerek tüm arkeoloji bilgimizi
değiştiren Göbeklitepe’nin inşa edilme nedenleri arasında gösterilen güçlü bir
teori.
Öcalan’ın bunu bu detayda biliyor olması
şaşırtıcı.
Narin cinayetine de değiniyor, Güran’ları
Molla Gurani’ye bağlıyor
Bir diğer şaşırtıcı kısım ise Öcalan’ın
metinde Narin cinayetine de değinmiş olması. Ailenin giderek geniş
topluluklara, kabile ve komünlere dönüşmesini anlatırken direksiyonu birden bu
cinayete kırıyor. “Çok esef ettiğimiz o Tavşantepe’deki olay kabileyle
ilgilidir, o kabilenin marifetiyle içteki o müthiş o tecavüz unsuru küçücük bir
kız çocuğuna yönelik eşi görülmemiş bir katliam olarak ifade bulmuştur” diyor.
Sembolik bir olay olmasına rağmen çok çarpıcı bir anlamı olduğunu söylüyor. Bir
de iddiada bulunuyor: Güran ailesini -herhalde soyadlarından dolayı-
İstanbul’un fethine de katılan Molla Gurani’ye bağlıyor.
“Ah Marx şu anarşistleri bir anlasaydı…”
Metnin büyük bir bölümünde Marx göndermesi
-ve sıklıkla eleştirisi- var. Fakat iki yerde Öcalan’ın tespitleri ilginç:
Birincisi komün diye tarif ettiği (ve
mesela belediye de komündür, diyor ve “bizim” belediyelere kayyum atanırken
hiçbir şey yapmayıp seyrettiniz diyerek öfkesini burada da belli ediyor) ve
devletin karşısına koyduğu yapıdan bahsederken birden anarşizmin iki fikir
babası Bakunin ve Kropotkin’e getiriyor sözü ve şöyle söylüyor: “Marx Bakunin’i
anlasaydı, Lenin de Kropotkin’i anlasaydı sosyalizmin kaderi kesinlikle başka
türlü geliştirdi. Bu sentezi sağlayamadıkları için reel sosyalizm gelişti.”
“O da bunu derse vay başımıza gelen!”
Marx’la ilgili bir diğer kısımda ise
söyledikleri biraz yakınma mahiyetinde. “Hayret ettiğim nokta Marx dahi, adam
karısıyla yaşamak için elbisesini satıyor” diyerek Marx’ın “ev geçindirme”
derdi olan bir adam olmasına değiniyor. Marx’ın karısı ve çocuklarını
geçindirmek için ceketini sattığını belirttikten sonra şöyle diyor: “Bu kitabı
yazayım da gelir getirsin, bu evliliği kurtarayım, diyor. Şimdi sosyolojinin
kurucusu bunu derse vay başımıza gelen! Böyle Marksizm mi olur? Olmuş maalesef,
biz de taptık.”
İçeriye yönelik ağır eleştiriler yapıyor
Öcalan’ın eleştirileri arasında en ağır
kısım ise “Kürt gerçeğinin çöplük karakterinden” bahsettiği kısım. Çok sert
tespitler yapıyor. Kürtlerin durumunu “bir kültür kalıntısı” olarak ve şu
benzetmelerle tanımlıyor: “Çözülmüş kabileler, işlevsel olmayan bir dil,
tarikat kırıntıları, aşiret aile kavgaları.” Tarihsel toplumsal dağılmışlığın
derinliği nedeniyle bu durumda bulunduklarını belirterek o sert ifadeyi
kullanıyor: “Sömürge ötesi bir durumdur söz konusu olan. Bir tür çöplük. Çöplük
toplumu, bir mezarlık.”
İlerleyen bölümde Kürtlerin canını
vermekten çekinmediğini ama gerçeğe yanaşmadığını belirttikten sonra aynı
ifadeyi tekrarlıyor: “Bunun gerisinde Kürt gerçekliğinin sömürge bile değil,
çöplük karakterinden gelmesi vardır.”
“Barzaniler, Bedirhaniler, Şeyh Sait’in
bazı torunları: Kürtlüğü imhaya götürdüler”
Eleştirilerinden bir diğerinde ise
Nazilerle işbirliği yapan Yahudilere (bu insanlara Judenrat dendiğini
belirterek) benzettiği bazı isimleri zikrediyor: “Barzaniler, Bedirhaniler ve
hatta Şeyh Sait’in geride kalan torunlarından bazıları.”
Bu insanları “Judenratlaşmış” olarak
tanımlarken onların “ailelerini kurtarmak için Kürtlüğü imhaya götürdüklerini”
iddia ediyor Öcalan.
İki yerde de Öcalan’ın kendiyle ilgili
itiraflarda bulunduğunu belirterek ve bunları da anlatarak bitireyim istiyorum.
Gençken dayak attığı ablası ziyaretine hiç
gelmemiş
Birincisi ablası Ayni Yıldırım’la ilgili
söyledikleri. Ayni Yıldırım’a gençliğinde bir tarlada çalışırken dayak attığını
anlatan Öcalan, ablasının dayaktan sonra kendisine “Senin gücün ancak bana
yeter” dediğini belirtiyor. Belli ki bu sözden çok etkilenmiş ve hafızasına
kazınmış. Ayni Yıldırım’ın kendisini İmralı’da hiç ziyaret etmediğini, aklına
hiç getirmediğini ve kendisine karşı bir sevgi geliştirmediğini söylüyor.
Ardından da kendisini ziyaret etmeyiş nedenini “acaba o dayakla ilgili olabilir
mi” sözleriyle sorguluyor.
Bir diğer kişisel hikayede ise Öcalan
karısı Kesire Yıldırım’ı öldürmeyi düşündüğünü belirtiyor. En yakın arkadaşının
da (isim vermiyor) kendisine bu yönde baskı yaptığını belirttikten sonra Kesire
Yıldırım’ın yanından kaçışının kendisi için de bir kurtuluş olduğunu anladığını
söylüyor.
Herkes karısının kaçmasını ayıplarken ve
“Ya adamın karısı kaçtı” diye üzülürken Öcalan kendisinin “ben kurtuldum”
dediğini ve kendi kurtuluşunun bu ilişkinin bitişiyle başladığını dile
getiriyor.
Bitirirken “Eray sen de yazının bilimsel
ve ilginç kısımlarını anlattın, barış sürecine dair tespitlerine hiç girmedin”
demenizi istemem.
Zira Öcalan’ın yazısında bu kısımlar
gerçekten kısıtlı. Bu konuların ileride tartışılacağını, bu tartışmaların en az
birkaç ay alacağını söylüyor.
Süreçteki sessizlik de bu tartışmaların
sürmesinden kaynaklanıyor ve elimizdeki metin aslında devam eden görüşmelerin
başlangıç metni belki, bilemiyorum.
Siyaseten girişte değindiğim noktalar
hariç son kısımda sadece “konfederalizm” meselesini ilginç bulduğumu
söyleyebilirim ama onu da zaten nasıl olsa tartışan çok olacaktır. Oradan takip
edebilirsiniz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorum yazarak, düşüncelerinizi benimle paylaşabilirsiniz.